31 Aralık 2009 Perşembe

Son melodiler

iPod nano'm geldi. Shuffle'ımda bugün dinlediğim müzik listemi yazayım dedim. 2009'da en çok CD albüm aldığım ve indirme yaptığım yıl oldu. Pek düzgün albüm yoktu gerçi ama Lady GaGa yıla damgasını vurdu.





  1. Annie - Anthonio (Original Mix)

  2. Annie - Anthonio (Designer Drugs Remix)

  3. Annie - Anthonio (Fred Falke Remix)

  4. Annie - Anthonio (Berlin Breakdown Version)

  5. Daft Punk - Around the World (LP Version)

  6. Daft Punk - Something About Us

  7. Daft Punk - Revolution 909 (Roger & Junior's Revolutionary War Mix)

  8. Daft Punk - Harder, Better, Faster, Stronger (Breakers Break Remix)

  9. Lady GaGa - Bad Romance (Chew Fu H1N1 Fix)

  10. Dan Black - Symphonies

Yeni yıl mesajı

Evet... Yarım gün işteyiz. Herkese yeni yıl mesajı yolluyorum. Burdan size de yazayım dedim, kargodan haber yok, iPod nano'muz galiba yeni yılda gelecek... Neyse, yeni yılınız kutlu olsun. Güzel bir yıl geçirmenizi diliyorum. 2009 benim için oldukça yoğundu, hayatımı; (derken kargo için aradılar. Meğer ellerinde ürün yokmuş ve yıl sonu stok sayımı varmış. O yüzden yoğunmuşlar... Oysa anlaşmamız böyle değildi... Aldığım ürün stokta var görünüyordu. Böyle olacaksaydı, ben kendim bugün gidip mağazadan alırdım. Hımm, bakalım tekrar haber vereceklermiş.) uzun vadede değiştiren gelişmeler oldu. İşsizlikten evde oturmaktan çok sıkıldım. Derken Aralık ayında işe başladım. Bir taraftan da İngilizce'mi geliştirmeye devam ediyorum. TOEFL sınavına girmedim. Girseydim de herhalde apışıp kalırdım. Kursun pohpohlaması ve iki ay içinde hazırlanmak maalesef ki yeterli değil. Bakalım sınav tarihlerini kaçırmazsam fikir edinmek için Bahar dönemi KPDS sınavına girmeyi düşünüyorum. Akşama evde olacağım herhalde. Uzun zamandır aldığım fırın torbasında tavuk pişirmeyi deneyeceğim. Yanında da kabak tatlısı yapabilirim, belki başka şey... Bir planım yok şimdilik. 


HAPPY NEW YEAR



30 Aralık 2009 Çarşamba

Çarşamba

iPod nano (5. nesil) satın aldım. Kargo ile bakalım ne zaman elime geçecek.



Bugün öğle yemeğine misket köfte yemeği yedim.

29 Aralık 2009 Salı

Salı

Öğle yemeğinde pirinç ile haşlanmış tavuk but vardı. Yılbaşı için bol bol hediye paketi yaptık.

James Cameron - Avatar

Pazartesi gecesi 21:30-01:30 arası filmi izledim... Tanrım ne yorucu, ne klişe bir film... Rezalet.

Terminatör 2, Aliens'ten tut ta, Prenses Mononoke'den, Goliraz'ın Feel Good Inc. vidyosu, daha ne saysam ki, Matrix'ten... bir çok filmden esinlenme var. Bildik modern bir Pocahantas hikayesi... 3 Boyutunu seveyim, çığır mığır açtığı da koca bir yalan...



Kendime geleyim, anlatacağım olan, biteni...



Tavsiyem; izlerseniz pişman olursunuz.



19:37, 30 Aralık 2009 //

İş yorgunluğundan fırsatım olmuyor ama Avatar hakkında ufak ufak yazmak istiyorum. Zira yazmadıkça içimi kemiriyor... Öncelikle bu filmi Oscar için nasıl değerlendirileceğini merak ediyorum. Cidden.



Bir kere filmin üç boyutlu hali yüzde doksan gibi bir oranda üç boyutlu izleniyor. Şimdiye kadar izlediğim en uzun üç boyutlu yapım. Öyle ara ara üç boyutlu sahne yok yani. Bir de dram tarzında bir film.



İkincisi, 10 dalda olacağı için bu yıl, bir de kaliteli film kıtlığından faydalanıp En iyi Film adayı olabilir. Keşke olmasa ama Altın Küre'de oldu...



Üçüncüsü benim tahminim, sadece En iyi Ses Kurgusu/Miksajı dalında ödül alabilir. Görsel efekti o kadar çok ki, tüm renkleri kullanıp, renkli resim yaptım demek ki bir şey bu... Yani bilemiyorum...



Senaryo tabiri caiz ise boktan. Jack Sully rolü, hali ile aptal bir özenti. Ezik, ezik ötesi bir tip. Sakat olmasına lafım yok, yanlış anlaşılmasın.



En beğendim şey Sigourney Weaver idi. Oyunculuğu ile yetip artıyor. Aliens ile baş tacım olduğundan, burda bile saygıyla kendini izlettiriyor. Yalnız Avatar hali bana, çok basit bir kedi kadın portresi gibi benzedi.Yüzünü, kendi haline benzetmişler; yanakları, dudakları ve gözlerini.



