31 Aralık 2009 Perşembe

Son melodiler

iPod nano'm geldi. Shuffle'ımda bugün dinlediğim müzik listemi yazayım dedim. 2009'da en çok CD albüm aldığım ve indirme yaptığım yıl oldu. Pek düzgün albüm yoktu gerçi ama Lady GaGa yıla damgasını vurdu.





  1. Annie - Anthonio (Original Mix)

  2. Annie - Anthonio (Designer Drugs Remix)

  3. Annie - Anthonio (Fred Falke Remix)

  4. Annie - Anthonio (Berlin Breakdown Version)

  5. Daft Punk - Around the World (LP Version)

  6. Daft Punk - Something About Us

  7. Daft Punk - Revolution 909 (Roger & Junior's Revolutionary War Mix)

  8. Daft Punk - Harder, Better, Faster, Stronger (Breakers Break Remix)

  9. Lady GaGa - Bad Romance (Chew Fu H1N1 Fix)

  10. Dan Black - Symphonies

Yeni yıl mesajı

Evet... Yarım gün işteyiz. Herkese yeni yıl mesajı yolluyorum. Burdan size de yazayım dedim, kargodan haber yok, iPod nano'muz galiba yeni yılda gelecek... Neyse, yeni yılınız kutlu olsun. Güzel bir yıl geçirmenizi diliyorum. 2009 benim için oldukça yoğundu, hayatımı; (derken kargo için aradılar. Meğer ellerinde ürün yokmuş ve yıl sonu stok sayımı varmış. O yüzden yoğunmuşlar... Oysa anlaşmamız böyle değildi... Aldığım ürün stokta var görünüyordu. Böyle olacaksaydı, ben kendim bugün gidip mağazadan alırdım. Hımm, bakalım tekrar haber vereceklermiş.) uzun vadede değiştiren gelişmeler oldu. İşsizlikten evde oturmaktan çok sıkıldım. Derken Aralık ayında işe başladım. Bir taraftan da İngilizce'mi geliştirmeye devam ediyorum. TOEFL sınavına girmedim. Girseydim de herhalde apışıp kalırdım. Kursun pohpohlaması ve iki ay içinde hazırlanmak maalesef ki yeterli değil. Bakalım sınav tarihlerini kaçırmazsam fikir edinmek için Bahar dönemi KPDS sınavına girmeyi düşünüyorum. Akşama evde olacağım herhalde. Uzun zamandır aldığım fırın torbasında tavuk pişirmeyi deneyeceğim. Yanında da kabak tatlısı yapabilirim, belki başka şey... Bir planım yok şimdilik. 


HAPPY NEW YEAR



30 Aralık 2009 Çarşamba

Çarşamba

iPod nano (5. nesil) satın aldım. Kargo ile bakalım ne zaman elime geçecek.



Bugün öğle yemeğine misket köfte yemeği yedim.

29 Aralık 2009 Salı

Salı

Öğle yemeğinde pirinç ile haşlanmış tavuk but vardı. Yılbaşı için bol bol hediye paketi yaptık.

James Cameron - Avatar

Pazartesi gecesi 21:30-01:30 arası filmi izledim... Tanrım ne yorucu, ne klişe bir film... Rezalet.

Terminatör 2, Aliens'ten tut ta, Prenses Mononoke'den, Goliraz'ın Feel Good Inc. vidyosu, daha ne saysam ki, Matrix'ten... bir çok filmden esinlenme var. Bildik modern bir Pocahantas hikayesi... 3 Boyutunu seveyim, çığır mığır açtığı da koca bir yalan...



Kendime geleyim, anlatacağım olan, biteni...



Tavsiyem; izlerseniz pişman olursunuz.



19:37, 30 Aralık 2009 //

İş yorgunluğundan fırsatım olmuyor ama Avatar hakkında ufak ufak yazmak istiyorum. Zira yazmadıkça içimi kemiriyor... Öncelikle bu filmi Oscar için nasıl değerlendirileceğini merak ediyorum. Cidden.



Bir kere filmin üç boyutlu hali yüzde doksan gibi bir oranda üç boyutlu izleniyor. Şimdiye kadar izlediğim en uzun üç boyutlu yapım. Öyle ara ara üç boyutlu sahne yok yani. Bir de dram tarzında bir film.



İkincisi, 10 dalda olacağı için bu yıl, bir de kaliteli film kıtlığından faydalanıp En iyi Film adayı olabilir. Keşke olmasa ama Altın Küre'de oldu...



Üçüncüsü benim tahminim, sadece En iyi Ses Kurgusu/Miksajı dalında ödül alabilir. Görsel efekti o kadar çok ki, tüm renkleri kullanıp, renkli resim yaptım demek ki bir şey bu... Yani bilemiyorum...



Senaryo tabiri caiz ise boktan. Jack Sully rolü, hali ile aptal bir özenti. Ezik, ezik ötesi bir tip. Sakat olmasına lafım yok, yanlış anlaşılmasın.



En beğendim şey Sigourney Weaver idi. Oyunculuğu ile yetip artıyor. Aliens ile baş tacım olduğundan, burda bile saygıyla kendini izlettiriyor. Yalnız Avatar hali bana, çok basit bir kedi kadın portresi gibi benzedi.Yüzünü, kendi haline benzetmişler; yanakları, dudakları ve gözlerini.



Rambo gibi şişkin Albay bilmem ne, kafasında  T-rex tırmalaması gibi izi var, sinir bozucuydu. Fazla Amerikalı, fazla kenfini beğenmiş, fazla şiş, fazla da fazla yani...



Sonra, ekibin başı olan, golf oynayan kuş beyinli de tam boğazı sıkılacak tiplerden. Bunları toptan ..., neyse ağzımı bozmayayım.



Dediğim gibi filmi izlerken hep bu burdan, şu şurdan diye düşünmeden edemedim. Jurassic Park'tan tutunda, Alien'e, Star Wars Bölüm 4'ten, deniz altı belgeseline, Yüzüklerin Efendisi'ne kadar bir çok filmden alıntı geldi hep aklıma. Ana tema olarak ta ormanı, dünyayı yok etmesini daha 1997 de bahseden Prenses Mononoke ile aynı olması iyice heyecanımı kaçırdı. Hakkında detaylı hiçbir şey okumadım, izlemedim. Sadece başkasından duyacağıma, merak edip gittim izledim Avatar'ı...



Yönetmenlik kısmına gelince, hiç beğenmedim ve gene fırsattan istifade bunda da aday olursa, şaşırmam.

Oyuncu, oyuncu yok zaten. Hemsi kofti, bir kaç rol hariç.

Na'vi olan kız güzel. Yani rolü iyi oynuyor. Erkekten daha iyi. Ama adı Rose değil, hayret!

Transformers 2 kadar salak olmasa da, gene salak bir bir film bu.

Helikopter kullan kız, Cameron'un asi, seksi, inatçı, aykırı rollerinden biri ve bunu oynayan kızda başarılı. Malum bu tür roller de, kurban oluyor...



Dokunulduğunda helikopter pervanesi gibi dönüp, ışık saçan canlı/uçan şey güzeldi.



Spagetti gibi yayılıp, ışık saçan şeyler vardır ya, ona benzer kutsal ağaç vardı. Tiksinçti tabii. Nefret ediyorum zaten o tür ışık saçan şeylerden de..



Sonra Na'vi dili diye gizemli olamayan ama karşılıklı konuşma anlarında İngilizce'nin yanında bok gibi durduğu garip bir dil. Genelde yılan tıslamısı gibi seslere benziyor.



Birde uçan maksu turko gibi bir şey vardı, ikinci yarıda o da dahil olunca, artık klişenin tavan yaptığı anlarda, e yok artık dedik. İkinci yarı daha kötü tabii. İyice bunalıyorsun.



Kısa ve öz, Avatar cidden bu senenin sabun köpüğü. Issız Adam gibi bir şey.

En çokta yazarların yorumunu merak ediyorum. Atilla Dorsay'ınkini bilhassa. Filmi anlayabilecek mi, uyuyup kalmış mıdır yoksa... Gerçi The Dark Knight'ı az çok çok eleştirip, beğenmişti ama...



Aklıma geldikçe yazarım gene...

28 Aralık 2009 Pazartesi

Pazartesi

Öğle yemeğinde etli nohut yedik. Araç kullandık. TEM'de trafik vardı. Yoğun yağmur yağdı.

27 Aralık 2009 Pazar

Sinema, vs. üzerine...

Film üzerine haber yapan ve film izleyen biri neden hala AVATAR'ı izlememiştir, onunla ilgili yazmamıştır; merak ediyorum... Başka sayfalardan haber alıp, yapıştırmak haliyle kolay bir şey...

Neyse, öğrendiğim üzre bu yılın ses getiren filmlerinden "The Hurt Locker" ya da "Up In the Air", 2010 Oscar ödüllerinde "En iyi Film" ödülünü alacak galiba.
"Precious" pohpohlanmasından ve "Avatar" konuşulmasından da bunların "En iyi Film adayı" olabileceğini, ön sayıyorum. (hiç birini henüz izlemedim.)

"A Single Man", "An Education" bahsedilen, aradan sıyrılan, beğenilen diğer filmler...

"Nine" müthiş bir hayal kırıklığı olacak sanıyorum... (CD albümü bile kötü...) Ve "Inglourious Basterds"gösterimde iken kimse beğenmemişken, şimdi ödül zamanı neden herkes seviyor; onu da anlamış değilim. Tarantino kafayı yiyordu filmim izlenmedi gene diye, artık sevinir ödül alırsa...

Neyse, film heyecanım şimdiden kalmadı, gitti. Savaş içerikli, bağımsıza yakın bir filmin (The Hurt Lucker) ödül alması, beni memnun etmedi.
Bu Grammy'lerde de böyle olur; kategoride beğendiğim bir şarkı yoktur, ama "kötünün iyisi hesabı" biri durumdan faydalanıp, o yıl sıyrılır...
Son zamanlarda bunu sinema da görüyoruz. Umarım bu durum alışkanlık haline dönüşmez...


25 Aralık 2009 Cuma

Cuma

Bu hafta yoğundu, Noel zamanı diye bir telaş vardı. Yurt dışında 24-25-26 Aralık Dini Bayram tatili olduğu için, bir telaş vardı... Noel mesajları hazırladık. Güzel yeni yıl grafikleri seçtik... Vs...



Bugün sebzeli yemekte yahni gibi bir şey vardı. Patates, domates, yeşil fasulye, biber ve dana kuşbaşı et, ve yağlı suyu... Beğenmedik gene. Pide ekmeğimizi ve çayımızı tercihe ettik.



Öğleden sonra Çerkezköy'e gittik. Şansımıza hava gene yağmurluydu. Giderken E-6  yolundan gittik, dönerken TEM'den yolundan döndük. Akşam vakti Haramidere tarafı da yoğundu. Bipper'i kullanmak keyifli...

24 Aralık 2009 Perşembe

Perşembe

Bugün daha çok "fast food" tabirinde tavuk şinitzel vardı. İki dilim tavuk şinitzel, yanında kızarmış patates, iki dilim domates ve bir yarım biber. Biber acıydı, güzeldi. Şinitzel hafif yağlıydı gibi geldi ama açlığımızdan yedik bitti. Sonra da Fanta aldık ardına. Uzun zaman sonra beğendiğim bir yemek daha çıktı.

23 Aralık 2009 Çarşamba

Çarşamba

Bugün mantar sote ve sandal köfte vardı. "Sandal köfte" ismine takıldı, köfte de hiç sandal gibi değildi, bildiğimiz yuvarlak köfteydi. Ama içi patates ve mantar ile doldurulmuş, üstü kaşar rendesi ile süslenmişti. Biz mantar sote aldık. Mantar tadı alamadım yemekten, çünkü güveçteki biber ve domates tadı, mantar tadını engellemişti. Fena değildi. Bir ara sandal köfteyi de deneyeceğiz.

22 Aralık 2009 Salı

Salı

Bugün sahte iskender diye dalga geçtiğimiz, iskenderdeki döner et yerine kavrulmuş kıyma etli "ekmek aşı" adlı yemeği denedik. Gene beğenmedik. Artık hafif ve daha çok sebzeli yemekleri tercih ediyoruz galiba...

21 Aralık 2009 Pazartesi

Pazartesi

Yemekte ciğer sote vardı. Ama bu biberli, domates soslu sıvının içinde dana ciğeriymiş. beğenmedim.

E-posta yollamaya devam...

20 Aralık 2009 Pazar

Hafta sonu...

Cuma akşamı AVATAR izleyeceğimiz filmi, cumartesi akşamına bıraktık. Cumartesi akşamı 18:15'te  CapaCity Cinebonus sinemasında izlemeye gittik, yer yoktu 23:45'e kadar... Ve CapaCity -ilk kez böyle görüyorum- acayip kalabalıktı... Bakırköy'de öyle.



