- Annie - Anthonio (Original Mix)
- Annie - Anthonio (Designer Drugs Remix)
- Annie - Anthonio (Fred Falke Remix)
- Annie - Anthonio (Berlin Breakdown Version)
- Daft Punk - Around the World (LP Version)
- Daft Punk - Something About Us
- Daft Punk - Revolution 909 (Roger & Junior's Revolutionary War Mix)
- Daft Punk - Harder, Better, Faster, Stronger (Breakers Break Remix)
- Lady GaGa - Bad Romance (Chew Fu H1N1 Fix)
- Dan Black - Symphonies
31 Aralık 2009 Perşembe
Son melodiler
Yeni yıl mesajı
HAPPY NEW YEAR
30 Aralık 2009 Çarşamba
Çarşamba
Bugün öğle yemeğine misket köfte yemeği yedim.
29 Aralık 2009 Salı
Salı
James Cameron - Avatar
Terminatör 2, Aliens'ten tut ta, Prenses Mononoke'den, Goliraz'ın Feel Good Inc. vidyosu, daha ne saysam ki, Matrix'ten... bir çok filmden esinlenme var. Bildik modern bir Pocahantas hikayesi... 3 Boyutunu seveyim, çığır mığır açtığı da koca bir yalan...
Kendime geleyim, anlatacağım olan, biteni...
Tavsiyem; izlerseniz pişman olursunuz.
19:37, 30 Aralık 2009 //
İş yorgunluğundan fırsatım olmuyor ama Avatar hakkında ufak ufak yazmak istiyorum. Zira yazmadıkça içimi kemiriyor... Öncelikle bu filmi Oscar için nasıl değerlendirileceğini merak ediyorum. Cidden.
Bir kere filmin üç boyutlu hali yüzde doksan gibi bir oranda üç boyutlu izleniyor. Şimdiye kadar izlediğim en uzun üç boyutlu yapım. Öyle ara ara üç boyutlu sahne yok yani. Bir de dram tarzında bir film.
İkincisi, 10 dalda olacağı için bu yıl, bir de kaliteli film kıtlığından faydalanıp En iyi Film adayı olabilir. Keşke olmasa ama Altın Küre'de oldu...
Üçüncüsü benim tahminim, sadece En iyi Ses Kurgusu/Miksajı dalında ödül alabilir. Görsel efekti o kadar çok ki, tüm renkleri kullanıp, renkli resim yaptım demek ki bir şey bu... Yani bilemiyorum...
Senaryo tabiri caiz ise boktan. Jack Sully rolü, hali ile aptal bir özenti. Ezik, ezik ötesi bir tip. Sakat olmasına lafım yok, yanlış anlaşılmasın.
En beğendim şey Sigourney Weaver idi. Oyunculuğu ile yetip artıyor. Aliens ile baş tacım olduğundan, burda bile saygıyla kendini izlettiriyor. Yalnız Avatar hali bana, çok basit bir kedi kadın portresi gibi benzedi.Yüzünü, kendi haline benzetmişler; yanakları, dudakları ve gözlerini.
Rambo gibi şişkin Albay bilmem ne, kafasında T-rex tırmalaması gibi izi var, sinir bozucuydu. Fazla Amerikalı, fazla kenfini beğenmiş, fazla şiş, fazla da fazla yani...
Sonra, ekibin başı olan, golf oynayan kuş beyinli de tam boğazı sıkılacak tiplerden. Bunları toptan ..., neyse ağzımı bozmayayım.
Dediğim gibi filmi izlerken hep bu burdan, şu şurdan diye düşünmeden edemedim. Jurassic Park'tan tutunda, Alien'e, Star Wars Bölüm 4'ten, deniz altı belgeseline, Yüzüklerin Efendisi'ne kadar bir çok filmden alıntı geldi hep aklıma. Ana tema olarak ta ormanı, dünyayı yok etmesini daha 1997 de bahseden Prenses Mononoke ile aynı olması iyice heyecanımı kaçırdı. Hakkında detaylı hiçbir şey okumadım, izlemedim. Sadece başkasından duyacağıma, merak edip gittim izledim Avatar'ı...
Yönetmenlik kısmına gelince, hiç beğenmedim ve gene fırsattan istifade bunda da aday olursa, şaşırmam.
Oyuncu, oyuncu yok zaten. Hemsi kofti, bir kaç rol hariç.
Na'vi olan kız güzel. Yani rolü iyi oynuyor. Erkekten daha iyi. Ama adı Rose değil, hayret!
Transformers 2 kadar salak olmasa da, gene salak bir bir film bu.
Helikopter kullan kız, Cameron'un asi, seksi, inatçı, aykırı rollerinden biri ve bunu oynayan kızda başarılı. Malum bu tür roller de, kurban oluyor...
Dokunulduğunda helikopter pervanesi gibi dönüp, ışık saçan canlı/uçan şey güzeldi.
Spagetti gibi yayılıp, ışık saçan şeyler vardır ya, ona benzer kutsal ağaç vardı. Tiksinçti tabii. Nefret ediyorum zaten o tür ışık saçan şeylerden de..
Sonra Na'vi dili diye gizemli olamayan ama karşılıklı konuşma anlarında İngilizce'nin yanında bok gibi durduğu garip bir dil. Genelde yılan tıslamısı gibi seslere benziyor.
Birde uçan maksu turko gibi bir şey vardı, ikinci yarıda o da dahil olunca, artık klişenin tavan yaptığı anlarda, e yok artık dedik. İkinci yarı daha kötü tabii. İyice bunalıyorsun.
Kısa ve öz, Avatar cidden bu senenin sabun köpüğü. Issız Adam gibi bir şey.
En çokta yazarların yorumunu merak ediyorum. Atilla Dorsay'ınkini bilhassa. Filmi anlayabilecek mi, uyuyup kalmış mıdır yoksa... Gerçi The Dark Knight'ı az çok çok eleştirip, beğenmişti ama...
Aklıma geldikçe yazarım gene...
28 Aralık 2009 Pazartesi
27 Aralık 2009 Pazar
Sinema, vs. üzerine...
25 Aralık 2009 Cuma
Cuma
Bugün sebzeli yemekte yahni gibi bir şey vardı. Patates, domates, yeşil fasulye, biber ve dana kuşbaşı et, ve yağlı suyu... Beğenmedik gene. Pide ekmeğimizi ve çayımızı tercihe ettik.
Öğleden sonra Çerkezköy'e gittik. Şansımıza hava gene yağmurluydu. Giderken E-6 yolundan gittik, dönerken TEM'den yolundan döndük. Akşam vakti Haramidere tarafı da yoğundu. Bipper'i kullanmak keyifli...
24 Aralık 2009 Perşembe
Perşembe
23 Aralık 2009 Çarşamba
Çarşamba
22 Aralık 2009 Salı
Salı
21 Aralık 2009 Pazartesi
Pazartesi
E-posta yollamaya devam...
20 Aralık 2009 Pazar
Hafta sonu...