Rambo gibi şişkin Albay bilmem ne, kafasında  T-rex tırmalaması gibi izi var, sinir bozucuydu. Fazla Amerikalı, fazla kenfini beğenmiş, fazla şiş, fazla da fazla yani...



Sonra, ekibin başı olan, golf oynayan kuş beyinli de tam boğazı sıkılacak tiplerden. Bunları toptan ..., neyse ağzımı bozmayayım.



Dediğim gibi filmi izlerken hep bu burdan, şu şurdan diye düşünmeden edemedim. Jurassic Park'tan tutunda, Alien'e, Star Wars Bölüm 4'ten, deniz altı belgeseline, Yüzüklerin Efendisi'ne kadar bir çok filmden alıntı geldi hep aklıma. Ana tema olarak ta ormanı, dünyayı yok etmesini daha 1997 de bahseden Prenses Mononoke ile aynı olması iyice heyecanımı kaçırdı. Hakkında detaylı hiçbir şey okumadım, izlemedim. Sadece başkasından duyacağıma, merak edip gittim izledim Avatar'ı...



Yönetmenlik kısmına gelince, hiç beğenmedim ve gene fırsattan istifade bunda da aday olursa, şaşırmam.

Oyuncu, oyuncu yok zaten. Hemsi kofti, bir kaç rol hariç.

Na'vi olan kız güzel. Yani rolü iyi oynuyor. Erkekten daha iyi. Ama adı Rose değil, hayret!

Transformers 2 kadar salak olmasa da, gene salak bir bir film bu.

Helikopter kullan kız, Cameron'un asi, seksi, inatçı, aykırı rollerinden biri ve bunu oynayan kızda başarılı. Malum bu tür roller de, kurban oluyor...



Dokunulduğunda helikopter pervanesi gibi dönüp, ışık saçan canlı/uçan şey güzeldi.



Spagetti gibi yayılıp, ışık saçan şeyler vardır ya, ona benzer kutsal ağaç vardı. Tiksinçti tabii. Nefret ediyorum zaten o tür ışık saçan şeylerden de..



Sonra Na'vi dili diye gizemli olamayan ama karşılıklı konuşma anlarında İngilizce'nin yanında bok gibi durduğu garip bir dil. Genelde yılan tıslamısı gibi seslere benziyor.



Birde uçan maksu turko gibi bir şey vardı, ikinci yarıda o da dahil olunca, artık klişenin tavan yaptığı anlarda, e yok artık dedik. İkinci yarı daha kötü tabii. İyice bunalıyorsun.



Kısa ve öz, Avatar cidden bu senenin sabun köpüğü. Issız Adam gibi bir şey.

En çokta yazarların yorumunu merak ediyorum. Atilla Dorsay'ınkini bilhassa. Filmi anlayabilecek mi, uyuyup kalmış mıdır yoksa... Gerçi The Dark Knight'ı az çok çok eleştirip, beğenmişti ama...



Aklıma geldikçe yazarım gene...

28 Aralık 2009 Pazartesi

Pazartesi

Öğle yemeğinde etli nohut yedik. Araç kullandık. TEM'de trafik vardı. Yoğun yağmur yağdı.

27 Aralık 2009 Pazar

Sinema, vs. üzerine...

Film üzerine haber yapan ve film izleyen biri neden hala AVATAR'ı izlememiştir, onunla ilgili yazmamıştır; merak ediyorum... Başka sayfalardan haber alıp, yapıştırmak haliyle kolay bir şey...

Neyse, öğrendiğim üzre bu yılın ses getiren filmlerinden "The Hurt Locker" ya da "Up In the Air", 2010 Oscar ödüllerinde "En iyi Film" ödülünü alacak galiba.
"Precious" pohpohlanmasından ve "Avatar" konuşulmasından da bunların "En iyi Film adayı" olabileceğini, ön sayıyorum. (hiç birini henüz izlemedim.)

"A Single Man", "An Education" bahsedilen, aradan sıyrılan, beğenilen diğer filmler...

"Nine" müthiş bir hayal kırıklığı olacak sanıyorum... (CD albümü bile kötü...) Ve "Inglourious Basterds"gösterimde iken kimse beğenmemişken, şimdi ödül zamanı neden herkes seviyor; onu da anlamış değilim. Tarantino kafayı yiyordu filmim izlenmedi gene diye, artık sevinir ödül alırsa...

Neyse, film heyecanım şimdiden kalmadı, gitti. Savaş içerikli, bağımsıza yakın bir filmin (The Hurt Lucker) ödül alması, beni memnun etmedi.
Bu Grammy'lerde de böyle olur; kategoride beğendiğim bir şarkı yoktur, ama "kötünün iyisi hesabı" biri durumdan faydalanıp, o yıl sıyrılır...
Son zamanlarda bunu sinema da görüyoruz. Umarım bu durum alışkanlık haline dönüşmez...


25 Aralık 2009 Cuma

Cuma

Bu hafta yoğundu, Noel zamanı diye bir telaş vardı. Yurt dışında 24-25-26 Aralık Dini Bayram tatili olduğu için, bir telaş vardı... Noel mesajları hazırladık. Güzel yeni yıl grafikleri seçtik... Vs...