Gecesinde REDD grubunun 50/50 albümünü kaset olarak buldum ya arkadaşımdan aldığım Sony Walkman ile dinleyeyim dedim... iPod kulaklığımı taktım, ama ses; boğuk, sanki plak dinliyorum... Ara sıra kasetten cızırtılar geliyor. Cuma akşamı Candan Erçetin'inin CD'ni WAV dinledim iPod Shuffle ile; oradaki zil, tef, perküsyon seslerini tek tek net duyabilirken, burada Doğan'ın sesi grip olmuş gibi çıkıyor. TV'den izlediğim vidyoları ile bildiğim şarkıları bile boğuk... Üstelik son model dijital walkmanlerden bir alet bu. Neyse arkadaşımla konuşunca, dedim ki gözünü sevdiğim iPod ve AAC ses formatı cidden devrim yapmış yani...



50/50 de çok basit geldi. Kalkıp ilk albümü sen en sona dinlersen tabii böyle gelir. Ama toy bir çalışma. İçinde 3-4 popüler olabilir şarkı var, diğerleri kastı beni. Belli ki walkmandan... Zira Plastik Çiçekler ve Böcek alübümlerini CD, WAV olarak dinlemiş ve hayran kalmıştım... Cidden en güzel albümleri 21.



AVATAR'ı 3 boyutlu olarak hafta içi tekrar izlemeye çalışacağız. Bakalım herkesin beğendiği o ormanı biz de beğenebilecekmiyiz...



Pazar günü akşamı da DiaSa'da "Ruhların Kaçısı" filminin orijinal DVD'sini buldum ve Amerikan Bufalo filmini de, ikisini de kaptım aldım. D&R'da Ruhların Kaçışı 19.90 TL. (Ben iki filme 9.98 TL ödedim.) Hayao Miyazaki'nin Oscar ve Altın Ayı kazana filmini DvX formatında küçük ebatta izlemiştim. Merakımı gidermiştim ama DVD'sini bir türlü edinememiştim. Bugün benden mutlusu yok.



Candan Erçetin'in albümü için bir yazı yazdım yolda cuma günü, sonra albümü dinler iken favori şarkılarımı ve baştan sonra Candan Erçetin'in özeti yaptım kafamda ama blog'uma yazamadım. Albüme kısaca 5 üzerinden 3, günümüz piyasa şartlarına göre de 5 üzerinden 4 diyebilirim.

18 Aralık 2009 Cuma

Cuma

E-posta yollamaya devam. Bakırköy'e gidiş, dönüş. Öğle yemeğinde yeşil fasulye yedim. Bol yağmurlu bir öğleden sonrası. Ve yarın AVATAR filmine gideceğiz, onun heyecanı...

Candan Erçetin - Kırık Kalpler Durağında

Bugün CD'sini aldım, yorumum geceye...

17 Aralık 2009 Perşembe

Perşembe...

Yoğun telefon trafiği... Öğle yemeğinde orman kebabı; garnitür, kuşbaşı ve kuşbaşı patatesten oluşan susuz yemek. Öğleden sonra Çatalca Organize Sanayi'ne gidiş dönüş. Yazıcı için bilgisayarcının gelmesi, tüm bilgisayarları elden geçirmesi... Akşam yoğun konuşma ve yağmur...

16 Aralık 2009 Çarşamba

Çarşamba

İzmir köfte yedik... Basitti.

Candan Erçetin ve Şebnem Ferah

Her ikisinin de, bugün 16 Aralık 2009 itibari ile yeni albümleri yayınlanıyor. Akşama alıp, dinlemek lazım...



22:39 // Planımızda değişiklik oldu ve bu akşam iki albümü de alamadık. Candan Erçetin'i bugün sabah, Şebnem Ferah'ı da bu akşam ön dinleme yaptım. Candan Erçetin'in genele göre iyi, eski işlerine göre orta bir albüm; Şebnem Ferah ise, iyice bayıcı, Perdeler tadında kötü bir albüm hazırlamış. Genelin beğendiği ağır rock, damar Şebnem şarkılarını maalesef ben sevmiyorum. Ama Candan Erçetin'i gayet akıllı buldum; hiçbir yerde ve hiçbir albümde yayınlanmayacak deyip, sadece dijital olarak verilen "Ben Kimim" kaydını bu albümüne almış. Fesat düşünmek yerine, Anadolu'da bunu indiremeyen, alıp diskini dinler diye geçirdim ilk aklımdan. İkinci de, dediğini yapmayan bir toplumla, yönetim ile yaşıyorken; Candan da sözünü tutmamış çok mu; hiçte değil... Ben hala "Çapkın" dönemi Candan'ı arıyor ve özlüyorum... Şebnem için ise karamsarım. "Kadın" gençliğini ve "Kelimeler Yetse" adilliğini yakalayamıyor.

15 Aralık 2009 Salı

Yılın son müzikleri

Hande Yener "Hayrola" CD ve REDD "50/50" kasetini buldum -sonunda!!!-, aldım. Çok mutluyum!

Salı

Tavuk but yedik. Yanında haşlanmış patates ve biraz pilav. Bu da iyiydi.

13 Aralık 2009 Pazar

Pazar günü

  • İşte yazıcı ayarlaması... Sonuç: sıfır ayarlama.

  • Sol gözümde ara ara bir batma hissi var (içinde saç, kirpik varmış gibi). Bunun için doktor araması yaptım ve öğreniyorum ki özel hastaneler için pazar günü çalışan doktor yok.

  • Ev için alışveriş.

  • Evde dinlenme.

  • Banyo.

  • Belki film izlerim...

12 Aralık 2009 Cumartesi

Cumartesi...

Bugün kısa geçer diye düşlemiştim.

Daha yeni gelmişken ofise, beş dakika sonra İzmit'e gideceğimizi öğrendim.

Şöför benmişim...

Otomatik vitesli Peouget Bipper ile İzmit'e gidip geldik.

Hava sisli, yağmurlu, çok yağmurlu, güneşli, çok sisli diye dönüştü hep.

Bugün hiç e-posta atamadım. Bana atan da olmamış zaten...

İzmit'ten kestane şekeri aldım. Uzun süre sonra İstanbul dışına çıkmak keyifliydi. Seyehat etmeyi özlemişim...

Boğaz köprüsünden bu kez otobüs ile değil, ilk kez kendim araba kullanarak geçtim. İşte bu güzeldi!



11 Aralık 2009 Cuma

Cuma günü

Evet... Bol bol (yaklaşık 190+160=350) e-posta yolladım. Kendimi istenmeyen e-posta yollayan gibi hissettim.

Noel öncesinde yaklaşık 10 kişi otomatik e-posta ile yanıt verdi; "Ofis dışındayım, şunu ara..." diye...

Avusturya tamam.

Çek Cumhuriyeti'nde N harfine kadar geldim...

Oturmaktan popom ağrıdı.

E-posta yollamaktan elim uyuştu...

Sonuç; benim ile iletişim geçen yok.

10 Aralık 2009 Perşembe

Perşembe günü

Çalışmaya başladım...

İlk günümde Outlook ile bana e-posta hesabı oluşturduk.

Yabancı yazışmalardan sorumluyum.

Bir kaç kişiye e-posta yolladım.

Çin'den biri cevap yazdı. Yanıtlamadık.

8 Aralık 2009 Salı

Grammy 2010 - En iyi Dans Kaydı

Tüm şarkıları dinledim, analiz ettim.

Favorilerim:



1- Womanizer

2- Poker Face

3- Celebration



Bence ya Womanizer ya Poker Face kazanır.

Celebration - Benny Benassi Remix Edit'i (Celebraiton vidyo hali) hoş, ama Grammy'ye sanrım orijinal hali aday.

David Guetta feat. Kelly Rowland için ise şüpheliyim. Süpriz yapabilir. Dediğim gibi ben sevmiyorum.

Black Eyed Peas'ın Boom Boom Pow ise yetersiz geldi bana. Ödül alırsa çok şaşırırım...

Bence Britney ikinci Grammy'sini ya da Gaga ilk Grammy'sini kapsın. Budur...

David Guetta Feat. Kelly Rowload - When Love Takes Over

Electro Extended Mix'i "En iyi Remikslenmiş Kayıt" dalında Grammy adayı. David Guetta iyi bir DJ, prodüktör, popüler kültür şeysi. Ama En iyi Remixer dalında favorim galiba Jean Elan. Remiks kaydındaki melodik yapısı hoş. Dennis Ferrer ve Trentemoller ve Dave Aude'yi baştan sona dinleyemedim.



Başlığa gelirsek; ben bu şarkıyı pek sevemedim. Kelly'nin vokalleri ve melodik yapısı; beğenmedim pek.

6 Aralık 2009 Pazar

The Dark Knight

26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip





THE DARK KNIGHT: 10/10





Aslında filmi izlemek, ne olup bittiğine dair gayet yeterli bir cevap…





Nolan'ın yeni Batman filmleri, günümüz yorumu ile daha uyumlu.

Burton'un masalsı anlatımından uzak, gerçek ile daha inandırıcı.



Batman Begins ile başlayan ilgi ve memnuniyet, The Dark Knight ile iyice arttı. Ve beklenenden fazlası geldi.

Bu kendini gişede de oldukça belli etti ve tüm zamanların en iyi gelirini getiren ikinci filmi oldu Kara Şövalye.

Ve 2008 yılının en çok konuşulan, en beğenilen filmi…



"Neden bu kadar ciddisin?", "Hadi yüzüne bir gülümseme koyalım…" diyen Joker, 2008'in en iyi oyunculuğu idi.

En büyük dileğim filmin En iyi film ve En iyi yönetmen dalında Oscar adayı da olması.

Heath Ledger, Brokeback Mountain'de alamadığı Oscar ödülünü, sadece gönüllerde değil, bu yıl gerçeği ile kazanacak.

Ama maalesef bunu göremeyecek…



Aslında Heath'in ölümü, filmin gidişatını ve promosyon çalışmalarını da etkiledi.

Hatta özgün afişi bile değişti filmin…



Film, konusu itibari ile pek dağılmadan, yer yer agresifleşen müziğin etkisi ile de geren anlardan sonra, çözülen ve hızlanan aksiyon sahneleri ile çok tatminkar.

The Joker ile biten Batman Başlıyor; Kara Şövalye'de The Joker'in açılışı ile başlıyor…



Filmin özetini vermeyeceğim.

Tura yüzündeki Batman, Yazı yüzündeki Bruce Wayne rolündeki Christian Bale, burada da iyi oynuyor.

Ama Joker'in gölgesinde kalıyor…



Alfred'i oynayan Michael Caine, gayet normal, güzelliği göz ucuyla süzen bir performans sunuyor.

Aynısı Morgan Freeman'ın rolü Lucius Fox için de geçerli…



Sevgili, Rachel rolü bu kez tam oturmuş. Uzun ve güzel Maggie Gyllenhaal'in performansı yeterli ve yerinde.



Aaron Eckhart, kariyerinde adımlarını yavaş ama sağlam atıyor. Filmde de önemli üçünkü kişi.

Yazılı yüz: Harvey Dent ve Karalanmış/Kabul edilmemiş adam Two-Face…

Joker ve Batman derken, arada unutulan bir isim oldu.



Gary Oldman, her zaman ki gibi usta ve başarılı.

Yan rollerin adamı ve Müdür James Gordon olarak çok iyi.



Gotham City olarak günümüz NYC'si kullanılmış.

Görüntüler çok iyi. Efektler ve ses çok iyi.

Christopher Nolan daha olgun. Senaryo ve yönetmenlik, en güzel kanıtı.



En güzel oyuncak: Batman… Onu kırmadan oynamak gerek...



Plan basit… Tüm bu olanlar planın bir parçası…

Anarşi düzenden geliyor, düzende anarşiden.



Şansımızı yaratalım… Yazı mı, tura mı?

Ben turayı seçiyorum…

Biraz da Two-Face'e olan inancımdan dolayı.



Dan!

Üç Maymun

26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip





ÜÇ MAYMUN: 8/10





Uzak filmini izleyememem bende saplantılı bir hal bıraktı.





İklimler'i izledim. Eşi, Ebru Ceylan'ın oyunculuğuna hayran kaldım.

Filmin kısaca özetlenen cümlesine de...



Sessiz sedasız bir Cannes Film Festivali haberi geldi.

Galada herkes Hatice Aslan'ı ve güzelliğini konuşuyordu…

Üç Maymun, En iyi yönetmen ödülünü getirdi Nuri Bilge Ceylan'a…



Ne güzel…

Yavuz Bingöl oynuyormuş, hadi len…

Tecavüz sahnesi varmış, yapma ya…

Bu ne iğrenç bir film, ıyy…



Filmi anlayabilen kesim, ödülünü vermişti.

Kendimizi, bize anlatan biri çıkınca; ne kadar da inkarcıyız.

Şimdi de en iyi 9 yabancı film sıralamasına kaldı Oscar adaylığı için.

Keşke yerden yere vuracağımıza, o kadar destek olsak…

Belki o zaman "Güzel ve yalnız ülkem" demez Sn. Ceylan…



Üç Maymun, afişinde yer alan kısa anlatımıyla, ne olup bittiğini özetliyor.

"Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek herşeye rağmen bir arada kalma çabası. Altından kalkamayacağı acılara ya da sorumluluklara maruz kalmamak adına gerçeği bilmek istememek, onu görmemek, duymamak, hakkında konuşmamak ya da günümüz tabiri ile "Üç Maymun"u oynamak, onun varolduğu gerçeğini ortadan kaldır mı?"



"Üç Maymun" lafını yazın duyunca, aklıma Hülya Avşar geldi.

Kendisi bir ilişkiyi kurtarmak için bunu oynadığını ve doğru bulduğunu söylemişti…

Sonra neden filmde popüler kişilerin tercih edildiğini merak ettim.



Filmi, sinemada iken gidip izleme cesareti gösteremedim. DVD halinden izledim.

Çünkü filmin bu karanlık bulutlu havası beni gerdi, ürküttü.

Ben gri bulutlu, yağmur öncesi sıkıntılı havadan nefret ederim.



Filmi izledim.

İzledim de, istemeden yutulan bir demir ceviz gibi geldi bana…

Konusu itibari ile çok, çok ağır psikolojik drama.

Kara bir sonbahar gibi…



Şimdi "genel kesim" tarafından anlaşılmamasını anlıyorum.

Görüntüler ve o finale kadar ki sıkıntılı, sepya tonundaki hava; buna istinaden filmin başlaması ve bitmesi…



Ben Nuri Bilge Ceylan'ı, Ang Lee'ye benzetiyorum.

Onun gibi naif, anlayışlı, açık fikirli ve tarzı olan bir yönetmen.

Gittikçe çıtasını yükseltiyor.



Filmi izledikçe, film sizi hipnotize etmiş gibi içine çekiyor.

Oyunculuklar çok, çok güzel. Hatice Aslan'ı bende alkışlıyorum...

Kast seçimi tam yerinde olmuş. Başlangıçta sorunun cevabını veriyor.

Senaryo çok sade, yeterli.

Küçük detaylar her şeyi tamamlıyor.

Çalan cep telefonu müziği...



Çaresiz, hastalıklı bir ilişkiyi ve banliyöye uçurum gibi dik duran binada geçen yaşam o kadar güzel anlatılmış ki…

Geniş ekran görüntüler kusursuz…

Işık oyunları süper.



Film sizi içine çektikçe, sanki sobelenecekmiş gibi arkasını kollayan birinin sıkıntısını yüklüyor.

İzledikçe daha da geriliyorsunuz.

Bir ara aklıma karamsar şarkıları ile Teoman geldi…

Herhalde böyle avuttum kendimi.



Ve finali ile (beklenen) yağmur yağıyor…

Film bitiyor.

Siz rahatlıyorsunuz...



Bir ara filme artı yirmi altı yaş sınırı koymaları gerek dedim.



Aynı durum sizin başınıza gelse, siz üç maymunu oynar mısınız?

Kara bulutlar gibi, bu sıkıntıyı taşır mıydınız?

Bir de o gözle bakın…



Şair nasıl en doğru kelimeler ile şiirini yazıyorsa,

Ressam nasıl en güzel renkler ile resmini konuşturuyorsa,

Nuri Bilge Ceylan'da oya gibi işlediği sıkıntı ve hayran bırakan görüntüler eşliğinde anlatıyor filmini…



Bu yüzden büyük olması normal.

Yumurta

26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip





YUMURTA (Yusuf Üçlemesi; Bölüm 1) : 8/10





Çok dingin bir film...

Wanted



26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip





WANTED : 4/10



Wesley Gibson (James McAvoy) , sıradan basit işerde çalışıyor. Günlük hayatının ona ait olmadığını düşünüyor. bir banliyöde hayatını geçiriyor.



Derken birgün aslında o'nun seçilmiş kişi gibi babasının katilini bulmasının zamanı geldiğini hatırlatan bir kadın (Angelina Jolie) çıkıyor karşısına.



Çok tanıdık di mi; The Matrix...



Yoğun aksiyon, çırağı usta yapma çabaları, aslında bu muhasebeci hayatı bizim hayatımız değil; Disney'in çocukları kandırmaya kullandığı prens-prenses masallarının geliştirilmiş versiyonu...



Basit hırsız-polis aksiyonu için ideal. Ama abartılı efektleri ile "hadi len" dedirtmekten öteye gitmiyor.



Merak eden izleyebilir. İzlemeyenin de pek bir kaybı olmayacaktır zaten.



2009 yılı Oscar ödüllerinde 2 dalda aday:

- En iyi ses

- En iyi ses efekti



Yakında da 2. bölümü çekilecek sanırım...



The Hours - Saatler

26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip





THE HOURS - SAATLER : 9/10



Hazır The Reader ile tekrar Oscar adayı olan yönetmenin, yeni filmini görene kadar, kendisinin kartviziti gibi olan filmi, Saatler'i işlemenin tam sırası...



Stephen Daldry'yi ilk kez sinemada Billy Elliot filmi ile tanıdım. O da çok hoş bir film. Ki son 3 filmi ile hep "En iyi yönetmen Oscar adayı" oldu. Yani bunu hak ediyor ve birgün Oscar'ı kapacak...



Saatler, 2003'nın büyük filmlerinden biri idi. Büyük bütçeli, sinemaya dair filmlerin yarıştığı filmlerden galip Chicago oldu...



Saatler kitabını okumuştum.

Kitaptan uyarlanan filmde, kitap ta başarılı.



Filmin konusu, 3 farlı zamanda geçen, birbirin bağlantılı 3 kadının hikayesi...



Biricisi Virginia Woolf (Nicole Kidman). 1923 yılında, Mrs. Dollaway kitabını, ailesi ve doktor kotrolü altında yazmaya başlıyor... Sorunları içinde evden kaçmayı ya da intihar etmeyi düşünmektedir...



İkincisi Laura Brown (Julianne Moore), 1951 yılı Los Angelas'ta, hamile bir ev kadını. Kocasının doğum günü için pasta yapmaya karar veriyor ve harika bir doğum günü partisi hazırlamak istiyor. Ama okumaya başladığı Mrs. Dollaway kitabını bırakamıyor... Her şeye sahip iken, özgür olma isteği, onu intihar etmeyi düşündürtüyor...



Üçüncüsü Clarissa Vaughn (Meryl Streep), 2001 yılı new York'ta, lezbiyen bir kitap editörü. AIDS hastası arkadaşı için bir parti vermeye hazırlanıyor... Hayatının rutinine sıkışmış, değişiklik yapmak istiyor ama bua cesaret edemiyor. İntihar etmiyor : ))



Bu üç yaşam, farklı zaman dilimleri ile farklı şekilde yaşanmaktadır.

Ama süpriz finali ile üç yaşam sonuçlanır...



Özeti tam kurgulayamadım belki...

Aslında fazla detay da verip filmi bozmak istemiyorum. Çünkü bu izlenerek keyfi çıkarılacak bir film.



Sanat tasarımı, müzikleri, görüntüleri, oyunculuklar, senaryosu, kurgu, kostümler enfes...



9 dalda Oscar adayı olan filmden, Nicole Kidman Virginia Woolf yorumu ile En iyi Kadın Oyuncu Oscar ödülü aldı.



Burda Julienne Moore'a bir kez daha hayran kaldım. Cennetten Uzakta filminde de çok hoştu...

Laura Brown yorumu mükemmel. Hamileliği sırasında oynasa da bunu iki filmde de (gerçek hamile imiş gibi) hiç belli etmiyor.

O yıl 2 dalda Oscar adayı olmuştu...

Eğer Catherine Zeta-Jones olmasaydı, bir ödülde kendisi alırdı.



Meryl Streep'e zaten diyecek söz yok...

Bu yaşına rağmen hala her yıl oynadığı oyunculuk ile ilk 5'e kalabiliyor.

Yaşayan efsane kısaca...



Ed Harris, kısa olsa da oyunculuğu ile filmde kilit rolde.

Ben pek sevemedim ama yorumu başarılı.



Yıllar sonra sanırım yeni yılın ilk filmi idi, Saatler'i izleyebildim.

Çok ta iyi yaptım. Beklediğimin karşılığını aldım...



Piyanist'i izledikten sonra müzik albümünü aldığım gibi, bunun da albümünü almaya karar verdim.



Film çok başarılı bir dram. Klasik.

Mutlaka izleyin.

LMFAO - Party Rock

LMFAO'yu ilk kez The Crystal Method albümü "Divided by Night"te dinlemiştim. Genelde "Featuring" yapanlar yakın zamanda da kendi albümlerini çıkartırlar. Ya hazırdır albümleri ya da çok başarılı olmuşlardır albüm yaparlar...



LMFAO bana Outkast anımsattı önce. Sonra auto tune efektleri ile Sean Paul'un tripi-bipi tarzı kayıtlarını. Ama albümü dinledikçe fark ettim  ki bunlar "Crash" filmi gibi. Biraz iddialı bir benzetme oldu ama En iyi Dans Albümü ödülünü alamazlar. Dinledikçe, şarkılar sanaki müzik ya da ritim düşüyor, yükseliyor da şarkı dönüşüyormuş gibi gelmeeye başladı. Dedim birinci şarkı ne uzunmuş, meğer üçüncü şarkıdaymışız... Akademinin çok sevdiği birbirine mikslenmiş tarzda bir albüm bu da. Ama müzik değişiyor hafif o kadar. Bol bol küfür ve argo da var.



Ciks tabir edilen havalı parti albümlerinden. Gözlerini kapatıp Paris Hilton ile disko topu altında dans ettiğinizi hayal edebilirisiniz. Sonra kalçasına bir şaplak atıp onu Jennifer Lopez ile değiştirebilirsiniz... :-D gerçi o artık iki çocuklu anne ama aklıma ciks isimler gelmedi, neyse...



Missy Elliott'ın "Lose Control" kaydı gibi "dınının" meleodileri, Benny Benassi tarzı elektro tınıları, popüler şarkılara dokundurma/benzetme, aynı benzer tınılar burda da var. "Ayo Tecnology" gibi mesela.



Çok hoş bir parti albümü. Evet, aday olması çok doğal. Ama çok iyi albüm değil. Bağımsız ve güzel bir iş. "Tak teybe, başla dans etmeye" tarzında bir albüm.



Pet Shop Boy'un "Yes" albümü de pek iyi değil. "One Love"u da, ben beğenmedim; çok iyi değil.  Favorim kesinlikle "Divided by Night". Hem yenilikçi, hem cesur, hem çok iyi bir elektronik albüm.

5 Aralık 2009 Cumartesi

Grammy 2010 şaşkınlığı

Öncesinde Lady GaGa "The Fame Monster - Deluxe Edition" ve Britney Spears "Single Collection - Ultimate Fan Box Set" albümlerini dinlediğimi ve her ikisini de Rihanna "Rated R" albümüne göre daha az sevdiğimi belirteyim. Lady GaGa'nın yeni mini albümü "The Fame Monster" beni hayal kırıklığına uğrattı. "Bad Romance" gibi başka iyi şarkılar da vardır diye bekledim ama en iyi sadece oymuş.



Gelelim Grammy 2010'a. Beyoncé beklediğim üzere "Single Ladies" kaydı ile bu yıl ne var ne yok süpürsün diyordum. Hakkı. Gelmiş geçmiş en iyi vidyolardan birini ve kayıtlardan birini yaptı. Tabii Kanye West'in meşhur ettiği Taylor Swift'te 8 dalda aday. Ama ben "If I Were a Boy" kaydı ile -ki hiç sevmem böyle iç bayıcı şarkıları- aday olmasını beklerken Grammy'ye, "Halo" ile çoğu dalda aday gösterilmiş. "Halo" da çok akılda kalıcı bir melodiye sahip. Hoş şarkıda... Yılın albümünü mutlaka almalı. Albümün çoğu hiti oldu. Çok ta başarılı bir albüm. Bir Michale Jackson "Thriller" dönemi yaşansın tekrar diye bekliyorum... Britney için ise "Circus" geri dönüş başarısı ile "Womanizer" ve "Circus" için adaylık bekliyor; özellikle "Circus" -ki çok seviyorum- En iyi Kadın Pop Vokal adaylığı bekliyordum... Britney'i neden beğenmediğimi de yeri gelmişken kısacık belirteyim; bir kaç şarkısı dışında, kendi ham sesini az duyduğum için kayıtlarında favori kaydım azdır. Kapı gıcırtısı, çığlık ve koro dışında,  bir şeyi yok. Genelde balon-pop kayıtları yaptı. Bu da kariyerini Christina'ya kaptırdının karşılığı. Grammy'nin En iyi Yeni Sanatçı ve En iyi Pop Vokal olarak Chrisitina'yı seçmesi 2000'lerde çok doğru kararmış.