Gecesinde REDD grubunun 50/50 albümünü kaset olarak buldum ya arkadaşımdan aldığım Sony Walkman ile dinleyeyim dedim... iPod kulaklığımı taktım, ama ses; boğuk, sanki plak dinliyorum... Ara sıra kasetten cızırtılar geliyor. Cuma akşamı Candan Erçetin'inin CD'ni WAV dinledim iPod Shuffle ile; oradaki zil, tef, perküsyon seslerini tek tek net duyabilirken, burada Doğan'ın sesi grip olmuş gibi çıkıyor. TV'den izlediğim vidyoları ile bildiğim şarkıları bile boğuk... Üstelik son model dijital walkmanlerden bir alet bu. Neyse arkadaşımla konuşunca, dedim ki gözünü sevdiğim iPod ve AAC ses formatı cidden devrim yapmış yani...
50/50 de çok basit geldi. Kalkıp ilk albümü sen en sona dinlersen tabii böyle gelir. Ama toy bir çalışma. İçinde 3-4 popüler olabilir şarkı var, diğerleri kastı beni. Belli ki walkmandan... Zira Plastik Çiçekler ve Böcek alübümlerini CD, WAV olarak dinlemiş ve hayran kalmıştım... Cidden en güzel albümleri 21.
AVATAR'ı 3 boyutlu olarak hafta içi tekrar izlemeye çalışacağız. Bakalım herkesin beğendiği o ormanı biz de beğenebilecekmiyiz...
Pazar günü akşamı da DiaSa'da "Ruhların Kaçısı" filminin orijinal DVD'sini buldum ve Amerikan Bufalo filmini de, ikisini de kaptım aldım. D&R'da Ruhların Kaçışı 19.90 TL. (Ben iki filme 9.98 TL ödedim.) Hayao Miyazaki'nin Oscar ve Altın Ayı kazana filmini DvX formatında küçük ebatta izlemiştim. Merakımı gidermiştim ama DVD'sini bir türlü edinememiştim. Bugün benden mutlusu yok.
Candan Erçetin'in albümü için bir yazı yazdım yolda cuma günü, sonra albümü dinler iken favori şarkılarımı ve baştan sonra Candan Erçetin'in özeti yaptım kafamda ama blog'uma yazamadım. Albüme kısaca 5 üzerinden 3, günümüz piyasa şartlarına göre de 5 üzerinden 4 diyebilirim.
18 Aralık 2009 Cuma
Cuma
17 Aralık 2009 Perşembe
Perşembe...
16 Aralık 2009 Çarşamba
Candan Erçetin ve Şebnem Ferah
22:39 // Planımızda değişiklik oldu ve bu akşam iki albümü de alamadık. Candan Erçetin'i bugün sabah, Şebnem Ferah'ı da bu akşam ön dinleme yaptım. Candan Erçetin'in genele göre iyi, eski işlerine göre orta bir albüm; Şebnem Ferah ise, iyice bayıcı, Perdeler tadında kötü bir albüm hazırlamış. Genelin beğendiği ağır rock, damar Şebnem şarkılarını maalesef ben sevmiyorum. Ama Candan Erçetin'i gayet akıllı buldum; hiçbir yerde ve hiçbir albümde yayınlanmayacak deyip, sadece dijital olarak verilen "Ben Kimim" kaydını bu albümüne almış. Fesat düşünmek yerine, Anadolu'da bunu indiremeyen, alıp diskini dinler diye geçirdim ilk aklımdan. İkinci de, dediğini yapmayan bir toplumla, yönetim ile yaşıyorken; Candan da sözünü tutmamış çok mu; hiçte değil... Ben hala "Çapkın" dönemi Candan'ı arıyor ve özlüyorum... Şebnem için ise karamsarım. "Kadın" gençliğini ve "Kelimeler Yetse" adilliğini yakalayamıyor.
15 Aralık 2009 Salı
Yılın son müzikleri
14 Aralık 2009 Pazartesi
13 Aralık 2009 Pazar
Pazar günü
- İşte yazıcı ayarlaması... Sonuç: sıfır ayarlama.
- Sol gözümde ara ara bir batma hissi var (içinde saç, kirpik varmış gibi). Bunun için doktor araması yaptım ve öğreniyorum ki özel hastaneler için pazar günü çalışan doktor yok.
- Ev için alışveriş.
- Evde dinlenme.
- Banyo.
- Belki film izlerim...
12 Aralık 2009 Cumartesi
Cumartesi...
Şöför benmişim...
11 Aralık 2009 Cuma
Cuma günü
Noel öncesinde yaklaşık 10 kişi otomatik e-posta ile yanıt verdi; "Ofis dışındayım, şunu ara..." diye...
Avusturya tamam.
Çek Cumhuriyeti'nde N harfine kadar geldim...
Oturmaktan popom ağrıdı.
E-posta yollamaktan elim uyuştu...
Sonuç; benim ile iletişim geçen yok.
10 Aralık 2009 Perşembe
Perşembe günü
İlk günümde Outlook ile bana e-posta hesabı oluşturduk.
Yabancı yazışmalardan sorumluyum.
Bir kaç kişiye e-posta yolladım.
Çin'den biri cevap yazdı. Yanıtlamadık.
8 Aralık 2009 Salı
Grammy 2010 - En iyi Dans Kaydı
Favorilerim:
1- Womanizer
2- Poker Face
3- Celebration
Bence ya Womanizer ya Poker Face kazanır.
Celebration - Benny Benassi Remix Edit'i (Celebraiton vidyo hali) hoş, ama Grammy'ye sanrım orijinal hali aday.
David Guetta feat. Kelly Rowland için ise şüpheliyim. Süpriz yapabilir. Dediğim gibi ben sevmiyorum.
Black Eyed Peas'ın Boom Boom Pow ise yetersiz geldi bana. Ödül alırsa çok şaşırırım...
Bence Britney ikinci Grammy'sini ya da Gaga ilk Grammy'sini kapsın. Budur...
David Guetta Feat. Kelly Rowload - When Love Takes Over
Başlığa gelirsek; ben bu şarkıyı pek sevemedim. Kelly'nin vokalleri ve melodik yapısı; beğenmedim pek.
6 Aralık 2009 Pazar
The Dark Knight
26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip
THE DARK KNIGHT: 10/10
Nolan'ın yeni Batman filmleri, günümüz yorumu ile daha uyumlu.
Burton'un masalsı anlatımından uzak, gerçek ile daha inandırıcı.
Batman Begins ile başlayan ilgi ve memnuniyet, The Dark Knight ile iyice arttı. Ve beklenenden fazlası geldi.
Bu kendini gişede de oldukça belli etti ve tüm zamanların en iyi gelirini getiren ikinci filmi oldu Kara Şövalye.
Ve 2008 yılının en çok konuşulan, en beğenilen filmi…
"Neden bu kadar ciddisin?", "Hadi yüzüne bir gülümseme koyalım…" diyen Joker, 2008'in en iyi oyunculuğu idi.
En büyük dileğim filmin En iyi film ve En iyi yönetmen dalında Oscar adayı da olması.
Heath Ledger, Brokeback Mountain'de alamadığı Oscar ödülünü, sadece gönüllerde değil, bu yıl gerçeği ile kazanacak.
Ama maalesef bunu göremeyecek…
Aslında Heath'in ölümü, filmin gidişatını ve promosyon çalışmalarını da etkiledi.
Hatta özgün afişi bile değişti filmin…
Film, konusu itibari ile pek dağılmadan, yer yer agresifleşen müziğin etkisi ile de geren anlardan sonra, çözülen ve hızlanan aksiyon sahneleri ile çok tatminkar.