Bugün sebzeli yemekte yahni gibi bir şey vardı. Patates, domates, yeşil fasulye, biber ve dana kuşbaşı et, ve yağlı suyu... Beğenmedik gene. Pide ekmeğimizi ve çayımızı tercihe ettik.



Öğleden sonra Çerkezköy'e gittik. Şansımıza hava gene yağmurluydu. Giderken E-6  yolundan gittik, dönerken TEM'den yolundan döndük. Akşam vakti Haramidere tarafı da yoğundu. Bipper'i kullanmak keyifli...

24 Aralık 2009 Perşembe

Perşembe

Bugün daha çok "fast food" tabirinde tavuk şinitzel vardı. İki dilim tavuk şinitzel, yanında kızarmış patates, iki dilim domates ve bir yarım biber. Biber acıydı, güzeldi. Şinitzel hafif yağlıydı gibi geldi ama açlığımızdan yedik bitti. Sonra da Fanta aldık ardına. Uzun zaman sonra beğendiğim bir yemek daha çıktı.

23 Aralık 2009 Çarşamba

Çarşamba

Bugün mantar sote ve sandal köfte vardı. "Sandal köfte" ismine takıldı, köfte de hiç sandal gibi değildi, bildiğimiz yuvarlak köfteydi. Ama içi patates ve mantar ile doldurulmuş, üstü kaşar rendesi ile süslenmişti. Biz mantar sote aldık. Mantar tadı alamadım yemekten, çünkü güveçteki biber ve domates tadı, mantar tadını engellemişti. Fena değildi. Bir ara sandal köfteyi de deneyeceğiz.

22 Aralık 2009 Salı

Salı

Bugün sahte iskender diye dalga geçtiğimiz, iskenderdeki döner et yerine kavrulmuş kıyma etli "ekmek aşı" adlı yemeği denedik. Gene beğenmedik. Artık hafif ve daha çok sebzeli yemekleri tercih ediyoruz galiba...

21 Aralık 2009 Pazartesi

Pazartesi

Yemekte ciğer sote vardı. Ama bu biberli, domates soslu sıvının içinde dana ciğeriymiş. beğenmedim.

E-posta yollamaya devam...

20 Aralık 2009 Pazar

Hafta sonu...

Cuma akşamı AVATAR izleyeceğimiz filmi, cumartesi akşamına bıraktık. Cumartesi akşamı 18:15'te  CapaCity Cinebonus sinemasında izlemeye gittik, yer yoktu 23:45'e kadar... Ve CapaCity -ilk kez böyle görüyorum- acayip kalabalıktı... Bakırköy'de öyle.



Gecesinde REDD grubunun 50/50 albümünü kaset olarak buldum ya arkadaşımdan aldığım Sony Walkman ile dinleyeyim dedim... iPod kulaklığımı taktım, ama ses; boğuk, sanki plak dinliyorum... Ara sıra kasetten cızırtılar geliyor. Cuma akşamı Candan Erçetin'inin CD'ni WAV dinledim iPod Shuffle ile; oradaki zil, tef, perküsyon seslerini tek tek net duyabilirken, burada Doğan'ın sesi grip olmuş gibi çıkıyor. TV'den izlediğim vidyoları ile bildiğim şarkıları bile boğuk... Üstelik son model dijital walkmanlerden bir alet bu. Neyse arkadaşımla konuşunca, dedim ki gözünü sevdiğim iPod ve AAC ses formatı cidden devrim yapmış yani...



50/50 de çok basit geldi. Kalkıp ilk albümü sen en sona dinlersen tabii böyle gelir. Ama toy bir çalışma. İçinde 3-4 popüler olabilir şarkı var, diğerleri kastı beni. Belli ki walkmandan... Zira Plastik Çiçekler ve Böcek alübümlerini CD, WAV olarak dinlemiş ve hayran kalmıştım... Cidden en güzel albümleri 21.



AVATAR'ı 3 boyutlu olarak hafta içi tekrar izlemeye çalışacağız. Bakalım herkesin beğendiği o ormanı biz de beğenebilecekmiyiz...



Pazar günü akşamı da DiaSa'da "Ruhların Kaçısı" filminin orijinal DVD'sini buldum ve Amerikan Bufalo filmini de, ikisini de kaptım aldım. D&R'da Ruhların Kaçışı 19.90 TL. (Ben iki filme 9.98 TL ödedim.) Hayao Miyazaki'nin Oscar ve Altın Ayı kazana filmini DvX formatında küçük ebatta izlemiştim. Merakımı gidermiştim ama DVD'sini bir türlü edinememiştim. Bugün benden mutlusu yok.



Candan Erçetin'in albümü için bir yazı yazdım yolda cuma günü, sonra albümü dinler iken favori şarkılarımı ve baştan sonra Candan Erçetin'in özeti yaptım kafamda ama blog'uma yazamadım. Albüme kısaca 5 üzerinden 3, günümüz piyasa şartlarına göre de 5 üzerinden 4 diyebilirim.