Lady GaGa, çok sıkı çalışması -biraz da kararlı PR çalışması ile- ve çılgın halinin hakkını aldı; daha şimdiden, ilk albümü ile Madonna, Britney ile aynı yarışta. Beyoncé ile kayıtlar yapmakta.Beklemediğim, ki peynir-ekmek gibi satılan "The Fame" 5 Grammy adayı olmuş. Yılın Albümü, Yılın Şarkısı, Yılın Kaydı, Yılın En iyi Dans Kaydı, En iyi Dans Albümü diye. "The Fame" hoş, eğlenceli bir albüm. Ama çok iyi değil. Çıkış albümü için iyi tabii. "Poker Face" albümün -maalesef ki- en iyisi. Ben pek sevmiyorum ama seveni çok. En iyi Dans Albümü, daha önce yazdığım üzere "Divided by Night" ile The Crysal Method alır diyorum. İkinci favorim de "Tha Fame".



En iyi Dans kaydı dalında -hangi hali ile bellirtilmemiş- Madonna "Celebration" kaydı da aday. Ama bunda "Womanizer" ve "Poker Face" favorim. Her aday olan kayıt iyi, ama "Poker Face" almalı. Ya da "Womanizer". David Guetta'nın işini beğenmedim. "One Love" en iyi işi şu ana kadar ama çok iyi değil.



Black Eyed Peas, senenin en büyük olaylarından biriydi. Hali ile çoğu dalda da aday. Jay-Z, Rihanna, Kanye West düet/iş birliği gibi... Biz de vidyosu yasaklanan "Love Sexy Magic"te Grammy adayı. Hadi bakalım bunu da yasaklasınlar!



En iyi "remixer" kısmında ise giderek özgün işler yapan alt kesim, House DJ'leri burayı fethediyor anlaşılan. Geçen yıl ilk çıkışı ile Deadmau5 aday olmuştu. Bu yıl Dennis Ferrer, Trentemøller, Jean Elan aday. Dave Aude herkese remix yaptı nerdeyse, sonunda aday. David Guetta gene kendi işi ile aday. Bu kaydı, aslıdan daha iyi hem.



Bu sene Grammy biraz sönük (farklı bir şey yok manasında), kazananı baştan belli gibi. Madalyo'nun hangi yüzü Beyoné mu, Taylor Swift mi? Ya da Country/Sade işleri seven akademi bizi şaşırtacak mı? Bekleyelim bakalım...

4 Aralık 2009 Cuma

Ölümcül yürüyüş

Bugün çok uzun zaman sonra, en uzun yürüyüşümden bu yana Ev-İGS'den Haramidere Sanayi-Ambarlı yolu-Cihangir'e, ordan Merkez-Metrobüs durağı, Fındıklı-Taksim-İstiklal-Kadıköy ve Kuleli-Çobançeşme tekrar Çobançeşme-Kuleli sonra da İGS-ev arası yürüdüm...

2 Aralık 2009 Çarşamba

A Single Man

Tanıtımını izleyince, müziğine hayran kaldım. Görselliğine de... J.Moore'un dönem yansıtmasına. C.Firth'de de öyle. Yönetmeni ise T. Ford'muş... Bir ara tasarımlarına aşık olduğum adamı, başarısını referans almıştım. Sonra öğrendim ki bu yakışıklı adam gey. :D Elbette dünyam yıkılmadı ama kendi markasını yaratıp, moda içinde var olmayı sürdüren "yalnız bir adam" o da... A Single Man, Far From Heaven gibi bir şey olabilir gibime geldi, heyecanla gösterime girmesini beklemekteyim...

30 Kasım 2009 Pazartesi

Ahmet Tulgar - Birbirimize

Öncelikle dikkat; bu kitap 18 yaş üstü için. Ya da yeteri kadar eş cinsellikle olgunlaşan kişiler için. Kitabın davetkar duran renkli kapağına ve ince olmasına aldanmayın.



Bir önceki okuduğum "Volkan'ın Roman"ı kadar sıkıcı değil ama yinede iyi değil. Birbirimize, Ahmet'in kendini esas alarak, ki sanrım bir kaçı dışında -ben öyle inanmak istedim- yaşadıklarından ele alınmış öykülerden oluşuyor. Her öykü, genelde ilişkiler üzerine. Eş cinsel ilişkiler... Bu gece bu bardaki kişi ile nasıl geçiririm, bu sanatçı ile nasıl flört ederim... Bu bina boyacısı ile nasıl röntgencilik yapıp, onu çıplak hayal ederim; ki buna acıyıp, çok güldüm. Küçümsemiyorum, ama beklediğim edebi anlatım şekli değil benim için sadece. Onun yazı üslubu, sanki sizle sohbet edermiş gibi, size röportajından bir kesit sunulurmuş gibi. Gerçi çok şeker biri kendisi.



Belki de bilerek, risk alarak kendini kurgulamış/kullanmıştır. Ama fazla aceleci ve fazla cümle tekrarlayıcı. Bu cümle tekrarlamaları beni yordu.

29 Kasım 2009 Pazar

En beğendiğim 10 film

Bu blog'a yazmaya başlayalı, en sevdiğim filmleri, ki özellikle The Dark Knight'ı izledikten sonra 2008'de tekrar gözden geçirmem gerek demiştim. Araya Frost/Nixon, Milk, Wall-E girdi, Twilight kitapları derken, ben habire film izleyip, kitap okudum. 2007'de Miyazaki filmlerini ve Kieslowski'nin Üç Renk filmlerini görüp, çok beğenmiştim. Ondan önce 2000'lerden bu yana ilk beş filmim vardı. En sevdiğim beş film bunlar deyip, pat diye sıralardım. Zamanla bu ikişerli sıralama (alternatifleri) ile bu sayı ona çıktı. Aslında izlediğim çok hoş filmler var, ondan fazla tabii. Bu ayın özel ciltli Sinema dergisini merak edip aldıkta; resmen boşluk, tavsiye etmem; en beğenilen 100 film listesi yapmışlar. Mutlaka görmelisiniz diye... Filmin birinci sırasında ne göreyim, Dövüş Kulübü. Güldüm tabii... Bu filmi anlayabilen var mı, sevdikleri kadar bari diye...



Sinema yazarlarına baktığımızda da çoğu kendi zevkine ve eskiye, özellikler 90'lara bağlı kalarak sıralamışlar beğenilerini. Kimisi hala "Bir Rüya için Ağıt" filmini överken, kimi benim hiç izlemediğim Doğu (Japonya/Hong Kong) filmini koymuş bir numarasına. Kızmıyorum; sonuçta herkesin beğenisi ayrı ama bunlar her türlü film izleyen, güncel olayları takip eden kişiler. Hiç mi yenilerden etkilenmiyorlar ya da hiç mi klasikleri beğenmiyorlar? Ya da bunlar normal benim gibi film izleyen kişiler... Yani diğer filmleri nasıl görmezden gelebiliyorlar anlayamıyorum. Bir de kimisi listesine Issız Adam'ı da eklemiş sanırım. Al bir de buradan yak hesabı...

Eric Brevig - Journey to the Center of the Earth

Çok ahım-sahım bir şey diye ummuştum ama TV'de izlenebilecek basit bir film buldum. Yer yer abuk-sabuk durumlara, detaylı ele alınamamış senaryosuna çok güldüm. 3D değil de, DVD halini izledim. 3D olabilecek yerleri de zaten hayal edebiliyorsunuz kurguya göre. Özellikle yere düşüş sahneleri çok, çok komik. Komik olduğu için değil de, aptallık içerdiği için. Aklıma Bugs Bunny'deki düşüncesiz intikam almaya çalışan Duffy Duck geldi hep.

27 Kasım 2009 Cuma

Twilight (again)

Yeğenler ile ne izleyelim derken, onlara Yeni Ay filminin tanıtımlarını göstermiştim; hepimizin istediği Twilight filmi olsun dediler. Kitaplarını biz okurken merak etmişlerdi zaten. Neyse filmi izledik. Biz iki kişi Yeni Ay filmini izlemiş olarak, ay bu ne salak bir filmmiş, çocuk işiymiş şeklinde tepki verdik. Vampirlerin hareketleri ne kadar yavaşmış. Bella ne kadar çocuk gibi, kısa. Edward zaten on beş yaşında gibi ve gene yamuk. Ne kadar çok piyano sesi var. Aaa, burda Robert şarkı söylüyordu di mi... Senaryoda aklımıza takılan, eksikleri tamamlar gibi yerine cuk oturan anahatar kelimeleri iki film arasıda daha iyi konumlandırdık. Yeni Ay cidden iyi bir prodüksiyon, daha fazla bütçe ile çekilmiş olgun bir filmmiş. Victoria'nın sahnesi ne kadar muhteşem... İlk filmde Charlie ne kadar kiloluymuş... Jessica kime benziyor diyordum Türklerden kaç gündür, şimdi buldum Doğa Rutkay... Twilight DVD'si güzeldi. O zamanlar güzeldi. Yeni Ay güzelliğini de ordan aldı zaten. Rosalie hariç tabii...

26 Kasım 2009 Perşembe

Yemekteyiz

Aslında huyum değildir TV izlemek, ama geçen kış takip ederdim bu programı. Hem güzel yemekler öğrenir, yapılışını izlerdik. Bir disiplin ve saygı vardı. Evet çok çok uzatılmış, "televole-yemek masalı" bir formdu; ki televole'den oldum olası nefret etmişimdir...



Zaman geçti ben elimi eteğimi çektim.

Zaten hala zaman zaman TV açıksa, ne var diye bir başımı çevip; bu ses kime ait, kim/ne görünüyor diye kısa süreliğine bakarım o kadar. Bu bakman ile sınırlı TV izlemem. NTV izlerdim, haberleri filan, artık oralı da değilim... Sadece kaçırmazsam Yaprak Dökümü'nü ve Aşk-ı Memnu'yu izliyorum sadece. Bunları izledikten sonra bir akşam ne var ne yok diye gezinilirken kanallarda, Yemekteyiz programının tekrarı vardı. Hatay kısmı yarışıyordu...



3 Kadın, 2 Erkek yarışmacı vardı. Genelde öyle mi bilmiyorum...

Dilek hanım adını kolay unutamayacağım galiba. Ki büyük bir şoktu benim için...



Dilek, Deniz, Yasemin hanımlar ile Hakan, çok yapmacık Şakir beyler yarışmacılar.

İlk yarışmacı Dilek hanımdı. Onun hazırlığından başladık izlemeye, final akşamına kadar da izledik.

Genç biri, ki Doğu'da genç evlenilir; ikinci akşam Deniz hanıma konuk olduğunda, ilk akşamı bana dediğiniz bırakmadınız diye, mıncık mıncık her şeye bir neden, bir söz buldu. Beğenmedi, beğenmedi, beğenmedi. Ve kontrol edemediği ses ton ile şımarık bir ergen yavrusundan farksızdı tavrı, kişiliği. Allah vergisi deyip kızamıyorum da ama cidden sinir bir durumdu. Şimdiye kadar gördüğüm en çocuksu şahsiyetti. Neyse... Asıl mevzu bu ondan kagaladı, bundan bir kırıntı tattı; en sonunda hiç bir şeyi beğenmedi ve aç kaldım ben deyip çantasında çıkarıp, göstere göstere çokonat'ını yedi tatlı yerine... Bende herhalde dalga geçiyorlar diye düşündüm bir yandan, bir yandna da ağzım açık kalakaldım TV karşısında. Evet çok rahat tavrı ile yemeğe gelen kişi, onca emeği bir çikolataya yok sayıverdi!



Ömrü hayatımda, sevmediğim tatları, bana dokunacağına kısaca "ben bunu evde de yemem, yanlış anlama" deyip başka bir sofra kibarca geri çevirdim. Ya da zoraki bir iki kaşık aldım. Ama hala hayatta yemeyeceğim şeyler vardır, neyse... Hiç bir zaman bir başkasının sofrasında ben aç kaldım deyip sofrada çantadan bir gofret, çikolata, bisküvi çıkarıp yemedim. Yememde. Yani bunu bana gelen biri yapsa, o an TV'nin karşısında ağzım açık kala düşündüğüm 1-2 saniyelik şaşkınlıkta, herhalde onu doğruca kovar, paldır küldür kapı önüne koyardım. Ne büyük bir hakaret bu ya. Aç kalmak istemezsem de bir parça ekmek yerim, çekilirim sofradan. Evimde yerim, doyururum karnımı... Ömrümde böyle hakaret görmemiştim; öyle ağzım açık kalakaldım.



Bu kişi sonra, son akşam da misafir olduğu yarışmacıda da aynısını tekrar edip bu sefer eti form çıkardı, başladı yemeye. İşte orada atışıp durduğu Deniz hanım iki kelime ile ona koca bir tokat yapıştırdı, yapıştırdı da anlamadı. "Senin terbiyen bu kadar mı, yediğin bisküviden ikram etmeyi bilmez misin?" gibi bir şey dedi... Dedi de...