The Joker ile biten Batman Başlıyor; Kara Şövalye'de The Joker'in açılışı ile başlıyor…
Filmin özetini vermeyeceğim.
Tura yüzündeki Batman, Yazı yüzündeki Bruce Wayne rolündeki Christian Bale, burada da iyi oynuyor.
Ama Joker'in gölgesinde kalıyor…
Alfred'i oynayan Michael Caine, gayet normal, güzelliği göz ucuyla süzen bir performans sunuyor.
Aynısı Morgan Freeman'ın rolü Lucius Fox için de geçerli…
Sevgili, Rachel rolü bu kez tam oturmuş. Uzun ve güzel Maggie Gyllenhaal'in performansı yeterli ve yerinde.
Aaron Eckhart, kariyerinde adımlarını yavaş ama sağlam atıyor. Filmde de önemli üçünkü kişi.
Yazılı yüz: Harvey Dent ve Karalanmış/Kabul edilmemiş adam Two-Face…
Joker ve Batman derken, arada unutulan bir isim oldu.
Gary Oldman, her zaman ki gibi usta ve başarılı.
Yan rollerin adamı ve Müdür James Gordon olarak çok iyi.
Gotham City olarak günümüz NYC'si kullanılmış.
Görüntüler çok iyi. Efektler ve ses çok iyi.
Christopher Nolan daha olgun. Senaryo ve yönetmenlik, en güzel kanıtı.
En güzel oyuncak: Batman… Onu kırmadan oynamak gerek...
Plan basit… Tüm bu olanlar planın bir parçası…
Anarşi düzenden geliyor, düzende anarşiden.
Şansımızı yaratalım… Yazı mı, tura mı?
Ben turayı seçiyorum…
Biraz da Two-Face'e olan inancımdan dolayı.
Dan!
Üç Maymun
ÜÇ MAYMUN: 8/10
İklimler'i izledim. Eşi, Ebru Ceylan'ın oyunculuğuna hayran kaldım.
Filmin kısaca özetlenen cümlesine de...
Sessiz sedasız bir Cannes Film Festivali haberi geldi.
Galada herkes Hatice Aslan'ı ve güzelliğini konuşuyordu…
Üç Maymun, En iyi yönetmen ödülünü getirdi Nuri Bilge Ceylan'a…
Ne güzel…
Yavuz Bingöl oynuyormuş, hadi len…
Tecavüz sahnesi varmış, yapma ya…
Bu ne iğrenç bir film, ıyy…
Filmi anlayabilen kesim, ödülünü vermişti.
Kendimizi, bize anlatan biri çıkınca; ne kadar da inkarcıyız.
Şimdi de en iyi 9 yabancı film sıralamasına kaldı Oscar adaylığı için.
Keşke yerden yere vuracağımıza, o kadar destek olsak…
Belki o zaman "Güzel ve yalnız ülkem" demez Sn. Ceylan…
Üç Maymun, afişinde yer alan kısa anlatımıyla, ne olup bittiğini özetliyor.
"Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek herşeye rağmen bir arada kalma çabası. Altından kalkamayacağı acılara ya da sorumluluklara maruz kalmamak adına gerçeği bilmek istememek, onu görmemek, duymamak, hakkında konuşmamak ya da günümüz tabiri ile "Üç Maymun"u oynamak, onun varolduğu gerçeğini ortadan kaldır mı?"
"Üç Maymun" lafını yazın duyunca, aklıma Hülya Avşar geldi.
Kendisi bir ilişkiyi kurtarmak için bunu oynadığını ve doğru bulduğunu söylemişti…
Sonra neden filmde popüler kişilerin tercih edildiğini merak ettim.
Filmi, sinemada iken gidip izleme cesareti gösteremedim. DVD halinden izledim.
Çünkü filmin bu karanlık bulutlu havası beni gerdi, ürküttü.
Ben gri bulutlu, yağmur öncesi sıkıntılı havadan nefret ederim.
Filmi izledim.
İzledim de, istemeden yutulan bir demir ceviz gibi geldi bana…
Konusu itibari ile çok, çok ağır psikolojik drama.
Kara bir sonbahar gibi…
Şimdi "genel kesim" tarafından anlaşılmamasını anlıyorum.
Görüntüler ve o finale kadar ki sıkıntılı, sepya tonundaki hava; buna istinaden filmin başlaması ve bitmesi…
Ben Nuri Bilge Ceylan'ı, Ang Lee'ye benzetiyorum.
Onun gibi naif, anlayışlı, açık fikirli ve tarzı olan bir yönetmen.
Gittikçe çıtasını yükseltiyor.
Filmi izledikçe, film sizi hipnotize etmiş gibi içine çekiyor.
Oyunculuklar çok, çok güzel. Hatice Aslan'ı bende alkışlıyorum...
Kast seçimi tam yerinde olmuş. Başlangıçta sorunun cevabını veriyor.
Senaryo çok sade, yeterli.
Küçük detaylar her şeyi tamamlıyor.
Çalan cep telefonu müziği...
Çaresiz, hastalıklı bir ilişkiyi ve banliyöye uçurum gibi dik duran binada geçen yaşam o kadar güzel anlatılmış ki…
Geniş ekran görüntüler kusursuz…
Işık oyunları süper.
Film sizi içine çektikçe, sanki sobelenecekmiş gibi arkasını kollayan birinin sıkıntısını yüklüyor.
İzledikçe daha da geriliyorsunuz.
Bir ara aklıma karamsar şarkıları ile Teoman geldi…
Herhalde böyle avuttum kendimi.
Ve finali ile (beklenen) yağmur yağıyor…
Film bitiyor.
Siz rahatlıyorsunuz...
Bir ara filme artı yirmi altı yaş sınırı koymaları gerek dedim.
Aynı durum sizin başınıza gelse, siz üç maymunu oynar mısınız?
Kara bulutlar gibi, bu sıkıntıyı taşır mıydınız?
Bir de o gözle bakın…
Şair nasıl en doğru kelimeler ile şiirini yazıyorsa,
Ressam nasıl en güzel renkler ile resmini konuşturuyorsa,
Nuri Bilge Ceylan'da oya gibi işlediği sıkıntı ve hayran bırakan görüntüler eşliğinde anlatıyor filmini…
Bu yüzden büyük olması normal.
Wanted
26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip
WANTED : 4/10
The Hours - Saatler
26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip
THE HOURS - SAATLER : 9/10
LMFAO - Party Rock
LMFAO bana Outkast anımsattı önce. Sonra auto tune efektleri ile Sean Paul'un tripi-bipi tarzı kayıtlarını. Ama albümü dinledikçe fark ettim ki bunlar "Crash" filmi gibi. Biraz iddialı bir benzetme oldu ama En iyi Dans Albümü ödülünü alamazlar. Dinledikçe, şarkılar sanaki müzik ya da ritim düşüyor, yükseliyor da şarkı dönüşüyormuş gibi gelmeeye başladı. Dedim birinci şarkı ne uzunmuş, meğer üçüncü şarkıdaymışız... Akademinin çok sevdiği birbirine mikslenmiş tarzda bir albüm bu da. Ama müzik değişiyor hafif o kadar. Bol bol küfür ve argo da var.