18 Aralık 2009 Cuma

Cuma

E-posta yollamaya devam. Bakırköy'e gidiş, dönüş. Öğle yemeğinde yeşil fasulye yedim. Bol yağmurlu bir öğleden sonrası. Ve yarın AVATAR filmine gideceğiz, onun heyecanı...

Candan Erçetin - Kırık Kalpler Durağında

Bugün CD'sini aldım, yorumum geceye...

17 Aralık 2009 Perşembe

Perşembe...

Yoğun telefon trafiği... Öğle yemeğinde orman kebabı; garnitür, kuşbaşı ve kuşbaşı patatesten oluşan susuz yemek. Öğleden sonra Çatalca Organize Sanayi'ne gidiş dönüş. Yazıcı için bilgisayarcının gelmesi, tüm bilgisayarları elden geçirmesi... Akşam yoğun konuşma ve yağmur...

16 Aralık 2009 Çarşamba

Çarşamba

İzmir köfte yedik... Basitti.

Candan Erçetin ve Şebnem Ferah

Her ikisinin de, bugün 16 Aralık 2009 itibari ile yeni albümleri yayınlanıyor. Akşama alıp, dinlemek lazım...



22:39 // Planımızda değişiklik oldu ve bu akşam iki albümü de alamadık. Candan Erçetin'i bugün sabah, Şebnem Ferah'ı da bu akşam ön dinleme yaptım. Candan Erçetin'in genele göre iyi, eski işlerine göre orta bir albüm; Şebnem Ferah ise, iyice bayıcı, Perdeler tadında kötü bir albüm hazırlamış. Genelin beğendiği ağır rock, damar Şebnem şarkılarını maalesef ben sevmiyorum. Ama Candan Erçetin'i gayet akıllı buldum; hiçbir yerde ve hiçbir albümde yayınlanmayacak deyip, sadece dijital olarak verilen "Ben Kimim" kaydını bu albümüne almış. Fesat düşünmek yerine, Anadolu'da bunu indiremeyen, alıp diskini dinler diye geçirdim ilk aklımdan. İkinci de, dediğini yapmayan bir toplumla, yönetim ile yaşıyorken; Candan da sözünü tutmamış çok mu; hiçte değil... Ben hala "Çapkın" dönemi Candan'ı arıyor ve özlüyorum... Şebnem için ise karamsarım. "Kadın" gençliğini ve "Kelimeler Yetse" adilliğini yakalayamıyor.

15 Aralık 2009 Salı

Yılın son müzikleri

Hande Yener "Hayrola" CD ve REDD "50/50" kasetini buldum -sonunda!!!-, aldım. Çok mutluyum!

Salı

Tavuk but yedik. Yanında haşlanmış patates ve biraz pilav. Bu da iyiydi.

13 Aralık 2009 Pazar

Pazar günü

  • İşte yazıcı ayarlaması... Sonuç: sıfır ayarlama.

  • Sol gözümde ara ara bir batma hissi var (içinde saç, kirpik varmış gibi). Bunun için doktor araması yaptım ve öğreniyorum ki özel hastaneler için pazar günü çalışan doktor yok.

  • Ev için alışveriş.

  • Evde dinlenme.

  • Banyo.

  • Belki film izlerim...

12 Aralık 2009 Cumartesi

Cumartesi...

Bugün kısa geçer diye düşlemiştim.

Daha yeni gelmişken ofise, beş dakika sonra İzmit'e gideceğimizi öğrendim.

Şöför benmişim...

Otomatik vitesli Peouget Bipper ile İzmit'e gidip geldik.

Hava sisli, yağmurlu, çok yağmurlu, güneşli, çok sisli diye dönüştü hep.

Bugün hiç e-posta atamadım. Bana atan da olmamış zaten...

İzmit'ten kestane şekeri aldım. Uzun süre sonra İstanbul dışına çıkmak keyifliydi. Seyehat etmeyi özlemişim...

Boğaz köprüsünden bu kez otobüs ile değil, ilk kez kendim araba kullanarak geçtim. İşte bu güzeldi!



11 Aralık 2009 Cuma

Cuma günü

Evet... Bol bol (yaklaşık 190+160=350) e-posta yolladım. Kendimi istenmeyen e-posta yollayan gibi hissettim.

Noel öncesinde yaklaşık 10 kişi otomatik e-posta ile yanıt verdi; "Ofis dışındayım, şunu ara..." diye...

Avusturya tamam.

Çek Cumhuriyeti'nde N harfine kadar geldim...

Oturmaktan popom ağrıdı.

E-posta yollamaktan elim uyuştu...

Sonuç; benim ile iletişim geçen yok.

10 Aralık 2009 Perşembe

Perşembe günü

Çalışmaya başladım...

İlk günümde Outlook ile bana e-posta hesabı oluşturduk.

Yabancı yazışmalardan sorumluyum.

Bir kaç kişiye e-posta yolladım.

Çin'den biri cevap yazdı. Yanıtlamadık.

8 Aralık 2009 Salı

Grammy 2010 - En iyi Dans Kaydı

Tüm şarkıları dinledim, analiz ettim.

Favorilerim:



1- Womanizer

2- Poker Face

3- Celebration



Bence ya Womanizer ya Poker Face kazanır.

