26 Kasım 2009 Perşembe

Yemekteyiz

Aslında huyum değildir TV izlemek, ama geçen kış takip ederdim bu programı. Hem güzel yemekler öğrenir, yapılışını izlerdik. Bir disiplin ve saygı vardı. Evet çok çok uzatılmış, "televole-yemek masalı" bir formdu; ki televole'den oldum olası nefret etmişimdir...



Zaman geçti ben elimi eteğimi çektim.

Zaten hala zaman zaman TV açıksa, ne var diye bir başımı çevip; bu ses kime ait, kim/ne görünüyor diye kısa süreliğine bakarım o kadar. Bu bakman ile sınırlı TV izlemem. NTV izlerdim, haberleri filan, artık oralı da değilim... Sadece kaçırmazsam Yaprak Dökümü'nü ve Aşk-ı Memnu'yu izliyorum sadece. Bunları izledikten sonra bir akşam ne var ne yok diye gezinilirken kanallarda, Yemekteyiz programının tekrarı vardı. Hatay kısmı yarışıyordu...



3 Kadın, 2 Erkek yarışmacı vardı. Genelde öyle mi bilmiyorum...

Dilek hanım adını kolay unutamayacağım galiba. Ki büyük bir şoktu benim için...



Dilek, Deniz, Yasemin hanımlar ile Hakan, çok yapmacık Şakir beyler yarışmacılar.

İlk yarışmacı Dilek hanımdı. Onun hazırlığından başladık izlemeye, final akşamına kadar da izledik.

Genç biri, ki Doğu'da genç evlenilir; ikinci akşam Deniz hanıma konuk olduğunda, ilk akşamı bana dediğiniz bırakmadınız diye, mıncık mıncık her şeye bir neden, bir söz buldu. Beğenmedi, beğenmedi, beğenmedi. Ve kontrol edemediği ses ton ile şımarık bir ergen yavrusundan farksızdı tavrı, kişiliği. Allah vergisi deyip kızamıyorum da ama cidden sinir bir durumdu. Şimdiye kadar gördüğüm en çocuksu şahsiyetti. Neyse... Asıl mevzu bu ondan kagaladı, bundan bir kırıntı tattı; en sonunda hiç bir şeyi beğenmedi ve aç kaldım ben deyip çantasında çıkarıp, göstere göstere çokonat'ını yedi tatlı yerine... Bende herhalde dalga geçiyorlar diye düşündüm bir yandan, bir yandna da ağzım açık kalakaldım TV karşısında. Evet çok rahat tavrı ile yemeğe gelen kişi, onca emeği bir çikolataya yok sayıverdi!



Ömrü hayatımda, sevmediğim tatları, bana dokunacağına kısaca "ben bunu evde de yemem, yanlış anlama" deyip başka bir sofra kibarca geri çevirdim. Ya da zoraki bir iki kaşık aldım. Ama hala hayatta yemeyeceğim şeyler vardır, neyse... Hiç bir zaman bir başkasının sofrasında ben aç kaldım deyip sofrada çantadan bir gofret, çikolata, bisküvi çıkarıp yemedim. Yememde. Yani bunu bana gelen biri yapsa, o an TV'nin karşısında ağzım açık kala düşündüğüm 1-2 saniyelik şaşkınlıkta, herhalde onu doğruca kovar, paldır küldür kapı önüne koyardım. Ne büyük bir hakaret bu ya. Aç kalmak istemezsem de bir parça ekmek yerim, çekilirim sofradan. Evimde yerim, doyururum karnımı... Ömrümde böyle hakaret görmemiştim; öyle ağzım açık kalakaldım.



Bu kişi sonra, son akşam da misafir olduğu yarışmacıda da aynısını tekrar edip bu sefer eti form çıkardı, başladı yemeye. İşte orada atışıp durduğu Deniz hanım iki kelime ile ona koca bir tokat yapıştırdı, yapıştırdı da anlamadı. "Senin terbiyen bu kadar mı, yediğin bisküviden ikram etmeyi bilmez misin?" gibi bir şey dedi... Dedi de...



Yani film kopmuş çoktan, millet parayı ben kazanayım diye artık yemekleri çay kaşığı kadar tadımlık yaparak yemeye başlamış. Aman bu hoş değiş, şusu var, busu var... Çoğu kişi aç dolaşıyor. Yemek seçme şansı dahi yok. Bulamıyor!!! Hoş yemek programı; yemek ve misafir ağırlama kültürünü esas alıp yarışılıyor ama içine o Türk'lere özgü "televole" girince, adabı çoktan bozulmuş. Bir de yemediklerini "acıtasyon yaparak" sokak hayvanlarına veriyorlarmış. O koca torbanın içinden hemde seçip bulacakta, yiyecek hayvan. Koy bir pet tabağa bırak, kaldırımın yanına. Hayvan yiyince de al pet tabağını at, geri dönüşüm kutusuna. Hem göbeğin küçülür hareket edince, hem ruhun zenginleşir iyilik yaptın diye... Neyse...

Blade Runner 2049

yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...