Yani film kopmuş çoktan, millet parayı ben kazanayım diye artık yemekleri çay kaşığı kadar tadımlık yaparak yemeye başlamış. Aman bu hoş değiş, şusu var, busu var... Çoğu kişi aç dolaşıyor. Yemek seçme şansı dahi yok. Bulamıyor!!! Hoş yemek programı; yemek ve misafir ağırlama kültürünü esas alıp yarışılıyor ama içine o Türk'lere özgü "televole" girince, adabı çoktan bozulmuş. Bir de yemediklerini "acıtasyon yaparak" sokak hayvanlarına veriyorlarmış. O koca torbanın içinden hemde seçip bulacakta, yiyecek hayvan. Koy bir pet tabağa bırak, kaldırımın yanına. Hayvan yiyince de al pet tabağını at, geri dönüşüm kutusuna. Hem göbeğin küçülür hareket edince, hem ruhun zenginleşir iyilik yaptın diye... Neyse...

Kısalardan - French Roast

Filmin tanıtımını izledim henüz ama pek değişik bir şey değil. Gotik havada, Ratatuy'daki kötü eleştirmen misali bir kara/nlık/msarlık var. Müzikler hoş... Ama gene en iyisi değil. İlk filme göre daha iyi tabi...

25 Kasım 2009 Çarşamba

Kısalardan - The Cat Piano

Çoğu kısa filmi sanırım 2 yıl önce "Kibritçi Kız"ı aratırken Google'da, YouTube'te yer aldığını keşfettim. Bu yıl ki Oscar adayı kısa animasyonlardan "The Cat Piano"yu da burdan izledim. Bana TV'de gösterilen Batman çizgi filmlerini havasını anımsattı. Karanlık çizimler, sivri kedi çizimleri; birazda Alaaddin havası var... Anlatıcı olarak Nick Cave yer alıyor. Jazz söyleyen, çalan, bohem havasında özgür yaşayan kediler şehri diyarı güzel ama en iyi kısa animasyon değil bence. Sıradaki...

23 Kasım 2009 Pazartesi

Kısa animasyon filmi 2010 Oscar adayları

Kısa animasyon film adayları, en iyi on film olarak açıklanmış.





  1. “The Cat Piano,” Eddie White ve Ari Gibson, (The People’s Republic of Animation)

  2. “French Roast,” Fabrice O. Joubert, (Pumpkin Factory/Bibo Films)

  3. “Granny O’Grimm’s Sleeping Beauty,” Nicky Phelan ve Darragh O’Connell, (Brown Bag Films)

  4. “The Kinematograph,” Tomek Baginski, (Platige Image)

  5. “The Lady and the Reaper (La Dama y la Muerte),” Javier Recio Gracia, (Kandor Graphics and Green Moon)

  6. “Logorama,” Nicolas Schmerkin, (Autour de Minuit)

  7. “A Matter of Loaf and Death,” Nick Park, (Aardman Animations Ltd.)

  8. “Partly Cloudy,” Peter Sohn, (Pixar Animation Studios)

  9. “Runaway,” Cordell Barker, (National Film Board of Canada)

  10. “Variete,” Roelof van den Bergh, (il Luster Productions)



UP filminden önce Partly Coudy'yi izlemiştim. Hoş bir şeydi. Ama adaylar arasında Nick Park'ı görünce, hemen "aha! tamam. kazanan belli" dedim. Zira geçen kış TV için yaptıkları kısa Wallace ve Gromit, fırıncılık yaptıkları hikaye ile rahatlıkla ilk üçe kalır ve (önceki başarısı ve sevgime dayanarak) ödülü kazanan film olur diye de iddia ediyorum, hiç böyle bir huyum olmamasına rağmen :-D



Wallace ve Gromit şahane bir ikilidir. Nick'in yaratıcılığı müthiştir. Dur-çek tekniği filmlerde üstüne yoktur. İlk iki kısa animasyonu ile iki Oscar ve en son uzun animasyon "Wallace ve Gromit: Yaramaz Tavşan'a Karşı" filmi ile de üçüncü Oscar ödüllerini aldılar. Dördüncüsü de yolda diyorum, YouTube'te aday olan kısa filmin yapım hikayesinin bağlantı adresini veriyorum >> http://www.youtube.com/watch?v=GnkqlNPDu1E&feature=fvst



aday listesi alıntısı için kaynak:  http://theoscarboy.wordpress.com/2009/11/21/kisa-animasyon-aday-adaylari/

20 Kasım 2009 Cuma

Chris Weitz - The Twilight Saga: New Moon



Filmi izledik. Yorumum sonra... // Fotoğraflar, iTunes Yeni Ay podcast tanıtımlarından. Kolaj: MK. Sol üst: Laurent'in ölümü, Sağ üst: Edward'ın Bella ve Jacob ile karşılaşması, Sol alt: Bella, Edward ile Cullen'lerin doğum günü partisinde, Sağ alt: Victoria ormanda kurtlardan kaçarken.



23 Kasım 2009 Pazartesi // Filmi bugün ikinci kez izledikten sonra yazabilirim artık. İlkin 20 Kasım 2009'da Beylükdüzü AFM Sinemalarında 13:45 seansı ile izleyip merakımızı giderdikten sonra bugün Bakırköy Cinebonus Capacity'de 16:30 seansı ile filmi pekiştirmiş oldum.



Kitaplarını okuyup izlemiş olduğum için, Mart ayından bu yana, gene de geniş hali ile olayları bildiğim için film hali Yeni Ay'ın parça parça ondan bundan gösterilirmiş geldi bana. Her şeyden azar azar gibi... Öte yandan ilk filmi, Alacakaranlık'ı önce filmi izleyip, sonra kitabı okumuştum. Kitabını okuyunca tabii filmi daha iyi anlamıştım.



Beklediğim gibi değildi film. Ama kötü de değil. Kitabı okumayanlar beğenecektir. Kitabı okuyanlar da fazla beklenti içinde olmazsa beğenecektir. Ben daha posteri belli olduğu andan itibaren bu kahverengi tonu yakıştıramamış ve pek sevmemiştim. Kasım ayında gösterileceği için herhalde böyle seçmişler demiştim. Haksız da sayılmam, mevsimine uygun oldu. Tanıtımlarından izlediğim kadarı ile daha çok kurt adamlar ile vampirler arasında dövüş ve Bella'nın doğum günü akşamı için daha geniş anlatımlar ummuştum. Bella'nın, Edward tarafından terk edilince ormanda çamura bulanışını, daha trajik hayal etmiştim. Tıpkı kendini uçurumdan atarken ki gibi... Volturi ailesini daha farklı hayal etmiştim... Yazarın dediği gibi herkes kitabı okurken karakterleri farklı hayal edebilir, önemli olan burda yönetmenin bunu (ortalama olarak) izleyiciye güzel sunması; satın-alınabilir olması... Film izlenmezse, döngü devam etmez sonuçta.



En beğendiğim sahne tama yakın hali ile kullanılan Thom Yorke'un "Hearing Damage" şarkısı eşliğinde Victoria'yı ormanda kovalama sahnesiydi. Hem Charlie'nin, hem Victoria'nın, hem de Bella'nın acılarını hissettikleri ve bunu "Matrix-Jump" tarzı yavaşlama-hızlanma efekleri eşliğinde yapması muhteşemdi. Ki ikince kez filmi izlerken, sırf bu anın keyfini bir kez daha sürdüm... İkincsi ise, Bella'nın zaman değişse de aynı yerde kalmasını ifade eden, odasından etrafın değişmesi sahnesi oldu. Örnek müzik olarak Lykke Li'den "Possibility" çalıyordu...



En çok güldüğüm sahne ise Voltori'lere gösterilirken bizim de gördüğümüz Edward ile Bella'nın vampir olup, Türk filmlerindeki gibi mutlu bir halde kırlarda koşma sahnesi idi. Sonra Jessica'nın monoloğu sahnesi de çok hoştu... Ve tabii ki Bella'nın kabus gördüğü, haykırarark uyandığı sahneler...



Yönetmenin bu projeye tek katkısı "Wolf Pack" diye isimlendirdikleri at büyüklüğündeki kurt adamları yaratması olmuş. Ne yazık ki etraflarında insan olmadığı zaman bu kurt adamlar, ormanda dolaşan normal kurt gibi kalmış. Voltori'leri çok sivri yapmışlar. Şatoda yaşayan aristokratlar misali. Eski kont drakula filmlerindeki vampirler gibi olmuş. "Aro" rolündeki Michael Sheen, hoştu. "Jane" rolündeki Dakoto çok sinirdi. Kısa ama ukala hali ile akılda kalıcı idi.



Rosalie en, en çirkin Cullen olmuş. Makyajı ve saçı iğreçti. Güzellik abidsi olarak anlatılması ile burdaki hali tam tezat. Tüm Cullen'lerdeki o kocaman topaz renk lensler, kestane kadar gözleri olmasını sağlamış. Çok abartı duruyorlardı. Jasper'de yandan kesilmiş dağ gibi, daha çok yan profilden görülüyordu, kamera onu gösterdiğinde. En komiği de hep acı çeken, yamuk duran Edward'dı... O da daha çok kahverengi tonda ve yan profildi... Ona "küçük emrah" diye takıldık... Jacob'ın kısa saçlı hali çok karizmatikti!



Şu ara izlenecek en düzgün filmlerden Yeni Ay. Bence izlenilmeli, kitabı da okunulmalı. Çok hoş bir aşk hikayesi... Bakalım 2010'da gösterime girecek olan ve çekilmiş olan "Tutulma" filmi nasıl olacak? Merakla bekliyoruz...

17 Kasım 2009 Salı

Özlem Tekin - Tek Başıma

4 yıldız

Rihanna - Rated R













Albümden çıkan/çıkacak "Russian Roulette", "Hard", "Wait Your Turn" gayet iyiler. Onun dışında en beğendiğim "Rude Boy" oldu. Justin'in yazdığı "Cold Case Love" da fena değil. Genel anlamda siber boşlukta, elektronik baslar-ritmler, zaman zaman rock gitar tınıları, ilişlikler üzerine yapılmış modern R&B albümü olmuş. Bir önceki albüme göre farklı bir kıyaslama olur ama daha olgun; genel anlamda daha az başarılı bir albüm. Açıklık-çıplaklık; sanırım hep Madonna "Erotica" albümü ile kıyaslanacak olsa da; bunu her kişi/sanatçı için "bir olgunluk ve ifade etme özgürlüğü ile dışa vurum olarak" eşleştirmek, daha doğru olur. Bu birazda "ben büyüdüm" demenin başka bir yolu. 18 yaş ve üstü için. Ne de olsa derin ilişkiler bu yaştan sonra yaşanıyor... // Fotoğraflar, Wikipedia English'ten.

15 Kasım 2009 Pazar

Ahmet Tulgar - Volkan'ın Romanı

Ahmet Tulgar daha önce gazeteden takip ettiğim biriydi. Çakırkeyif bir adama benziyordu... Bana göre ropörtajcılıkta kadınlarda Ayşe Arman, erkeklerde de Ahmet Tulgar'dı en keyiflisi, en cesuru, en başarılısıydı...



Gel gelim bu kitabı merakla okumaya başlamama rağmen, çok ağır ilerleyen; yer yer "tek bir cümle" manasını çoğaltılmış cümleler şeklinde bir sayfa boyunca okumak, ister istemez ağzında geveler gibi istemediğin bir şeyi, devam etmiyor, ettiremiyor bünye... Benim bile yazı biçimim değişivermiş hemen...



Az kaldı, umarım sonu güzel biter.



23 Kasım 2009 // 19 Kasım günü romanı bitirdim. Yer yer yazarın kendini de içine katması, güncel olarak gelişen olaylar-güncelle kurgu iç içe şeklinde işlemiş yazısı. Yer yer çok dikkatimi çeken, beni boğan, tıkayan bir anlatımı vardı: adam ayağını kadırıp adım attıyı ifade ederken; o kadar uzatıyor ki, eh-öh-pöf dedirtiyor. Bu manada beğenmedim romanı. Komplo teorisi üzerinden giderken, güncel olabilecek bir karamsar polis ayrımcılığını anlattığını varsayıyorum. Yer yer kominizim ve örgüt söylemlerini okumak beni rahatsız etti. Ki kominizim propagandası yaptığı için hapis yatmış. Kominizim bana hep hoş gürünmüş ama bir türlü var olamamış bir ütopya gibi gelmiştir, gelir. Komünist bir sistemde yaşadığım için, az çok bir anım var. O yüzden onu savunmanın modasının geçtiğini düşünüyorum. Kitabı beğenmediğim için tavsiye de etmiyorum. Aldığım baskı hala tükenmeyen ilk basım olduğunun göz önünde bulundurursak, makul karşılanır açıklamam.



Ama hala tadı damağımdadır röportajlarının...

13 Kasım 2009 Cuma

Oscar 2010 Animasyonları

Bir blogtan öğrendim, Oscar 2010 için yarışmaya aday olan ilk elemedeki, toplam 20 animasyon belli olmuş. Bu yıl en iyi film adaylığı ona geri çekilmişken, bakalım "En iyi Animasyon (uzun metrajda)" film adaylığı üçten, beşe yükselebilecek mi?...