Celebration - Benny Benassi Remix Edit'i (Celebraiton vidyo hali) hoş, ama Grammy'ye sanrım orijinal hali aday.

David Guetta feat. Kelly Rowland için ise şüpheliyim. Süpriz yapabilir. Dediğim gibi ben sevmiyorum.

Black Eyed Peas'ın Boom Boom Pow ise yetersiz geldi bana. Ödül alırsa çok şaşırırım...

Bence Britney ikinci Grammy'sini ya da Gaga ilk Grammy'sini kapsın. Budur...

David Guetta Feat. Kelly Rowload - When Love Takes Over

Electro Extended Mix'i "En iyi Remikslenmiş Kayıt" dalında Grammy adayı. David Guetta iyi bir DJ, prodüktör, popüler kültür şeysi. Ama En iyi Remixer dalında favorim galiba Jean Elan. Remiks kaydındaki melodik yapısı hoş. Dennis Ferrer ve Trentemoller ve Dave Aude'yi baştan sona dinleyemedim.



Başlığa gelirsek; ben bu şarkıyı pek sevemedim. Kelly'nin vokalleri ve melodik yapısı; beğenmedim pek.

6 Aralık 2009 Pazar

The Dark Knight

26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip





THE DARK KNIGHT: 10/10





Aslında filmi izlemek, ne olup bittiğine dair gayet yeterli bir cevap…





Nolan'ın yeni Batman filmleri, günümüz yorumu ile daha uyumlu.

Burton'un masalsı anlatımından uzak, gerçek ile daha inandırıcı.



Batman Begins ile başlayan ilgi ve memnuniyet, The Dark Knight ile iyice arttı. Ve beklenenden fazlası geldi.

Bu kendini gişede de oldukça belli etti ve tüm zamanların en iyi gelirini getiren ikinci filmi oldu Kara Şövalye.

Ve 2008 yılının en çok konuşulan, en beğenilen filmi…



"Neden bu kadar ciddisin?", "Hadi yüzüne bir gülümseme koyalım…" diyen Joker, 2008'in en iyi oyunculuğu idi.

En büyük dileğim filmin En iyi film ve En iyi yönetmen dalında Oscar adayı da olması.

Heath Ledger, Brokeback Mountain'de alamadığı Oscar ödülünü, sadece gönüllerde değil, bu yıl gerçeği ile kazanacak.

Ama maalesef bunu göremeyecek…



Aslında Heath'in ölümü, filmin gidişatını ve promosyon çalışmalarını da etkiledi.

Hatta özgün afişi bile değişti filmin…



Film, konusu itibari ile pek dağılmadan, yer yer agresifleşen müziğin etkisi ile de geren anlardan sonra, çözülen ve hızlanan aksiyon sahneleri ile çok tatminkar.

The Joker ile biten Batman Başlıyor; Kara Şövalye'de The Joker'in açılışı ile başlıyor…



Filmin özetini vermeyeceğim.

Tura yüzündeki Batman, Yazı yüzündeki Bruce Wayne rolündeki Christian Bale, burada da iyi oynuyor.

Ama Joker'in gölgesinde kalıyor…



Alfred'i oynayan Michael Caine, gayet normal, güzelliği göz ucuyla süzen bir performans sunuyor.

Aynısı Morgan Freeman'ın rolü Lucius Fox için de geçerli…



Sevgili, Rachel rolü bu kez tam oturmuş. Uzun ve güzel Maggie Gyllenhaal'in performansı yeterli ve yerinde.



Aaron Eckhart, kariyerinde adımlarını yavaş ama sağlam atıyor. Filmde de önemli üçünkü kişi.

Yazılı yüz: Harvey Dent ve Karalanmış/Kabul edilmemiş adam Two-Face…

Joker ve Batman derken, arada unutulan bir isim oldu.



Gary Oldman, her zaman ki gibi usta ve başarılı.

Yan rollerin adamı ve Müdür James Gordon olarak çok iyi.



Gotham City olarak günümüz NYC'si kullanılmış.

Görüntüler çok iyi. Efektler ve ses çok iyi.

Christopher Nolan daha olgun. Senaryo ve yönetmenlik, en güzel kanıtı.



En güzel oyuncak: Batman… Onu kırmadan oynamak gerek...



Plan basit… Tüm bu olanlar planın bir parçası…

Anarşi düzenden geliyor, düzende anarşiden.



Şansımızı yaratalım… Yazı mı, tura mı?

Ben turayı seçiyorum…

Biraz da Two-Face'e olan inancımdan dolayı.



Dan!

Üç Maymun

26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip





ÜÇ MAYMUN: 8/10





Uzak filmini izleyememem bende saplantılı bir hal bıraktı.





İklimler'i izledim. Eşi, Ebru Ceylan'ın oyunculuğuna hayran kaldım.

Filmin kısaca özetlenen cümlesine de...



Sessiz sedasız bir Cannes Film Festivali haberi geldi.

Galada herkes Hatice Aslan'ı ve güzelliğini konuşuyordu…

Üç Maymun, En iyi yönetmen ödülünü getirdi Nuri Bilge Ceylan'a…



Ne güzel…

Yavuz Bingöl oynuyormuş, hadi len…

Tecavüz sahnesi varmış, yapma ya…

Bu ne iğrenç bir film, ıyy…



Filmi anlayabilen kesim, ödülünü vermişti.