Ciks tabir edilen havalı parti albümlerinden. Gözlerini kapatıp Paris Hilton ile disko topu altında dans ettiğinizi hayal edebilirisiniz. Sonra kalçasına bir şaplak atıp onu Jennifer Lopez ile değiştirebilirsiniz... :-D gerçi o artık iki çocuklu anne ama aklıma ciks isimler gelmedi, neyse...
Missy Elliott'ın "Lose Control" kaydı gibi "dınının" meleodileri, Benny Benassi tarzı elektro tınıları, popüler şarkılara dokundurma/benzetme, aynı benzer tınılar burda da var. "Ayo Tecnology" gibi mesela.
Çok hoş bir parti albümü. Evet, aday olması çok doğal. Ama çok iyi albüm değil. Bağımsız ve güzel bir iş. "Tak teybe, başla dans etmeye" tarzında bir albüm.
Pet Shop Boy'un "Yes" albümü de pek iyi değil. "One Love"u da, ben beğenmedim; çok iyi değil. Favorim kesinlikle "Divided by Night". Hem yenilikçi, hem cesur, hem çok iyi bir elektronik albüm.
5 Aralık 2009 Cumartesi
Grammy 2010 şaşkınlığı
Black Eyed Peas, senenin en büyük olaylarından biriydi. Hali ile çoğu dalda da aday. Jay-Z, Rihanna, Kanye West düet/iş birliği gibi... Biz de vidyosu yasaklanan "Love Sexy Magic"te Grammy adayı. Hadi bakalım bunu da yasaklasınlar!
En iyi "remixer" kısmında ise giderek özgün işler yapan alt kesim, House DJ'leri burayı fethediyor anlaşılan. Geçen yıl ilk çıkışı ile Deadmau5 aday olmuştu. Bu yıl Dennis Ferrer, Trentemøller, Jean Elan aday. Dave Aude herkese remix yaptı nerdeyse, sonunda aday. David Guetta gene kendi işi ile aday. Bu kaydı, aslıdan daha iyi hem.
Bu sene Grammy biraz sönük (farklı bir şey yok manasında), kazananı baştan belli gibi. Madalyo'nun hangi yüzü Beyoné mu, Taylor Swift mi? Ya da Country/Sade işleri seven akademi bizi şaşırtacak mı? Bekleyelim bakalım...
4 Aralık 2009 Cuma
Ölümcül yürüyüş
2 Aralık 2009 Çarşamba
A Single Man
30 Kasım 2009 Pazartesi
Ahmet Tulgar - Birbirimize
Bir önceki okuduğum "Volkan'ın Roman"ı kadar sıkıcı değil ama yinede iyi değil. Birbirimize, Ahmet'in kendini esas alarak, ki sanrım bir kaçı dışında -ben öyle inanmak istedim- yaşadıklarından ele alınmış öykülerden oluşuyor. Her öykü, genelde ilişkiler üzerine. Eş cinsel ilişkiler... Bu gece bu bardaki kişi ile nasıl geçiririm, bu sanatçı ile nasıl flört ederim... Bu bina boyacısı ile nasıl röntgencilik yapıp, onu çıplak hayal ederim; ki buna acıyıp, çok güldüm. Küçümsemiyorum, ama beklediğim edebi anlatım şekli değil benim için sadece. Onun yazı üslubu, sanki sizle sohbet edermiş gibi, size röportajından bir kesit sunulurmuş gibi. Gerçi çok şeker biri kendisi.
Belki de bilerek, risk alarak kendini kurgulamış/kullanmıştır. Ama fazla aceleci ve fazla cümle tekrarlayıcı. Bu cümle tekrarlamaları beni yordu.
29 Kasım 2009 Pazar
En beğendiğim 10 film
Sinema yazarlarına baktığımızda da çoğu kendi zevkine ve eskiye, özellikler 90'lara bağlı kalarak sıralamışlar beğenilerini. Kimisi hala "Bir Rüya için Ağıt" filmini överken, kimi benim hiç izlemediğim Doğu (Japonya/Hong Kong) filmini koymuş bir numarasına. Kızmıyorum; sonuçta herkesin beğenisi ayrı ama bunlar her türlü film izleyen, güncel olayları takip eden kişiler. Hiç mi yenilerden etkilenmiyorlar ya da hiç mi klasikleri beğenmiyorlar? Ya da bunlar normal benim gibi film izleyen kişiler... Yani diğer filmleri nasıl görmezden gelebiliyorlar anlayamıyorum. Bir de kimisi listesine Issız Adam'ı da eklemiş sanırım. Al bir de buradan yak hesabı...
Eric Brevig - Journey to the Center of the Earth
27 Kasım 2009 Cuma
Twilight (again)
26 Kasım 2009 Perşembe
Yemekteyiz
Zaman geçti ben elimi eteğimi çektim.
Zaten hala zaman zaman TV açıksa, ne var diye bir başımı çevip; bu ses kime ait, kim/ne görünüyor diye kısa süreliğine bakarım o kadar. Bu bakman ile sınırlı TV izlemem. NTV izlerdim, haberleri filan, artık oralı da değilim... Sadece kaçırmazsam Yaprak Dökümü'nü ve Aşk-ı Memnu'yu izliyorum sadece. Bunları izledikten sonra bir akşam ne var ne yok diye gezinilirken kanallarda, Yemekteyiz programının tekrarı vardı. Hatay kısmı yarışıyordu...
3 Kadın, 2 Erkek yarışmacı vardı. Genelde öyle mi bilmiyorum...
Dilek hanım adını kolay unutamayacağım galiba. Ki büyük bir şoktu benim için...
Dilek, Deniz, Yasemin hanımlar ile Hakan, çok yapmacık Şakir beyler yarışmacılar.
İlk yarışmacı Dilek hanımdı. Onun hazırlığından başladık izlemeye, final akşamına kadar da izledik.
Genç biri, ki Doğu'da genç evlenilir; ikinci akşam Deniz hanıma konuk olduğunda, ilk akşamı bana dediğiniz bırakmadınız diye, mıncık mıncık her şeye bir neden, bir söz buldu. Beğenmedi, beğenmedi, beğenmedi. Ve kontrol edemediği ses ton ile şımarık bir ergen yavrusundan farksızdı tavrı, kişiliği. Allah vergisi deyip kızamıyorum da ama cidden sinir bir durumdu. Şimdiye kadar gördüğüm en çocuksu şahsiyetti. Neyse... Asıl mevzu bu ondan kagaladı, bundan bir kırıntı tattı; en sonunda hiç bir şeyi beğenmedi ve aç kaldım ben deyip çantasında çıkarıp, göstere göstere çokonat'ını yedi tatlı yerine... Bende herhalde dalga geçiyorlar diye düşündüm bir yandan, bir yandna da ağzım açık kalakaldım TV karşısında. Evet çok rahat tavrı ile yemeğe gelen kişi, onca emeği bir çikolataya yok sayıverdi!
Ömrü hayatımda, sevmediğim tatları, bana dokunacağına kısaca "ben bunu evde de yemem, yanlış anlama" deyip başka bir sofra kibarca geri çevirdim. Ya da zoraki bir iki kaşık aldım. Ama hala hayatta yemeyeceğim şeyler vardır, neyse... Hiç bir zaman bir başkasının sofrasında ben aç kaldım deyip sofrada çantadan bir gofret, çikolata, bisküvi çıkarıp yemedim. Yememde. Yani bunu bana gelen biri yapsa, o an TV'nin karşısında ağzım açık kala düşündüğüm 1-2 saniyelik şaşkınlıkta, herhalde onu doğruca kovar, paldır küldür kapı önüne koyardım. Ne büyük bir hakaret bu ya. Aç kalmak istemezsem de bir parça ekmek yerim, çekilirim sofradan. Evimde yerim, doyururum karnımı... Ömrümde böyle hakaret görmemiştim; öyle ağzım açık kalakaldım.