Adaylar:



  1. “Alvin and the Chipmunks: The Squeakquel”

  2. “Astro Boy”

  3. “Battle for Terra”

  4. “Cloudy with a Chance of Meatballs”

  5. “Coraline”

  6. “Disney’s A Christmas Carol”

  7. “The Dolphin – Story of a Dreamer”

  8. “Fantastic Mr. Fox”

  9. “Ice Age: Dawn of the Dinosaurs”

  10. “Mary and Max”

  11. “The Missing Lynx”

  12. “Monsters vs. Aliens”

  13. “9”

  14. “Planet 51”

  15. “Ponyo”

  16. “The Princess and the Frog”

  17. “The Secret of Kells”

  18. “Tinker Bell and the Lost Treasure”

  19. “A Town Called Panic”

  20. “Up”



Koyu puntolu olan filmler şimdiye kadar izlediklerim. Ama benim için heyecan verici olarak "A Christmas Carol" ve "9" ile "Fantastic Mr. Fox" filmleri yer alıyor. "Kutup Ekspresi" ile iyi iş çıkaran, "Canavar Ev" ile tekrar aday olan Robert Zemeckis merak ettiklerimden. Tim Burton işi "9" da öyle...



Benim aday kalacak tahminlerim;



  1. Ponyo

  2. Up

  3. 9

  4. Fantastic Mr. Fox

  5. A Christmas Carol



Ponyo için şimdi aklıma geldi, Shrek'teki gibi "En iyi Uyarlama Senaryo" dalında da Oscar adayı olmasını dilerim. Zira Küçük Deniz kızı hikayesinden güzel film yaratmış usta Miyazaki...



liste için kaynak: http://theoscarboy.wordpress.com/2009/11/12/20-animasyon/

12 Kasım 2009 Perşembe

Apparat - Walls

Güzel...

Sakin. Dinlendirici bir albüm...



"Not a Number" her dinleyişimde Memoirs of a Geisha filmini hatırlatıyor bana.

"Holdon" ve Sasha'nın Invol2ver albümündne tanıyıp sevdiğim "Arcadia" güzel.

"Like a Porcelain" hoş...



Mine'nin "Benim Günüm" EP'sini dinledikten sonra anlıyorum ki, oldukça müzikal olarak etkilenmiş Apparat'tan. İyi de etmiş. Kendini ifade etme biçimi, elektronik müzik ile oldukça başarılı.

8 Kasım 2009 Pazar

Tüyap 2009

Bugün Tüyap kitap fuarı ve sanat fuarındaydık Çok yürüdük, çok yoruldum. Komik fotoğraflar çektirdik. İstediğim kitapları aldım. Balon alıp, elimde salladım; keyifliydi...

6 Kasım 2009 Cuma

Anne Fontaine - Coco avant Chanel

Cuma günü fırsatım olursa, "Coco, Chanel'den Önce" filmini izleyeceğim. Audrey Tautou'nun oyunculuğunu çok merak ediyorum. Umarım güzel bir dönem filmidir ve kendiside bu yıl "En iyi Kadın Oyuncu" dalında Oscar adayı olur.



Filmden sonra, 6 Kasım 2009, gece //

Evet filmi izledim. Beklediğim gibi şahane bir şey değildi, mesela "La Mome" gibi değildi. Ona benzerdi ama oyunculuklar zayıf. Audrey, zayıf olduğu için mi, tipinden mi; karaktere tam olgunluğunu yansıtamıyor. Evet güzel oynuyor, şarkı söylüyor, o kara gözleri ile etrafı iyi gözlemliyor ama... İşte o ama her şeyi eksik bırakıyor. 3 yıldız verebilirim filme. Dönem filmi. Chanel olmadan önce Coco lakaplı Gabrielle'nin çocukluğu ve gençliğini anlatıyor. Tanıştığı albay mı, yüzbaşı mı o daha çok dikkatimi çekti. O daha iyi oynamış filmde. Akmış hatta... Kostümler güzel, belki Oscar adayı olabilir ama Marie Antonnette gibi şaşalı ve ödül alacak türden değil. Zaten Monet'in Bahçedeki Kadın tablosu gibi dantel ve tül giyimli kadınlara çok güldüm. Kafalarındaki tüylü şapkalar ile Coco'nun dalga geçtiği gibi, bana deniz kenarındaki martı kuşlarını hatırlattı hep.



Sonuç, dram, yer yer sıkıcı, ama seyirlik, hoş film. Coco'nn çoğu fikrine, öz güvenine, saygı görme isteğine, boşvermişliğe karşı çıkışına, martı kuşları arasında siyah bir karga gibi ışıl ışıl parlamasına hayran kaldım. Tıpkı Madonna gibi. Bir kadın her zaman kendine bakabilmeli, kendine yetebilmeli ve erkekleri sadece araç olarak kullanabilmeli. Titanik'teki Rose gibi hiç bir zaman vazgeçmemeli...



Unutmadan, Coco'nun dans ederken giydiği siyah sade dekolte elbisesi, mavi çizgili bluzu ve filmin sonunda merdivenlerden yansıyan güzelliği ile zarif takımı muhteşem. Ayrıca Boy'un karizması, giydiği koyu mavi takımı, smokini çok şık, ona çok yakışıyor; Daniel Day-Lewis misali bıyıklı yüzü ifadesi, Ralph Fiennes gibi keskin bakışları ise insanın içine işliyor...

Sam Mendes - Road to Perdition

Geç izlediğim filmlerden biri yine... Paul Newman'a bayıldım. oyunculuğu enfes! Hemen film biter bitmez, "En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu" Oscar ödülünü kim almış diye baktım... Ama Chris Cooper'da çok iyiydi. Görüntüler enfes! Zaten Oscar aldı (sonunda Conrad!). Tom Hanks gene övgüyü hak ediyor. Daniel Graig, arıza oğul imajı ile Eastern Promises'teki Vincent Cassel'i hatırlattı. Tabii bu film daha önce yapılmış! Jude Law iyi; ama kendisine gıcık oluyorum ve hiç beğenmiyorum. Sam Mendes'e diyecek söz yok. Kendisi Amerikan Güzeli'nden favorim. Güzel bir filmmiş. 4 yıldız...

Herbert Ross - The Secret of My Success

1987 yapımı bu filmi izlerken çok güldüm. Michael J. Fox'un baş rolde olduğu bu filmi "iş yerinde geçen bir komedi" diye aldım; ki öyle de çıktı. 1980'lerin yansıltıldığı birebir benzer müzikler, asi havalar, başarma hırsı/hayal dünyası, o zamanın modası ve saç stilleri..! Lady GaGa'yı bol bol aklımdan geçirdim... Müziklerini David Foster'in yaptığı, ki sanırım Whitney Houston'un prodüktörüydü son zamanlarda, sonlara doğru 4'lü ilişki ile gayet eğlenceli. Aşk-ı Memnu kadar açık değil, sansasyonel değil ama üstü kapalı, gösteri ile ifade edilen "bilinç altı" anlatımı süper. Hele ki çılgın yengeye bayıldım. Kadınlar bir zamanlar (ve hala) ne kadar moda etrafında kontrol edilirmiş... (örnek: Ahu Tuğba stili) Ve şu aynı çıs-tak cıs-tak pop-rock müziği yok mu; ölüyorum ona. İğrenç ötesi bir şey. Allah'tan teknoloji gelişti de, elektronik müzik var. Lady GaGa hoş tabi, yeni basım albümü de 80'ler tarzında... Hadi bakalım, 3 yıldız...

5 Kasım 2009 Perşembe

Victor Fleming - Gone with the Wind

Banu Alkan'ın ayıla bayıla hep övdüğü, izlenmesi gereken ve kendisinin en beğendiği film diye daha önce TV'den aklımda kalanlar bunlar... Herhalde kendisini o filmde oynuyor sanıyordu, neyse... Margaret Mitchell'in Pulitzer Ödüllü, ilk ve tek kitabından sinemaya uyarlanmış film, 13 dalda Oscar adayı olup, 8 tane kazanmış; daha sonra 2 tane de Özel Oscar ödülü daha almış. İlk tamamı renkli çekilmiş Oscar ödülü alan ve Oscar ödülü almış en uzun süreli film (3 saat 54 dakika). Ve zamanında 17 kategoride  adaylık varken 13 tanesine aday olmuş, yine ilk kez 6 ödülden fazla Oscar kazanmış film. Akademi, En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve En iyi Şarkı adaylıkları vermemiş filme; verseymiş 15 dalda aday olan ilk ve tek film olurmuş... Neyse yaklaşık 4 saat dayanıp, izleyebilecek miyim? "Giant" filminden beğenim var eski filmlere, neden olmasın...



8 Kasım 2009, 01:35 //

Filmi izliyorum! Orta kısmına geldik...

Gülmekten öldüm. Uzun zamandır böyle eğlenceli bir film izlemedim. Scarlette süper bi' şey. Aklıma hep Banu Alkan'ı getiriyor. Eski filmlere de bayılıyorum! "Overture" ile açılıp, kapanış yazılarını önce, film açılışı yerine veriyorlar. Oyuncular tanıtılıp, sonra film başlıyor. Ah Scarlette, ah... Koca kasaba, şehir yandı; o hala nerde benim beş çayım diyor...  Tavrı "Teldeki Kuş" filmindeki Goldie Hown'a benziyor... Şehir Yakiler tarafından yakılıp, yıkılıyor; yiyecek, giyecek bir şey yok; binalar yakılmış yıkılmış, o baloya gitmek istiyor... Askerler ölü, ölmek üzre yerde yatıyor, yardım istiyor; o bana bulaşmayın diyor... Tanrım! Bu kadarı olmaz... Ne güldüm ya... Süper! Drama da kahkaha atıyorum, ne garip...



8 Kasım 2009, 03:45 //

Ay ne güldüm ne güldüm yarabbim... Red ve Scarlette izlediğim en kaçık, en müthiş zıtlı çift. Kim kime laf sokacak diye müthiş bir senaryo yazılmış. Olağanüstü! Ağır bir dram izleyeceğimi düşünüp, çekinirken hayatımda izlediğim en güzel komedilerden biriydi. Gece yarısı kahkaha atarken utandım bile. Hem komşuları uyandırmaktan, hem dram tarzı bir filmde gülmekten... Mükemmel bir film! Herhalde tam doğru zamanda izlemişim. Ay süper, süper! Yönetim, görüntüler, ses mükemmel. Dadı rolündeki kadının oyunculuğu mükemmel. Scarlett, izlediğim en iyi kadın oyuncu performanslarından biri. Kadın başından bir ömü geçer gibi bir sürü şey geçiyor ve "Olsun, yarın yeni bir gün" deyip sil baştan yapıyor. Ashley rolündeki adam da çok iyi. Ama Oscar adayı olmamış. Zenci küçük kız vardı bi' de ona da çok güldüm. Kaçkın gibi konuşmaları ve tavrı mükemmeldi. Aslıda senaryo sanki tiyatro gibi herkes olup bitenin farkında ama statülerini de unutmuyorlar. Neyse uyayım artık, bol bol gülerim artık...

Jack Johnson - En Concert

4 yıldız... Sade, dinlendirici ve seyirci sesi az; gece dinlenmesi ayrıca keyif veren bir konser albümü.

3 Kasım 2009 Salı

Mariah Carey - Memoirs of An Imperfect Angel

3 belki de 2 yıldız... Vokaller iyi de her şey vokal değil. Ritmler aynı, sözler kişisel tamam, ama albüm bir inişli bir çıkışlı. "Obsessed" ve "I Want to Know What Love Is" ilk iki single, "Candy Bling", "Angel Cry", "Betcha Gon' Know (The Prologue)" kayıtları hoş. Üçüncü single "H.A.T.E.U." olacakmış. "Obsessed" tamamen (ki sonradan öğrendim; erkek hayranları olan bir kadın sanatçı neden "takıntılısın bana" diye şarkı yapar diyordum) Eminem'im atıp-tutmaları için yapılmış "tokat şeklinde" bir kayıt. Vokader efektli vokaller ve biterken ki nakaratı çok hoşuma gidiyor. Bu albümden henüz ABD Top 100 listesinde bir numara olabilen kayıt çıkmadı. Toplamda 18 tane bir numara olmuş kaydı bulunan Mimi'nin tek rakibi 20 tane bir numara ile The Beatles. Çok kalmaz, bu azimle bu rekoru kırar Mimi... 17 kayıtlık albümün 5'i geçiş kaydı, 12 tanesi esas şarkı. Göğüslerine ve çıplaklığını ifade takıntısı, Zohan'daki aptal sarışın oyuncluğuna, Precious'teki oyunculuğuna, Mariah kendini sil baştan yaratmaya devam ediyor...

2 Kasım 2009 Pazartesi

Göksel - Körebe

Sonunda CapaCity D&R'da bulup aldım kompakt diskini... Bütün yaz, albüm başka başka yerlerde idi, yeni baskısı yapılmıyordu; kim sormalarımı kale alıp, getirdi ise albümü, teşekkür ediyorum!