Kendimizi, bize anlatan biri çıkınca; ne kadar da inkarcıyız.

Şimdi de en iyi 9 yabancı film sıralamasına kaldı Oscar adaylığı için.

Keşke yerden yere vuracağımıza, o kadar destek olsak…

Belki o zaman "Güzel ve yalnız ülkem" demez Sn. Ceylan…



Üç Maymun, afişinde yer alan kısa anlatımıyla, ne olup bittiğini özetliyor.

"Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek herşeye rağmen bir arada kalma çabası. Altından kalkamayacağı acılara ya da sorumluluklara maruz kalmamak adına gerçeği bilmek istememek, onu görmemek, duymamak, hakkında konuşmamak ya da günümüz tabiri ile "Üç Maymun"u oynamak, onun varolduğu gerçeğini ortadan kaldır mı?"



"Üç Maymun" lafını yazın duyunca, aklıma Hülya Avşar geldi.

Kendisi bir ilişkiyi kurtarmak için bunu oynadığını ve doğru bulduğunu söylemişti…

Sonra neden filmde popüler kişilerin tercih edildiğini merak ettim.



Filmi, sinemada iken gidip izleme cesareti gösteremedim. DVD halinden izledim.

Çünkü filmin bu karanlık bulutlu havası beni gerdi, ürküttü.

Ben gri bulutlu, yağmur öncesi sıkıntılı havadan nefret ederim.



Filmi izledim.

İzledim de, istemeden yutulan bir demir ceviz gibi geldi bana…

Konusu itibari ile çok, çok ağır psikolojik drama.

Kara bir sonbahar gibi…



Şimdi "genel kesim" tarafından anlaşılmamasını anlıyorum.

Görüntüler ve o finale kadar ki sıkıntılı, sepya tonundaki hava; buna istinaden filmin başlaması ve bitmesi…



Ben Nuri Bilge Ceylan'ı, Ang Lee'ye benzetiyorum.

Onun gibi naif, anlayışlı, açık fikirli ve tarzı olan bir yönetmen.

Gittikçe çıtasını yükseltiyor.



Filmi izledikçe, film sizi hipnotize etmiş gibi içine çekiyor.

Oyunculuklar çok, çok güzel. Hatice Aslan'ı bende alkışlıyorum...

Kast seçimi tam yerinde olmuş. Başlangıçta sorunun cevabını veriyor.

Senaryo çok sade, yeterli.

Küçük detaylar her şeyi tamamlıyor.

Çalan cep telefonu müziği...



Çaresiz, hastalıklı bir ilişkiyi ve banliyöye uçurum gibi dik duran binada geçen yaşam o kadar güzel anlatılmış ki…

Geniş ekran görüntüler kusursuz…

Işık oyunları süper.



Film sizi içine çektikçe, sanki sobelenecekmiş gibi arkasını kollayan birinin sıkıntısını yüklüyor.

İzledikçe daha da geriliyorsunuz.

Bir ara aklıma karamsar şarkıları ile Teoman geldi…

Herhalde böyle avuttum kendimi.



Ve finali ile (beklenen) yağmur yağıyor…

Film bitiyor.

Siz rahatlıyorsunuz...



Bir ara filme artı yirmi altı yaş sınırı koymaları gerek dedim.



Aynı durum sizin başınıza gelse, siz üç maymunu oynar mısınız?

Kara bulutlar gibi, bu sıkıntıyı taşır mıydınız?

Bir de o gözle bakın…



Şair nasıl en doğru kelimeler ile şiirini yazıyorsa,

Ressam nasıl en güzel renkler ile resmini konuşturuyorsa,

Nuri Bilge Ceylan'da oya gibi işlediği sıkıntı ve hayran bırakan görüntüler eşliğinde anlatıyor filmini…



Bu yüzden büyük olması normal.

Yumurta

26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip





YUMURTA (Yusuf Üçlemesi; Bölüm 1) : 8/10





Çok dingin bir film...

Wanted



26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip





WANTED : 4/10



Wesley Gibson (James McAvoy) , sıradan basit işerde çalışıyor. Günlük hayatının ona ait olmadığını düşünüyor. bir banliyöde hayatını geçiriyor.



Derken birgün aslında o'nun seçilmiş kişi gibi babasının katilini bulmasının zamanı geldiğini hatırlatan bir kadın (Angelina Jolie) çıkıyor karşısına.



Çok tanıdık di mi; The Matrix...



Yoğun aksiyon, çırağı usta yapma çabaları, aslında bu muhasebeci hayatı bizim hayatımız değil; Disney'in çocukları kandırmaya kullandığı prens-prenses masallarının geliştirilmiş versiyonu...



Basit hırsız-polis aksiyonu için ideal. Ama abartılı efektleri ile "hadi len" dedirtmekten öteye gitmiyor.



Merak eden izleyebilir. İzlemeyenin de pek bir kaybı olmayacaktır zaten.



2009 yılı Oscar ödüllerinde 2 dalda aday:

- En iyi ses

- En iyi ses efekti



Yakında da 2. bölümü çekilecek sanırım...