Bu kişi sonra, son akşam da misafir olduğu yarışmacıda da aynısını tekrar edip bu sefer eti form çıkardı, başladı yemeye. İşte orada atışıp durduğu Deniz hanım iki kelime ile ona koca bir tokat yapıştırdı, yapıştırdı da anlamadı. "Senin terbiyen bu kadar mı, yediğin bisküviden ikram etmeyi bilmez misin?" gibi bir şey dedi... Dedi de...
Yani film kopmuş çoktan, millet parayı ben kazanayım diye artık yemekleri çay kaşığı kadar tadımlık yaparak yemeye başlamış. Aman bu hoş değiş, şusu var, busu var... Çoğu kişi aç dolaşıyor. Yemek seçme şansı dahi yok. Bulamıyor!!! Hoş yemek programı; yemek ve misafir ağırlama kültürünü esas alıp yarışılıyor ama içine o Türk'lere özgü "televole" girince, adabı çoktan bozulmuş. Bir de yemediklerini "acıtasyon yaparak" sokak hayvanlarına veriyorlarmış. O koca torbanın içinden hemde seçip bulacakta, yiyecek hayvan. Koy bir pet tabağa bırak, kaldırımın yanına. Hayvan yiyince de al pet tabağını at, geri dönüşüm kutusuna. Hem göbeğin küçülür hareket edince, hem ruhun zenginleşir iyilik yaptın diye... Neyse...
Kısalardan - French Roast
25 Kasım 2009 Çarşamba
Kısalardan - The Cat Piano
23 Kasım 2009 Pazartesi
Kısa animasyon filmi 2010 Oscar adayları
- “The Cat Piano,” Eddie White ve Ari Gibson, (The People’s Republic of Animation)
- “French Roast,” Fabrice O. Joubert, (Pumpkin Factory/Bibo Films)
- “Granny O’Grimm’s Sleeping Beauty,” Nicky Phelan ve Darragh O’Connell, (Brown Bag Films)
- “The Kinematograph,” Tomek Baginski, (Platige Image)
- “The Lady and the Reaper (La Dama y la Muerte),” Javier Recio Gracia, (Kandor Graphics and Green Moon)
- “Logorama,” Nicolas Schmerkin, (Autour de Minuit)
- “A Matter of Loaf and Death,” Nick Park, (Aardman Animations Ltd.)
- “Partly Cloudy,” Peter Sohn, (Pixar Animation Studios)
- “Runaway,” Cordell Barker, (National Film Board of Canada)
- “Variete,” Roelof van den Bergh, (il Luster Productions)
UP filminden önce Partly Coudy'yi izlemiştim. Hoş bir şeydi. Ama adaylar arasında Nick Park'ı görünce, hemen "aha! tamam. kazanan belli" dedim. Zira geçen kış TV için yaptıkları kısa Wallace ve Gromit, fırıncılık yaptıkları hikaye ile rahatlıkla ilk üçe kalır ve (önceki başarısı ve sevgime dayanarak) ödülü kazanan film olur diye de iddia ediyorum, hiç böyle bir huyum olmamasına rağmen :-D
Wallace ve Gromit şahane bir ikilidir. Nick'in yaratıcılığı müthiştir. Dur-çek tekniği filmlerde üstüne yoktur. İlk iki kısa animasyonu ile iki Oscar ve en son uzun animasyon "Wallace ve Gromit: Yaramaz Tavşan'a Karşı" filmi ile de üçüncü Oscar ödüllerini aldılar. Dördüncüsü de yolda diyorum, YouTube'te aday olan kısa filmin yapım hikayesinin bağlantı adresini veriyorum >> http://www.youtube.com/watch?v=GnkqlNPDu1E&feature=fvst
aday listesi alıntısı için kaynak: http://theoscarboy.wordpress.com/2009/11/21/kisa-animasyon-aday-adaylari/
20 Kasım 2009 Cuma
Chris Weitz - The Twilight Saga: New Moon
23 Kasım 2009 Pazartesi // Filmi bugün ikinci kez izledikten sonra yazabilirim artık. İlkin 20 Kasım 2009'da Beylükdüzü AFM Sinemalarında 13:45 seansı ile izleyip merakımızı giderdikten sonra bugün Bakırköy Cinebonus Capacity'de 16:30 seansı ile filmi pekiştirmiş oldum.
Kitaplarını okuyup izlemiş olduğum için, Mart ayından bu yana, gene de geniş hali ile olayları bildiğim için film hali Yeni Ay'ın parça parça ondan bundan gösterilirmiş geldi bana. Her şeyden azar azar gibi... Öte yandan ilk filmi, Alacakaranlık'ı önce filmi izleyip, sonra kitabı okumuştum. Kitabını okuyunca tabii filmi daha iyi anlamıştım.
Beklediğim gibi değildi film. Ama kötü de değil. Kitabı okumayanlar beğenecektir. Kitabı okuyanlar da fazla beklenti içinde olmazsa beğenecektir. Ben daha posteri belli olduğu andan itibaren bu kahverengi tonu yakıştıramamış ve pek sevmemiştim. Kasım ayında gösterileceği için herhalde böyle seçmişler demiştim. Haksız da sayılmam, mevsimine uygun oldu. Tanıtımlarından izlediğim kadarı ile daha çok kurt adamlar ile vampirler arasında dövüş ve Bella'nın doğum günü akşamı için daha geniş anlatımlar ummuştum. Bella'nın, Edward tarafından terk edilince ormanda çamura bulanışını, daha trajik hayal etmiştim. Tıpkı kendini uçurumdan atarken ki gibi... Volturi ailesini daha farklı hayal etmiştim... Yazarın dediği gibi herkes kitabı okurken karakterleri farklı hayal edebilir, önemli olan burda yönetmenin bunu (ortalama olarak) izleyiciye güzel sunması; satın-alınabilir olması... Film izlenmezse, döngü devam etmez sonuçta.
En beğendiğim sahne tama yakın hali ile kullanılan Thom Yorke'un "Hearing Damage" şarkısı eşliğinde Victoria'yı ormanda kovalama sahnesiydi. Hem Charlie'nin, hem Victoria'nın, hem de Bella'nın acılarını hissettikleri ve bunu "Matrix-Jump" tarzı yavaşlama-hızlanma efekleri eşliğinde yapması muhteşemdi. Ki ikince kez filmi izlerken, sırf bu anın keyfini bir kez daha sürdüm... İkincsi ise, Bella'nın zaman değişse de aynı yerde kalmasını ifade eden, odasından etrafın değişmesi sahnesi oldu. Örnek müzik olarak Lykke Li'den "Possibility" çalıyordu...
En çok güldüğüm sahne ise Voltori'lere gösterilirken bizim de gördüğümüz Edward ile Bella'nın vampir olup, Türk filmlerindeki gibi mutlu bir halde kırlarda koşma sahnesi idi. Sonra Jessica'nın monoloğu sahnesi de çok hoştu... Ve tabii ki Bella'nın kabus gördüğü, haykırarark uyandığı sahneler...
