23 Mart 2009 Pazartesi

Uzun Hikaye





Uzun hikaye... Yazmaya başlamadan düşündüğüm bir çok şey ile bu, uzun bir hikaye. Hala aklıma getirdiğim ve hala düşündüğüm için belki. Hala affettiğimi bilsem de; kendi kendime bu kadar eziyet çektirdiğim -belki mazoşistim bu konuda- belki de. Önemi yok. Önemi; sadece benim yeterli hissetmediğim...
Vuuuaaa, diye başlayan bir Goldfrapp benzeri, Nil şarkısı: Seviyorum, Sevmiyorum. İçindeki katalizor enerji, benim klavyede ki tuşlara basma hızımı arttırıyor. Düşüncelerimi dağıtmasına izin vermesem de, söyleyiş biçimine ve can acıtan kendini ifade etme isteğine karşı koyamıyorum.
"İfade etme isteği..."


Alacakaranlık Serisi'nin ilk üç kitabını okudum. Okuyan diğer hayranlar ile sanırım aynı duyguları paylaşıyorum. ilk kitap güzeldi, ikincisi bunalım ve yoğundu, iyiydi. Üçüncüsü ilkin komik, sonra sıkıcıydı... Robert Pattinson'a hayranım. Şarkı söylemesine, Edward'ı güzel yorumlamasına... Gel gelelim Bella'ya; elime bir şey geçirip, kafasına vurmak geliyor artık içimden!
Yazarın, kendi kurgusudur diye düşünüyorum ama umarım bu kadar pasif bir gençlik yaşamamış, Bella karakterini kendinden almamıştır. Kendimden biliyorum, kadın karakterlerin bence güçlü olması, umutlu olması ve yön verebilmesi lazım. Kadın, yaratır. Bu yüzden erkekten daha anlayışlı ve daha esnektir. Daha dayanıklıdır... Bilmiyorum belki daha önce okuduğum Adı: Aylin, Füreyya kitapları olsun, Alien film serisi olsun, Hayao Miyazaki filmlerindeki kız karakterleri olsun, Titanic'teki Rose gibi, hayatlarına devam edebilmeli ve var olmalıdırlar. Bu sadist bir istek değil, onların anaç gücünden gelir.
Kendim yazarken dalga geçtimdi ama düz yolda gideken düşen bir kız için ne söylenebilir?
Kısaca Bella'ya artık "Nerde bela, orada Bella!" diye bir slogan buldum. Gülüyorum...
İzlediğim filmlerde ise Yüreğinin Sesi, oldukça güzel ve tarzı olan bir film. Hayao Miyazaki'nin senaristliğini yaptığı bir Stüdyo Cibli şahaseri...
Ardından izlediğim The Reader... Gözlerimin ağlamaktan yanması tam geçmemişken, devam etmek ve yazmak istedim. Bilmiyorum ama aklıma geldiğinde not almaz isem, bunun uçup gideceğini ve düşündüğüm gibi ifade edemeyeceğimi hissediyorum. Çok mu titiz?
The Reader'daki Kate Winslet için söyleyebileceğim tek şey, ayakta alkışlamak gerek. Kendisini ayakta alkışlıyorum. Yorumladığı okuma, yazma bilmeyen Hanna karakteri, bana çok daha önce Björk'ün oynadığı Selma yorumunu anımsattı. Kesinlikle Akademi Ödülü doğru yere gitti. İçim çok rahat. Film olarak ve yönetmenlik olarakta; Stephen Daldry; benim için çok özel. Film anlatım dili; Modern tasarımlı evler gibi. Ya da yalın, sade, kaplama kağıdı gibi. Çikolata pastasının üstündeki çikolata krokanı gibi... Şaşaasız, öz, kaliteli. İnce düşünülmüş bir zeka işi ve drama. Bir zamanlar drama yazısına hapsettiğim bir anlamı getirdi aklıma ve Björk'ün Hidden Place kaydının güzelliğini... Filmi, Piyanist filmi gibi çok sevdim. İlerleyen bölümlerinde ve mahkeme sahnelerinde, kasılan miğdem kendini bundan kurtarıp, gözyaşlarımın akmasına fırsat verdi...


Bella'nın kafasına vurmak istemem gibi, "Çocuğun", mahkemeye müdahale etmesini çok, çok ama çok istedim. Etmedi.
Uuuuaaaa...
Nil'in şarkısı acıtıyor ama acıtmıyormuş gibi içini kanatıyor.
Mandolin, içten içe miğdemde kasılıyor, kasılıyor...
--
23 Mart 2009,
Muttalip Kıvılcım

Blade Runner 2049

yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...