The Hours - Saatler

26.01.2009 tarihinde Comments From Another Room üzerinden, yazan: Muttalip





THE HOURS - SAATLER : 9/10



Hazır The Reader ile tekrar Oscar adayı olan yönetmenin, yeni filmini görene kadar, kendisinin kartviziti gibi olan filmi, Saatler'i işlemenin tam sırası...



Stephen Daldry'yi ilk kez sinemada Billy Elliot filmi ile tanıdım. O da çok hoş bir film. Ki son 3 filmi ile hep "En iyi yönetmen Oscar adayı" oldu. Yani bunu hak ediyor ve birgün Oscar'ı kapacak...



Saatler, 2003'nın büyük filmlerinden biri idi. Büyük bütçeli, sinemaya dair filmlerin yarıştığı filmlerden galip Chicago oldu...



Saatler kitabını okumuştum.

Kitaptan uyarlanan filmde, kitap ta başarılı.



Filmin konusu, 3 farlı zamanda geçen, birbirin bağlantılı 3 kadının hikayesi...



Biricisi Virginia Woolf (Nicole Kidman). 1923 yılında, Mrs. Dollaway kitabını, ailesi ve doktor kotrolü altında yazmaya başlıyor... Sorunları içinde evden kaçmayı ya da intihar etmeyi düşünmektedir...



İkincisi Laura Brown (Julianne Moore), 1951 yılı Los Angelas'ta, hamile bir ev kadını. Kocasının doğum günü için pasta yapmaya karar veriyor ve harika bir doğum günü partisi hazırlamak istiyor. Ama okumaya başladığı Mrs. Dollaway kitabını bırakamıyor... Her şeye sahip iken, özgür olma isteği, onu intihar etmeyi düşündürtüyor...



Üçüncüsü Clarissa Vaughn (Meryl Streep), 2001 yılı new York'ta, lezbiyen bir kitap editörü. AIDS hastası arkadaşı için bir parti vermeye hazırlanıyor... Hayatının rutinine sıkışmış, değişiklik yapmak istiyor ama bua cesaret edemiyor. İntihar etmiyor : ))



Bu üç yaşam, farklı zaman dilimleri ile farklı şekilde yaşanmaktadır.

Ama süpriz finali ile üç yaşam sonuçlanır...



Özeti tam kurgulayamadım belki...

Aslında fazla detay da verip filmi bozmak istemiyorum. Çünkü bu izlenerek keyfi çıkarılacak bir film.



Sanat tasarımı, müzikleri, görüntüleri, oyunculuklar, senaryosu, kurgu, kostümler enfes...



9 dalda Oscar adayı olan filmden, Nicole Kidman Virginia Woolf yorumu ile En iyi Kadın Oyuncu Oscar ödülü aldı.



Burda Julienne Moore'a bir kez daha hayran kaldım. Cennetten Uzakta filminde de çok hoştu...

Laura Brown yorumu mükemmel. Hamileliği sırasında oynasa da bunu iki filmde de (gerçek hamile imiş gibi) hiç belli etmiyor.

O yıl 2 dalda Oscar adayı olmuştu...

Eğer Catherine Zeta-Jones olmasaydı, bir ödülde kendisi alırdı.



Meryl Streep'e zaten diyecek söz yok...

Bu yaşına rağmen hala her yıl oynadığı oyunculuk ile ilk 5'e kalabiliyor.

Yaşayan efsane kısaca...



Ed Harris, kısa olsa da oyunculuğu ile filmde kilit rolde.

Ben pek sevemedim ama yorumu başarılı.



Yıllar sonra sanırım yeni yılın ilk filmi idi, Saatler'i izleyebildim.

Çok ta iyi yaptım. Beklediğimin karşılığını aldım...



Piyanist'i izledikten sonra müzik albümünü aldığım gibi, bunun da albümünü almaya karar verdim.



Film çok başarılı bir dram. Klasik.

Mutlaka izleyin.

LMFAO - Party Rock

LMFAO'yu ilk kez The Crystal Method albümü "Divided by Night"te dinlemiştim. Genelde "Featuring" yapanlar yakın zamanda da kendi albümlerini çıkartırlar. Ya hazırdır albümleri ya da çok başarılı olmuşlardır albüm yaparlar...



LMFAO bana Outkast anımsattı önce. Sonra auto tune efektleri ile Sean Paul'un tripi-bipi tarzı kayıtlarını. Ama albümü dinledikçe fark ettim  ki bunlar "Crash" filmi gibi. Biraz iddialı bir benzetme oldu ama En iyi Dans Albümü ödülünü alamazlar. Dinledikçe, şarkılar sanaki müzik ya da ritim düşüyor, yükseliyor da şarkı dönüşüyormuş gibi gelmeeye başladı. Dedim birinci şarkı ne uzunmuş, meğer üçüncü şarkıdaymışız... Akademinin çok sevdiği birbirine mikslenmiş tarzda bir albüm bu da. Ama müzik değişiyor hafif o kadar. Bol bol küfür ve argo da var.