Yönetmenin bu projeye tek katkısı "Wolf Pack" diye isimlendirdikleri at büyüklüğündeki kurt adamları yaratması olmuş. Ne yazık ki etraflarında insan olmadığı zaman bu kurt adamlar, ormanda dolaşan normal kurt gibi kalmış. Voltori'leri çok sivri yapmışlar. Şatoda yaşayan aristokratlar misali. Eski kont drakula filmlerindeki vampirler gibi olmuş. "Aro" rolündeki Michael Sheen, hoştu. "Jane" rolündeki Dakoto çok sinirdi. Kısa ama ukala hali ile akılda kalıcı idi.
Rosalie en, en çirkin Cullen olmuş. Makyajı ve saçı iğreçti. Güzellik abidsi olarak anlatılması ile burdaki hali tam tezat. Tüm Cullen'lerdeki o kocaman topaz renk lensler, kestane kadar gözleri olmasını sağlamış. Çok abartı duruyorlardı. Jasper'de yandan kesilmiş dağ gibi, daha çok yan profilden görülüyordu, kamera onu gösterdiğinde. En komiği de hep acı çeken, yamuk duran Edward'dı... O da daha çok kahverengi tonda ve yan profildi... Ona "küçük emrah" diye takıldık... Jacob'ın kısa saçlı hali çok karizmatikti!
Şu ara izlenecek en düzgün filmlerden Yeni Ay. Bence izlenilmeli, kitabı da okunulmalı. Çok hoş bir aşk hikayesi... Bakalım 2010'da gösterime girecek olan ve çekilmiş olan "Tutulma" filmi nasıl olacak? Merakla bekliyoruz...
17 Kasım 2009 Salı
Rihanna - Rated R

Albümden çıkan/çıkacak "Russian Roulette", "Hard", "Wait Your Turn" gayet iyiler. Onun dışında en beğendiğim "Rude Boy" oldu. Justin'in yazdığı "Cold Case Love" da fena değil. Genel anlamda siber boşlukta, elektronik baslar-ritmler, zaman zaman rock gitar tınıları, ilişlikler üzerine yapılmış modern R&B albümü olmuş. Bir önceki albüme göre farklı bir kıyaslama olur ama daha olgun; genel anlamda daha az başarılı bir albüm. Açıklık-çıplaklık; sanırım hep Madonna "Erotica" albümü ile kıyaslanacak olsa da; bunu her kişi/sanatçı için "bir olgunluk ve ifade etme özgürlüğü ile dışa vurum olarak" eşleştirmek, daha doğru olur. Bu birazda "ben büyüdüm" demenin başka bir yolu. 18 yaş ve üstü için. Ne de olsa derin ilişkiler bu yaştan sonra yaşanıyor... // Fotoğraflar, Wikipedia English'ten.
15 Kasım 2009 Pazar
Ahmet Tulgar - Volkan'ın Romanı
Gel gelim bu kitabı merakla okumaya başlamama rağmen, çok ağır ilerleyen; yer yer "tek bir cümle" manasını çoğaltılmış cümleler şeklinde bir sayfa boyunca okumak, ister istemez ağzında geveler gibi istemediğin bir şeyi, devam etmiyor, ettiremiyor bünye... Benim bile yazı biçimim değişivermiş hemen...
Az kaldı, umarım sonu güzel biter.
23 Kasım 2009 // 19 Kasım günü romanı bitirdim. Yer yer yazarın kendini de içine katması, güncel olarak gelişen olaylar-güncelle kurgu iç içe şeklinde işlemiş yazısı. Yer yer çok dikkatimi çeken, beni boğan, tıkayan bir anlatımı vardı: adam ayağını kadırıp adım attıyı ifade ederken; o kadar uzatıyor ki, eh-öh-pöf dedirtiyor. Bu manada beğenmedim romanı. Komplo teorisi üzerinden giderken, güncel olabilecek bir karamsar polis ayrımcılığını anlattığını varsayıyorum. Yer yer kominizim ve örgüt söylemlerini okumak beni rahatsız etti. Ki kominizim propagandası yaptığı için hapis yatmış. Kominizim bana hep hoş gürünmüş ama bir türlü var olamamış bir ütopya gibi gelmiştir, gelir. Komünist bir sistemde yaşadığım için, az çok bir anım var. O yüzden onu savunmanın modasının geçtiğini düşünüyorum. Kitabı beğenmediğim için tavsiye de etmiyorum. Aldığım baskı hala tükenmeyen ilk basım olduğunun göz önünde bulundurursak, makul karşılanır açıklamam.
Ama hala tadı damağımdadır röportajlarının...
13 Kasım 2009 Cuma
Oscar 2010 Animasyonları
Adaylar:
- “Alvin and the Chipmunks: The Squeakquel”
- “Astro Boy”
- “Battle for Terra”
- “Cloudy with a Chance of Meatballs”
- “Coraline”
- “Disney’s A Christmas Carol”
- “The Dolphin – Story of a Dreamer”
- “Fantastic Mr. Fox”
- “Ice Age: Dawn of the Dinosaurs”
- “Mary and Max”
- “The Missing Lynx”
- “Monsters vs. Aliens”
- “9”
- “Planet 51”
- “Ponyo”
- “The Princess and the Frog”
- “The Secret of Kells”
- “Tinker Bell and the Lost Treasure”
- “A Town Called Panic”
- “Up”
- Ponyo
- Up
- 9
- Fantastic Mr. Fox
- A Christmas Carol
liste için kaynak: http://theoscarboy.wordpress.com/2009/11/12/20-animasyon/
12 Kasım 2009 Perşembe
Apparat - Walls
Sakin. Dinlendirici bir albüm...
"Not a Number" her dinleyişimde Memoirs of a Geisha filmini hatırlatıyor bana.
"Holdon" ve Sasha'nın Invol2ver albümündne tanıyıp sevdiğim "Arcadia" güzel.
"Like a Porcelain" hoş...
Mine'nin "Benim Günüm" EP'sini dinledikten sonra anlıyorum ki, oldukça müzikal olarak etkilenmiş Apparat'tan. İyi de etmiş. Kendini ifade etme biçimi, elektronik müzik ile oldukça başarılı.
8 Kasım 2009 Pazar
Tüyap 2009
6 Kasım 2009 Cuma
Anne Fontaine - Coco avant Chanel
Filmden sonra, 6 Kasım 2009, gece //
Evet filmi izledim. Beklediğim gibi şahane bir şey değildi, mesela "La Mome" gibi değildi. Ona benzerdi ama oyunculuklar zayıf. Audrey, zayıf olduğu için mi, tipinden mi; karaktere tam olgunluğunu yansıtamıyor. Evet güzel oynuyor, şarkı söylüyor, o kara gözleri ile etrafı iyi gözlemliyor ama... İşte o ama her şeyi eksik bırakıyor. 3 yıldız verebilirim filme. Dönem filmi. Chanel olmadan önce Coco lakaplı Gabrielle'nin çocukluğu ve gençliğini anlatıyor. Tanıştığı albay mı, yüzbaşı mı o daha çok dikkatimi çekti. O daha iyi oynamış filmde. Akmış hatta... Kostümler güzel, belki Oscar adayı olabilir ama Marie Antonnette gibi şaşalı ve ödül alacak türden değil. Zaten Monet'in Bahçedeki Kadın tablosu gibi dantel ve tül giyimli kadınlara çok güldüm. Kafalarındaki tüylü şapkalar ile Coco'nun dalga geçtiği gibi, bana deniz kenarındaki martı kuşlarını hatırlattı hep.