Planet Earth - Disk 4

1 Kasım 2009 Pazar

Planet Earth - Disk 3

Kasım 2009'da

  • "Coco Avant Chanel" filmini

  • "Twilight Saga: New Moon" filmini

  • "Kıskanmak" filmindeki rolü ile Altın Portakal kazanan, Hatırla Sevgili'den beğendiğim Nergis Öztürk'ü izlemek Ayşe Arman röportaj problemini okuduktan sonra Zeki Demirkubuz'un tavrını hiç beğenmedim ve filme gitmemeye karar verdim. İnsanları, hele ki sağlık sorunları olduğunda, dinlemeyip baştan savma sebepler ile kıyaslayan kişileri anlayamıyorum. Kendi başlarına geldiğinde, nasıl olurmuş görürler o zaman diyorum sadece.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Ponyo

Ponyo'yu maalesef ki sinemada izleyemedim. Sadece Kanyon'da gösterimi vardı, yanlış hatırlamıyorsam. Pişman değilim; zaman olarakta uygun değildi. Ama bu çok istediğim bir şey için özür ya da neden değil. DVD'de izleyince, yoğun bir dönemde gitmekten vazgeçtim. Oysa hep hayalimdi bir Miyazaki filmini sinemada izlemek. Umarım başka sefere olur.



"Up" filmini gördüm. Ama o kadar etkilenmedim. Geçen yıl ki Wall-E kadar değil hani. Ponyo'nun bu yıl en iyi animasyon dalında aday olacağını düşünüyorum. İzlediğim üç animasyon, Buz Devri 3, Up, Ponyo arasında sıralma yapacaksam Ponyo, Up, Buz Devri 3 derim. Up, evet güzel bir senaryosu var, özgün senaryo için aday olabilir. Up ile Ponyo'nun ikisinde de Faber-Castell kuru boyama kalemi ile boyanmış gibi izlenimler var. Bu konuda benzerler. Belki de bu yıl, tarz böyle.

24 Ekim 2009 Cumartesi

Planet Earth - Disk 1

İnanılmaz...



Belgesel anlatıcılığından ziyade, devamlı dönüşen görüntüler, inanılmaz anlar;örneğin matrix misali büyük beyaz köpekbalığının fok avlamasını 1 saniyede gerçekleştirmesine rağmen, siz bunu o şok edici inanılmaz görsellikle izleyebiliyorsunuz. Apple Kar Leoparı sürümünü çıkara dursun, ilk kez bir kar leoparının görüntülerini ve avlanmasını görüyorsunuz... Kutup ayısı, İmparator penguenleri, fok, penguen, kuş vb bir çok belgeseli izledim. Bu bunlardan başka bir şey. Kesme, parçalama vs gibi şiddet içeren belgesellerden değil bu. Bilgilendirme ve olduğunu gösteren, mahremiyete saygılı; en önemlisi müthiş bir görselliği ve HD görüntü kalitesi var. sanki Dünya'yı yukarıdan izliyormuş, odaklanıyor, bakınıyor, bulutlarla rüzgarda süzülüyormuşsunuz  izlenimi yaratıyor.



Disk birde; From the Pole to Pole, Mountains, Fresh Water başlıkları var. 5 yıldız.

23 Ekim 2009 Cuma

Hiroyuki Morita - The Cat Returns

Yüreğinin Sesi animasyonunda geçen küçük bir hikayeydi Baron. Ama burda o pofuduk kedi Moota olsun, Baron olsun çok tatlılar. Zaten bugün bol bol kedi sevdim, mutlulukta üstüme yok; birde bu filmi izleyince pek keyiflendim. Haru üstüne fazla düşülmemiş ama belki bu tarz, bir seçim. Yer yer karamsar etki verse de, beklenmedik anda güldüren ve sihirli bir macera çıkaran hoş bir animasyon... 3 yıldız.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Steven Spielberg - Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull

Ay böyle salak, saçma bir film görmedim. Serinin en kötü, en berbat filmi. Zoraki olarak yapıldığı her andan beri belli. 70 yaşına yaklaşan bir Harrison Ford'u hala ne diye gençlik ateşinden düşmemiş bir Indy olarak oynatmışlar, hele ki olur da olur bu kadar olur dercesine karşımıza çıkan Marion; ve ne hikmetse sinir olduğum Shia'da serseri ahmak oğul rolünde. Tencere yuvarlanmış... Cate'ti sempatik mi buluyorum nedir; rolünün üstesinden hakkıyla gelip, filmi de kurtarıyor. Hikaye ise boktan. Indy'ye bir uzaylıların karışmadığı kaldıydı, o tam olmuş! İlk açılış sahnesi ile bayağı etkileyen ve merak uyandıran bu dördüncü film, süper bir çöplük! İyi ki sinemada izlememişim... (eksi) 1 yıldız.

16 Ekim 2009 Cuma

Pete Docter & Bob Peterson - Up

Maalesef ki 3-D olarak izleyemedik; ama gene de keyifli, ikinci yarısı daha hareketli bir film. Senaryosu güzel. 4 yıldız. Oscar için pek ümitlenmedim.



Up'tan önce gösterilen, Partly Cloudy isimli kısa animasyonda çok keyifliydi.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Nil Karaibrahimgil - Duma Duma Dum

Nil'in ikinci vidyosu, Duma Duma Dum albüm en beğendiğim şarkılarından biriydi. Kliplendirilmesi de çok doğru seçim. Yaratıcı ekibi ve güzel klibi hazırlayanları kutluyorum. O şişen balon adamlar ile ancak bu kadar güzel bir iş çıkabilirdi. Nil'inde Björk'ümsü keskin ve deli dolu makyajı ve kostümü çok hoş olmuş. Şarkıdaki mandolin seslerine hayranım...

12 Ekim 2009 Pazartesi

Elif Şafak - Aşk

4 yıldız. Güzel bir kitap... Okurken aklıma "Kung Fu Panda" filmi geldi. Ordaki farenin endişesine benzer bir endişe vardı. Japon animasyonlar aklıma geldi. Onların mimik, kızma hareketleri... Kısa saçlı Ella'yı, Angela Merkel, Hillary Clinton'a benzettim; öyle hayal ettim. David'i, Gani Müjde gibi bir adam olarak düşledim. Şems'i, Mumya filmindeki Siyah saçlı, kılıçlı İslami savaşçı olarak (gerçek adı Oded Fehr) gibi düşündüm. Yakışıklı, mert ve çekici... Ve hikaye ilerleyişini polise ifade verirmiş gibi, evvel zaman Türk/Osmanlı filmlerindeki anlatıma benzettim. Şeyh Yasin'i Güven Kıraç'ın Takva'daki rolüne, Baybars'ı da Devrim Saltoğlu'nun sakallı haline benzettim... Ön kapaktaki erguvan yaprağının ince uçlardaki damarlarını, yanmaya çalışan neonlara/denize varmaya çalışan ırmak kollarına benzettim... Kimya'nın Şems'e aşkını da ""Memoirs of a Geisha" filmindeki Sayuri ile Başkan arasındaki aşk gibi düşledim... Ve kendi şiirim "Soğuk Bir Düş" ile ipm son dizelerine sufi yaklaşım ile yazmışım diye kendimce sevindim... En çokta "saf-i, gerçek aşkı" bulup, özümsediğim için Jack ve Ennis'in aşkı geldi aklıma... Özgün, evrenel ve birbirini tanımlayan "anahtar-kilit" aşkını... Aynı kitapta dendiği gibi, ipek elde etmek için ipek böceğini feda etmek gerekir....

10 Ekim 2009 Cumartesi

Bahsedeceklerim...

Kitap //

dünya ve uzay - tübitak

alice aynanın içinden - bordo siyah

foto sabah resimleri - everest

seksen günde devri alem - bordo siyah

aşk - doğan kitap

ülke ülke dünya atlası özel koleksiyon 2009 - atlas





Dergi //

cnbc-e ekim

cnbc-e eylül

blue jean ekim

blue jean eylül





Film //

indiana jones - 4 bölüm

broken emraces





Müzik //

nil kıyısında - sony

la roux - polydor

barbra streisand - sony

celebration single, video, 2 cd - warner bros

mistake single - little idiot

voltaic live recorgings - nonesuch records

get it right single - universal

i love you - downtown music llc

45:33 remixes - dfa

jimpster selected remixes 2004-2008 - freerange

ready for the weekend - ultra records

chemically happy (is the the new sad) - strange feeling

glasgow kiss - urban torque management

one love - emi

ellipse - megaphonic records

hitmixes - interscope records

disburbia remixes - the island def jam music group

pieces in a modern style - maverick

whitney houston - rca/jive label group

get wild - ultra records

i am... sasha fierce - sony

diva remixes -sony

halo remixes - sony

kid a deluxe edition - emi

my oracle lives uptown - kobalt digital

take me to the hospital - cooking vinyl

take my breath away - kompakt

benim günüm - mess productions

öz - aria music

left right left rgiht left - coldplay.com free download

viva la vida - emi

prospekt's march - emi

decode single - chop shop records

ingonce single - atlantic records

everything's here / liquid thang - dig deeper

sweet dreams remixes - sony

million dollar bill - rca/jive

scars - ultra

southern soul - buzzin' fly

bulletproof - polydor

broken-hearted girl - sony

tonque n' cheek - dirtee stank recordings

billie jean - rocco & danny marquez

this must be it - emi

cbnc-e soundtrack - cnbc-e dergi promo

i want to know what love is remixes - the island def jam music group and mariah carey

harder better faster stronger japan edition single - daft life

revolution 909 single - daft life

daft club - daft life

human after all remixes - daft life

feeling pulled apart by horses - _xurbia _xendless

it's like that - arista

around the world - daft life

nothing fails - warner bros

what it feels like for a girl - warner bros

for lack of a better name - ultra





Audiobook //

fantastic mr. fox - harper audio

paranoia - macmillan audio



Güncel//

MJ ölümü

Lady GaGa

Beyoncé

Ponyo

Best of Göksel

TV reklamları

gazete reklamları

hürriyet

9 Ekim 2009 Cuma

Pedro Almodovar - Los Abrazos Rotos

Broken Hugs, Broken Embraces ya da çevirenin adı ile Parçalanmış Kucaklaşmalar, Pedro Almodovar'ın 2009 Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarıştığı son filmi.





Başrolunde Oscar ödüllü Penelopé Cruz, Volver'den kadın oyuncu Blanca Portillo, Sting ve Bill Murray karışımındaki erkek oyuncu Lluis Homar ve Metin Sezelli'ye benzer erkek oyuncu José Luis Gomez yer alıyor.





Film, konusu ile yer yer kesilip anlatılan kurgu/hikaye taslağı ile zamanla sıkıyor. Ne demek istediği sondan başa gibi ilerliyor. Görüntüler, yönetim güzel. Penelopé zengin bir iş adamının metresi rolünde gayet güzel, dinç. İki isim arasında sıkışmış, düzücü, kör bir yazar/gören bir film yönetmeni oyunu ile Lluis Homar başarılı. Ben en çok acınası surati ile sürekli bir stres çeken menejer/prodüktörü oynayan Blanca Portillo'yu çok beğendim. Yüz mimikleri, saç sekli ve makyajı bana hep Felicity Huffman'ını anımsatıyor.





Film eskiye gidip, eskide geçen bir gizli aşkı anlatıyor. Lost Highway misali bir seks/kaçma/intikam alma süreci burda da var. Her filminde yaptığı gibi, "Tim Burton filmlerindeki kadar özenli kostümleri" ile kadınlar; kendindne emin ve umarsızca seksten konuşup, hemcinsi ile hemen kaynaşıp; "ah canım bende bir bomba var, nerden geldi bilmiyorum ama polis yakalar diye korkuyorum. bu korku bana basacağına, yoldaki yakışıklı bana bassın istiyorum. acaba bir kaç gün sende kalsa, nasıl olur; sonra ben gelip alırım gene bunu" demeleri beni gülmekten öldürüyor. Bu birazda nahoş bir kadınlık içgüdüsü ile bana eski bir arkadaşı anımsatıyor...





Açıkçası beklediğimden değişik (ve beklentimin altında) bir dram/gerilim. Müzikleri, atmosferine göre çok iyi. Bunu unutmadan ekleyelim...





2010 Oscar adaylıklarında pek şans tanımıyorum. Belki özgün senaryo, belki açılıp saçıldığı için Penelopé Cruz'a bir adaylık gelebilir; muamma elbet. Ama yardımcı kadın oyuncu olarak Blanca Portilla'nın aday olmasını isterim. Volver'deki rolünü dediğim gibi ben çok beğenmiştim.



2 yıldız.

25 Eylül 2009 Cuma

Basement Jaxx - Scars

Grammy ödülünden sonraki ilk stüdyo albüm, fena değil; çok iyi de değil. 3,5 yıldız. Scars, Saga, She's No Good favorilerim...

20 Eylül 2009 Pazar

Steven Spielberg - Indiana Jones and the Last Crusade

Üçüncü ve 80'lere göre sonuncu İndian Jones filmi. Daha eli yüzü düzgün, hikayesi iyi film. Sean Connery, Baba Henry Jones rolü ile çok başarılı... Yılanlardan neden korktuğu anlaşılan gençlik Indy ile başlayan film, sonlara doğru ritmi artan hikayesi ile ikinci filme göre daha beğendiğim bölüm oldu. "Junior" yakıştırması, İtalya macerası, güvenilmez ama vazgeçilmez kadınlar, hikayenin kendini toplaması güzel yanları... 3 yıldız.

15 Eylül 2009 Salı

Steven Spielberg - Indiana Jones and the Temple of Doom

Devam filmi olmasının ötesinde, ilkinin çok arkasında kalan bir film. Evet izleniyor ama yer yer sıkıyor, hikaye tıkanır gibi oluyor, ne olup biteceği tahmin edilebiliyor... Çocukluğumdan daha hatırladığım çorbanın içinde gözlerin çıkması, uzun süre çorbadan midemin bulanmasına neden olmuştu. Ama yerli kabilenin magmaya adam indirip, kurban verme sahneleri ve efektleri çok süper. İlk filme 10 dersek, bu film anca 2 gibi bir şey ediyor... George Lucas'ın yaratıcı ve entellektüel zekasının hayranıyım evet ama, bu kez olmamış... 2 yıldız.

13 Eylül 2009 Pazar

Steven Spielberg - Raiders of the Lost Ark

Uzun zaman sonra izlediğim en keyifli filmlerden biriydi... Görselliği, sinema anlatımı, hikayesi hem özgün hem "En iyi Film" Oscar adayı olabilecek kadar kaliteliydi. İzlediğim (ki sizin de) en iyi İndian Jones filmi. 4 yıldız...

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Nanni Moretti - The Son's Room

Oldukça övülmüş, vs içerikli bir filmmiş diye alıp izledim ve hiç beğenmedim. Film ilk baştanberi sonun ne zaman geleceğini, yani kazanın olup, adamın evladını kaybetmesini bekletir hale getiriyor. Tip itibari ile aklıma hep Yaprak Dökümü'ndeki kahveci Ahmet Bey geldi. Filmin ilk %30 geçtikten sonra, 4 kişilik aile 3 kişi kalıyor ve depresyona giriyor. Bu uzun bir süre devam ediyor... Hala devam ediyor ki siz d esıkıntıdan depresyona giriyorsunuz; ne zaman bitecek bu film, ne saçma konu, hep dönüp dolaşıp aynı şeyi söylüyor diye...

Biri kaybetmek, çok sevdiğiniz biri mesela; insan bu kadar üzülür mü? Şahsen ben bu kadar yıkılmam. Şu an fikrim bu. Ama 1 saat aynı konuyu işleyen bu film yerinine, "Brokeback Mountain"da kısa bir sahne, kaybedilen kişinin ne kadar önem taşıdığını, sizi vurarak, yıkarak çok güzel anlatıyor.
Hem her aile böyle salya sümük, bir birine bağlı değil. Altın Palmiye almış ama bana hitap etmedi. 2 yıldız.

28 Ağustos 2009 Cuma

Steven Soderbergh - My Girlfriend Experience

İlginç bir konusu olan sanırım belgesel olarak sınıflandırılan bir film. Apple film tanıtımlarında fragmanını görmüştüm. Eskort bir kız ve spor hocası olan erkek arkadaşı ve kızın güncel yaşantısı ile eskortluk hikayesini anlatıyor. Yani hem eskortsun, hem de normal bir ilişkin var. Bu kadar geniş olunabilir mi? Değişik bir yapım. 18 yaş üstü. Kız güzeldi. Şevval Sam'a benzettim. Zarif... 3 yıldız. Belirsizlik ve puslu görüntüler için.

27 Ağustos 2009 Perşembe

George Lucas - Star Wars: Episode II - Attack of the Clones

Fazla ilgi çekici değil ama Padme ve Anakin'in aşkı pekişiyor. Anakin ilk kez öfkesine yeniliyor. Ölüm Yıldızı gemisinin planları yollanıyor. Obi Wan çok kuralcı. Anakin elini kaybediyor. Cumhuriyet bir diktatör, Lord Sidious tarafından kontrol ediliyor. Yeni nesil uzay gemisi çizimleri çok parlak ve hoş değil. Çok ovaller. 3 yıldız gibi.

Adrian Lyne - Flashdance

Son zamanlarda izlediğim en keyifli filmdi öncelikle. Evet eski, 80'lerde geçen bir konu ama gayet doğal ve ne bileyim, o dönemi seviyorsunuz. Kişiler, konu samimi. Bir hayali ve erkeksi bir kızı; hayatta varolmayı sürdüren bir güzel kızı ve bale dansçısı olması hayalini izliyorsunuz.

"Flashdance... What A Feeling", "Maniac" kayıtları çok güzel. Aklıma hep iPhone'u olan kız -başroldeki kızın gözleri ve yüzü ona çok benziyordu-, Hande Yener'in Romeo vidyosu, Geri Halliwell'in It's Raining Man vidyosu, bazı bazı ve sonlara doğru Ayşegül Aldinç ve Kara Sevda şarkısı geldi. Kızın sevgilisi de çok hoş adam, çok tanıdık birine, eski Türk filmlerinden birine benziyordu.

Giorgio Moroder zaten 80'lerin müzik dahisi. Bir dönemin tüm müziklerini yapmış kişi neredeyse... "I Feel Love"dan tutun da, "Take My Breath Away"e kadar... Kendisini kıskanıyor ve gıpta ile bakıyorum. Başka, DirtyRockers'ın sample yaptığı kayıt ve Britney Spears'ın söylemeye çalıştığı cover "I Love Rock 'n Roll" da filmde geçen kayıtlar arasında idi.

Bir de final sahnesinde kız sahneleyeceği dans için 12 inç plağını getir ve pikapa takar. O zaman için müziğin dinleneme biçimi buydu. Şimdi ise iPod'unu Hi-Fi desk'ine getirip, şarkını başlatıyorsun. Böyle olmasa da bir gün olacaktır... SD kartını tak, şarkın çalsın...

Ayrıca hep bisiklet kullanması, var olabilemyei sürdürebilmek için birden fazla işte çalışmayı ve ahlakını yitirmemesi (dansçı ile striptizcinin faklı olması gibi) oldukça günümüzde göremediğimiz ve özlediğimiz bir davranış/tepki diyebiliriz.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Redd'e dair

Kendileri ile tanışıklığım, müzikal anlamda;  "Bahçelere Daldık" klibi ile oldu sanırım.  Sonra devamı "Öperler" klibi ile geldi. "Bilmiş" ama "snop duran" tiplerdi... Bir an geldi ki; hiç bir şey ürpermeme engel olamadı. "Hala Aşk Var mı?" çalıyordu... Power Club'tan satın almıştım hemen. Kayıtsız kalmak imkansızdı...


Ve şimdi "21" albümü...

Bende askere gitmeden kaydettikleri "Redd Akustik" albümü ve DVD'si ise bambaşka.


Yakında "Plastik Çiçekler ve Böcek" ile "21" albümleri hakkında yazacağım. Ama dilimde kalanları diyemeden geçmeyeceğim. "Prensesin Uykusuyum", "Artık Melek Değilim"...

"Kirli Suyunda Parıltılar" ne demek hala bilmiyorum; cidden. Bloglarını, web sitelerini gezdim, sıra Ekşi sözlükte...

"21"den ise en çok "Sukut"ta şok geçirdim. "Yaşandım Daha Çok", "Özgürlük Sırtından Vurulmuş", "Sevsen de Sevmesen de" ve ilk vidyo "Don Kişot", beni ilk şaşırtanlar.


Henüz "21"i hazmedebilmiş bile değilim... Ki müzikal ve kayıt anlamında en iyi albümleri olmuş. Kendilerini aştıkları ve markalaşmaya bir adım daha önem verdikleri; bir yandan konsept albüm olmasına rağmen, "single" olarak ta yayınlanabilecek şarkıların olması ve bunu bütün olarak yaratmaları; titizlikleri vs. bambaşka bir taktire değer. Önlerinde saygıyla eğilmek gerek! Yalın'ın "Ben Bugün" albümünde kullandığı bando tarzı melodilerden onlarda da var. Acaba askerden mi kaldı dedim, bu tarz bana Karnavalları ve bir resmiyeti anımsatıyor. Birazda eskilerden kalan bir yaşam gibi... Ve ilk kez Doğan'ın vokali arka plana itilmiş. Bas gitar ve (meşhur) büyük davul sesleri daha ön planda...

Neyse bahsedeceğim...


Ve ilk fırsatta bir Redd konserine gitmek, onları canlı dinlemek istiyorum, onlara hayranım!


--

Redd'in "21" albümünü alıp dinleyince ilk izlenimlerim bunlarmış. Sırasıyla diğer albümlerini (50-50 hariç, basımı tükenmiş) satın aldım. Ve konserlerine de gittim. Sonuç; oldukça memnunum. Favori kaydım "Aşktı bu" ve "Öyle Boş ki Hayat".

Zack Snyder - Watchmen

Sadece karamsarlığı ve karışıklığı güzeldi. Süper kahramanların arka dünyası, seks, entrika ve muamma kurgusu ile izlerken uyuyun gitsin... Kesinlikle 18 yaş üstü filmi. Ve Rorschach karakteri güzel.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Calvin Harris - Ready for the Weekend

İlk albüne göre gene disko soundunda ama daha güzel ve daha dinlenebilir bir albüm. Vocader mucizesi ile vokaller sıkmıyor, müzik yormuyor. Ben sevdim.

Björk - Voltaic

Björk'ün yeni Dünya turnesi sonucunda, Live Box Set'den sonra ilk canlı kayıt albümü. Medulla ve Volta ağırlıklı olsa da, eski sevilen şarkıları da yer alıyor.

Yeni albüm Volta'yı ben beğenmedim. Doğru açılım olabilir ama hareketlilik ve voltaj, Afrika ritimleri ve gizem; bu kez benim hoşuma gitmedi. Eski kayıtlarını bu açılımdan yeniden dinlemek, başka bir bakış açısı kazandırıyor, o ayrı.

Hala Björk'ün en güzel stüdyo albümünün Post, en başarılı albümünün Homogenic ve en beğendiğim albümü ise Vespertine'de ısrarlıyım. Live Box Set ise apayrı bir lezzet...

21 Ağustos 2009 Cuma

Marcos Bernstein - Karşı Daire

Daha önce bu filme rastlamış ama DVD'sini izleyememiştim. Oldukça ilginç, başarılı bir gerilim sandım. Halbu ki hiç öyle değil. "Hitchcock çok beğenirdi" etiketi tamamen boş. Sinemadan anlamayan birinin yorumu belli ki. 2 yıldız. O da başrol kadın oyuncusu, Regina için.

Ferzan Özpetek - Mükemmel Bir Gün

Belki de Ferzan Özpetek'in en ilginç filmi. En kısa konulu, en bütün filmi. Harem Suare hariç tüm filmlerini izledim. Bu daha ona ait değilmiş gibi duruyor (en azından uyarlama bir senaryo). Çünkü Ferzan Özpetek filmlerinde şiddet yer almaz (Cahil Periler, araba çarpma sahnesi hariç).

Bu film paranoyanın insanı nasıl cinnet geçirteceğine kadar götürüp, bir aile faciasına neden olması ile sonuçlanıyor. Biten evliliği bir türlü kabullenemeyen takıntılı baba, fişi çekiyor.

İsmi ile dalga geçer gibi, "Mükemmel Bir Gün" aslında acıdan, ızdıraptan ibaret bir günü, gelen günü bize sunuyor. Öyle sunuyor ki, zamanla kesişen kişiler ve yollar, ikili (ki genelede aynı cinsin) ilişkiler; sanki bir erkek bir kadın yürüyormuş gibi. Hele tarot falı bakan Anaanne'li sahneye hala çok gülüyorum. İnsan bazen görmek için şok yaşamalı diyorum.

Artık Ferzan Özpetek sinemasını sev(e)miyorum. Neden mi, zira Cahil Periler'e kadar koruduğu gizemli eşcinsel kimliğini, bu filmden sonra ifşa etti. Ve bu zamana kadar bu cinse yakınlaşıp, çok güzel anlatım yapan bir Pedro Almodovar vardı, bir de kendisi. Ama Saturno Contro'yu izledikten sonra (ki ordaki vurdumduymaz Roberta'ya aşık olmuştum), onun filmlerinde gördüğüm eşcinsel karakterler bana artık zorlama gibi gelmeye başladı. Belki her filminde buna benzer bir konu işlediği içindir (Kutsal Yürek ve Mükemmel Bir Gün hariç).

İsabella Ferrari, taş gibi kadın. Modern Dünyanın acıların kadını rolünü de gayet iyi oynuyor. Gerçekten insana ilham ve yaşama enerjisi aşılıyor. Ferzan Özpetek'te bunu yansıtmayı çok iyi başarıyor. Oyuncu seçimi, mekan seçimi çok başarılı. En büyük başarısı da buradan geliyor Ferzan Özpetek'in zaten.

Kitabını okumadım ama, film iç karartıcı, kabul edilmemeci bir tarz ile bitiyor. Biraz Gasper Noe gibi "Noir" ve biraz da bire bir "Real".

3 yıldız.

Blade Runner 2049

yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...