Sonuç, dram, yer yer sıkıcı, ama seyirlik, hoş film. Coco'nn çoğu fikrine, öz güvenine, saygı görme isteğine, boşvermişliğe karşı çıkışına, martı kuşları arasında siyah bir karga gibi ışıl ışıl parlamasına hayran kaldım. Tıpkı Madonna gibi. Bir kadın her zaman kendine bakabilmeli, kendine yetebilmeli ve erkekleri sadece araç olarak kullanabilmeli. Titanik'teki Rose gibi hiç bir zaman vazgeçmemeli...
Unutmadan, Coco'nun dans ederken giydiği siyah sade dekolte elbisesi, mavi çizgili bluzu ve filmin sonunda merdivenlerden yansıyan güzelliği ile zarif takımı muhteşem. Ayrıca Boy'un karizması, giydiği koyu mavi takımı, smokini çok şık, ona çok yakışıyor; Daniel Day-Lewis misali bıyıklı yüzü ifadesi, Ralph Fiennes gibi keskin bakışları ise insanın içine işliyor...
Sam Mendes - Road to Perdition
Herbert Ross - The Secret of My Success
5 Kasım 2009 Perşembe
Victor Fleming - Gone with the Wind
8 Kasım 2009, 01:35 //
Filmi izliyorum! Orta kısmına geldik...
Gülmekten öldüm. Uzun zamandır böyle eğlenceli bir film izlemedim. Scarlette süper bi' şey. Aklıma hep Banu Alkan'ı getiriyor. Eski filmlere de bayılıyorum! "Overture" ile açılıp, kapanış yazılarını önce, film açılışı yerine veriyorlar. Oyuncular tanıtılıp, sonra film başlıyor. Ah Scarlette, ah... Koca kasaba, şehir yandı; o hala nerde benim beş çayım diyor... Tavrı "Teldeki Kuş" filmindeki Goldie Hown'a benziyor... Şehir Yakiler tarafından yakılıp, yıkılıyor; yiyecek, giyecek bir şey yok; binalar yakılmış yıkılmış, o baloya gitmek istiyor... Askerler ölü, ölmek üzre yerde yatıyor, yardım istiyor; o bana bulaşmayın diyor... Tanrım! Bu kadarı olmaz... Ne güldüm ya... Süper! Drama da kahkaha atıyorum, ne garip...
8 Kasım 2009, 03:45 //
Ay ne güldüm ne güldüm yarabbim... Red ve Scarlette izlediğim en kaçık, en müthiş zıtlı çift. Kim kime laf sokacak diye müthiş bir senaryo yazılmış. Olağanüstü! Ağır bir dram izleyeceğimi düşünüp, çekinirken hayatımda izlediğim en güzel komedilerden biriydi. Gece yarısı kahkaha atarken utandım bile. Hem komşuları uyandırmaktan, hem dram tarzı bir filmde gülmekten... Mükemmel bir film! Herhalde tam doğru zamanda izlemişim. Ay süper, süper! Yönetim, görüntüler, ses mükemmel. Dadı rolündeki kadının oyunculuğu mükemmel. Scarlett, izlediğim en iyi kadın oyuncu performanslarından biri. Kadın başından bir ömü geçer gibi bir sürü şey geçiyor ve "Olsun, yarın yeni bir gün" deyip sil baştan yapıyor. Ashley rolündeki adam da çok iyi. Ama Oscar adayı olmamış. Zenci küçük kız vardı bi' de ona da çok güldüm. Kaçkın gibi konuşmaları ve tavrı mükemmeldi. Aslıda senaryo sanki tiyatro gibi herkes olup bitenin farkında ama statülerini de unutmuyorlar. Neyse uyayım artık, bol bol gülerim artık...
Jack Johnson - En Concert
4 Kasım 2009 Çarşamba
3 Kasım 2009 Salı
Mariah Carey - Memoirs of An Imperfect Angel
2 Kasım 2009 Pazartesi
Göksel - Körebe
1 Kasım 2009 Pazar
Kasım 2009'da
- "Coco Avant Chanel" filmini
- "Twilight Saga: New Moon" filmini
- "Kıskanmak" filmindeki rolü ile Altın Portakal kazanan, Hatırla Sevgili'den beğendiğim Nergis Öztürk'ü izlemek Ayşe Arman röportaj problemini okuduktan sonra Zeki Demirkubuz'un tavrını hiç beğenmedim ve filme gitmemeye karar verdim. İnsanları, hele ki sağlık sorunları olduğunda, dinlemeyip baştan savma sebepler ile kıyaslayan kişileri anlayamıyorum. Kendi başlarına geldiğinde, nasıl olurmuş görürler o zaman diyorum sadece.
29 Ekim 2009 Perşembe
26 Ekim 2009 Pazartesi
Ponyo
"Up" filmini gördüm. Ama o kadar etkilenmedim. Geçen yıl ki Wall-E kadar değil hani. Ponyo'nun bu yıl en iyi animasyon dalında aday olacağını düşünüyorum. İzlediğim üç animasyon, Buz Devri 3, Up, Ponyo arasında sıralma yapacaksam Ponyo, Up, Buz Devri 3 derim. Up, evet güzel bir senaryosu var, özgün senaryo için aday olabilir. Up ile Ponyo'nun ikisinde de Faber-Castell kuru boyama kalemi ile boyanmış gibi izlenimler var. Bu konuda benzerler. Belki de bu yıl, tarz böyle.
24 Ekim 2009 Cumartesi
Planet Earth - Disk 1
Belgesel anlatıcılığından ziyade, devamlı dönüşen görüntüler, inanılmaz anlar;örneğin matrix misali büyük beyaz köpekbalığının fok avlamasını 1 saniyede gerçekleştirmesine rağmen, siz bunu o şok edici inanılmaz görsellikle izleyebiliyorsunuz. Apple Kar Leoparı sürümünü çıkara dursun, ilk kez bir kar leoparının görüntülerini ve avlanmasını görüyorsunuz... Kutup ayısı, İmparator penguenleri, fok, penguen, kuş vb bir çok belgeseli izledim. Bu bunlardan başka bir şey. Kesme, parçalama vs gibi şiddet içeren belgesellerden değil bu. Bilgilendirme ve olduğunu gösteren, mahremiyete saygılı; en önemlisi müthiş bir görselliği ve HD görüntü kalitesi var. sanki Dünya'yı yukarıdan izliyormuş, odaklanıyor, bakınıyor, bulutlarla rüzgarda süzülüyormuşsunuz izlenimi yaratıyor.
Disk birde; From the Pole to Pole, Mountains, Fresh Water başlıkları var. 5 yıldız.
23 Ekim 2009 Cuma
Hiroyuki Morita - The Cat Returns
21 Ekim 2009 Çarşamba
Steven Spielberg - Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull
16 Ekim 2009 Cuma
Pete Docter & Bob Peterson - Up
Up'tan önce gösterilen, Partly Cloudy isimli kısa animasyonda çok keyifliydi.
14 Ekim 2009 Çarşamba
Nil Karaibrahimgil - Duma Duma Dum
12 Ekim 2009 Pazartesi
Elif Şafak - Aşk
10 Ekim 2009 Cumartesi
Bahsedeceklerim...
dünya ve uzay - tübitak
alice aynanın içinden - bordo siyah
foto sabah resimleri - everest
seksen günde devri alem - bordo siyah
aşk - doğan kitap
ülke ülke dünya atlası özel koleksiyon 2009 - atlas
Dergi //
cnbc-e ekim
cnbc-e eylül
blue jean ekim
blue jean eylül
Film //
indiana jones - 4 bölüm
broken emraces
Müzik //
nil kıyısında - sony
la roux - polydor
barbra streisand - sony
celebration single, video, 2 cd - warner bros
mistake single - little idiot
voltaic live recorgings - nonesuch records
get it right single - universal
i love you - downtown music llc
45:33 remixes - dfa
jimpster selected remixes 2004-2008 - freerange
ready for the weekend - ultra records
chemically happy (is the the new sad) - strange feeling
glasgow kiss - urban torque management
one love - emi
ellipse - megaphonic records
hitmixes - interscope records
disburbia remixes - the island def jam music group
pieces in a modern style - maverick
whitney houston - rca/jive label group
get wild - ultra records
i am... sasha fierce - sony
diva remixes -sony
halo remixes - sony
kid a deluxe edition - emi
my oracle lives uptown - kobalt digital
take me to the hospital - cooking vinyl
take my breath away - kompakt
benim günüm - mess productions
öz - aria music
left right left rgiht left - coldplay.com free download
viva la vida - emi
prospekt's march - emi
decode single - chop shop records
ingonce single - atlantic records
everything's here / liquid thang - dig deeper
sweet dreams remixes - sony
million dollar bill - rca/jive
scars - ultra
southern soul - buzzin' fly
bulletproof - polydor
broken-hearted girl - sony
tonque n' cheek - dirtee stank recordings
billie jean - rocco & danny marquez
this must be it - emi
cbnc-e soundtrack - cnbc-e dergi promo
i want to know what love is remixes - the island def jam music group and mariah carey
harder better faster stronger japan edition single - daft life
revolution 909 single - daft life
daft club - daft life
human after all remixes - daft life
feeling pulled apart by horses - _xurbia _xendless
it's like that - arista
around the world - daft life
nothing fails - warner bros
what it feels like for a girl - warner bros
for lack of a better name - ultra
Audiobook //
fantastic mr. fox - harper audio
paranoia - macmillan audio
Güncel//
MJ ölümü
Lady GaGa
Beyoncé
Ponyo
Best of Göksel
TV reklamları
gazete reklamları
hürriyet
9 Ekim 2009 Cuma
Pedro Almodovar - Los Abrazos Rotos
2 yıldız.
25 Eylül 2009 Cuma
Basement Jaxx - Scars
20 Eylül 2009 Pazar
Steven Spielberg - Indiana Jones and the Last Crusade
15 Eylül 2009 Salı
Steven Spielberg - Indiana Jones and the Temple of Doom
13 Eylül 2009 Pazar
Steven Spielberg - Raiders of the Lost Ark
11 Eylül 2009 Cuma
29 Ağustos 2009 Cumartesi
Nanni Moretti - The Son's Room
28 Ağustos 2009 Cuma
Steven Soderbergh - My Girlfriend Experience
27 Ağustos 2009 Perşembe
George Lucas - Star Wars: Episode II - Attack of the Clones
Adrian Lyne - Flashdance
26 Ağustos 2009 Çarşamba
Redd'e dair
Kendileri ile tanışıklığım, müzikal anlamda; "Bahçelere Daldık" klibi ile oldu sanırım. Sonra devamı "Öperler" klibi ile geldi. "Bilmiş" ama "snop duran" tiplerdi... Bir an geldi ki; hiç bir şey ürpermeme engel olamadı. "Hala Aşk Var mı?" çalıyordu... Power Club'tan satın almıştım hemen. Kayıtsız kalmak imkansızdı...
Ve şimdi "21" albümü...
Bende askere gitmeden kaydettikleri "Redd Akustik" albümü ve DVD'si ise bambaşka.
Yakında "Plastik Çiçekler ve Böcek" ile "21" albümleri hakkında yazacağım. Ama dilimde kalanları diyemeden geçmeyeceğim. "Prensesin Uykusuyum", "Artık Melek Değilim"...
"Kirli Suyunda Parıltılar" ne demek hala bilmiyorum; cidden. Bloglarını, web sitelerini gezdim, sıra Ekşi sözlükte...
"21"den ise en çok "Sukut"ta şok geçirdim. "Yaşandım Daha Çok", "Özgürlük Sırtından Vurulmuş", "Sevsen de Sevmesen de" ve ilk vidyo "Don Kişot", beni ilk şaşırtanlar.
Henüz "21"i hazmedebilmiş bile değilim... Ki müzikal ve kayıt anlamında en iyi albümleri olmuş. Kendilerini aştıkları ve markalaşmaya bir adım daha önem verdikleri; bir yandan konsept albüm olmasına rağmen, "single" olarak ta yayınlanabilecek şarkıların olması ve bunu bütün olarak yaratmaları; titizlikleri vs. bambaşka bir taktire değer. Önlerinde saygıyla eğilmek gerek! Yalın'ın "Ben Bugün" albümünde kullandığı bando tarzı melodilerden onlarda da var. Acaba askerden mi kaldı dedim, bu tarz bana Karnavalları ve bir resmiyeti anımsatıyor. Birazda eskilerden kalan bir yaşam gibi... Ve ilk kez Doğan'ın vokali arka plana itilmiş. Bas gitar ve (meşhur) büyük davul sesleri daha ön planda...
Neyse bahsedeceğim...
Ve ilk fırsatta bir Redd konserine gitmek, onları canlı dinlemek istiyorum, onlara hayranım!
--
Redd'in "21" albümünü alıp dinleyince ilk izlenimlerim bunlarmış. Sırasıyla diğer albümlerini (50-50 hariç, basımı tükenmiş) satın aldım. Ve konserlerine de gittim. Sonuç; oldukça memnunum. Favori kaydım "Aşktı bu" ve "Öyle Boş ki Hayat".
Zack Snyder - Watchmen
24 Ağustos 2009 Pazartesi
Calvin Harris - Ready for the Weekend
Björk - Voltaic
21 Ağustos 2009 Cuma
Marcos Bernstein - Karşı Daire
Ferzan Özpetek - Mükemmel Bir Gün
Blade Runner 2049
yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...
-
Uzun bir aradan sonra özlediğim Şebnem Ferah geri dönmüş. Kısa ve öz anlatım, yerinde yorum. Her zamanki gibi titiz bir çalışma ve albüm o...
-
Tavuk sote yedik. Çok yağlıydı... Altın Küre ödülleri Avatar'a gitmiş, bari Oscar'lr gitmese... Hayatım izlediğim en klişe film! Nas...
-
Çarşamba: kızarmış patetes üzerine kaşar serpiştirilmiş şeklindeki yemeği (!) yedik. onlara göre "kaşarlı patates" yemeğiydi bu. Ç...