Ciks tabir edilen havalı parti albümlerinden. Gözlerini kapatıp Paris Hilton ile disko topu altında dans ettiğinizi hayal edebilirisiniz. Sonra kalçasına bir şaplak atıp onu Jennifer Lopez ile değiştirebilirsiniz... :-D gerçi o artık iki çocuklu anne ama aklıma ciks isimler gelmedi, neyse...



Missy Elliott'ın "Lose Control" kaydı gibi "dınının" meleodileri, Benny Benassi tarzı elektro tınıları, popüler şarkılara dokundurma/benzetme, aynı benzer tınılar burda da var. "Ayo Tecnology" gibi mesela.



Çok hoş bir parti albümü. Evet, aday olması çok doğal. Ama çok iyi albüm değil. Bağımsız ve güzel bir iş. "Tak teybe, başla dans etmeye" tarzında bir albüm.



Pet Shop Boy'un "Yes" albümü de pek iyi değil. "One Love"u da, ben beğenmedim; çok iyi değil.  Favorim kesinlikle "Divided by Night". Hem yenilikçi, hem cesur, hem çok iyi bir elektronik albüm.

5 Aralık 2009 Cumartesi

Grammy 2010 şaşkınlığı

Öncesinde Lady GaGa "The Fame Monster - Deluxe Edition" ve Britney Spears "Single Collection - Ultimate Fan Box Set" albümlerini dinlediğimi ve her ikisini de Rihanna "Rated R" albümüne göre daha az sevdiğimi belirteyim. Lady GaGa'nın yeni mini albümü "The Fame Monster" beni hayal kırıklığına uğrattı. "Bad Romance" gibi başka iyi şarkılar da vardır diye bekledim ama en iyi sadece oymuş.



Gelelim Grammy 2010'a. Beyoncé beklediğim üzere "Single Ladies" kaydı ile bu yıl ne var ne yok süpürsün diyordum. Hakkı. Gelmiş geçmiş en iyi vidyolardan birini ve kayıtlardan birini yaptı. Tabii Kanye West'in meşhur ettiği Taylor Swift'te 8 dalda aday. Ama ben "If I Were a Boy" kaydı ile -ki hiç sevmem böyle iç bayıcı şarkıları- aday olmasını beklerken Grammy'ye, "Halo" ile çoğu dalda aday gösterilmiş. "Halo" da çok akılda kalıcı bir melodiye sahip. Hoş şarkıda... Yılın albümünü mutlaka almalı. Albümün çoğu hiti oldu. Çok ta başarılı bir albüm. Bir Michale Jackson "Thriller" dönemi yaşansın tekrar diye bekliyorum... Britney için ise "Circus" geri dönüş başarısı ile "Womanizer" ve "Circus" için adaylık bekliyor; özellikle "Circus" -ki çok seviyorum- En iyi Kadın Pop Vokal adaylığı bekliyordum... Britney'i neden beğenmediğimi de yeri gelmişken kısacık belirteyim; bir kaç şarkısı dışında, kendi ham sesini az duyduğum için kayıtlarında favori kaydım azdır. Kapı gıcırtısı, çığlık ve koro dışında,  bir şeyi yok. Genelde balon-pop kayıtları yaptı. Bu da kariyerini Christina'ya kaptırdının karşılığı. Grammy'nin En iyi Yeni Sanatçı ve En iyi Pop Vokal olarak Chrisitina'yı seçmesi 2000'lerde çok doğru kararmış.



Lady GaGa, çok sıkı çalışması -biraz da kararlı PR çalışması ile- ve çılgın halinin hakkını aldı; daha şimdiden, ilk albümü ile Madonna, Britney ile aynı yarışta. Beyoncé ile kayıtlar yapmakta.Beklemediğim, ki peynir-ekmek gibi satılan "The Fame" 5 Grammy adayı olmuş. Yılın Albümü, Yılın Şarkısı, Yılın Kaydı, Yılın En iyi Dans Kaydı, En iyi Dans Albümü diye. "The Fame" hoş, eğlenceli bir albüm. Ama çok iyi değil. Çıkış albümü için iyi tabii. "Poker Face" albümün -maalesef ki- en iyisi. Ben pek sevmiyorum ama seveni çok. En iyi Dans Albümü, daha önce yazdığım üzere "Divided by Night" ile The Crysal Method alır diyorum. İkinci favorim de "Tha Fame".



En iyi Dans kaydı dalında -hangi hali ile bellirtilmemiş- Madonna "Celebration" kaydı da aday. Ama bunda "Womanizer" ve "Poker Face" favorim. Her aday olan kayıt iyi, ama "Poker Face" almalı. Ya da "Womanizer". David Guetta'nın işini beğenmedim. "One Love" en iyi işi şu ana kadar ama çok iyi değil.



Black Eyed Peas, senenin en büyük olaylarından biriydi. Hali ile çoğu dalda da aday. Jay-Z, Rihanna, Kanye West düet/iş birliği gibi... Biz de vidyosu yasaklanan "Love Sexy Magic"te Grammy adayı. Hadi bakalım bunu da yasaklasınlar!



En iyi "remixer" kısmında ise giderek özgün işler yapan alt kesim, House DJ'leri burayı fethediyor anlaşılan. Geçen yıl ilk çıkışı ile Deadmau5 aday olmuştu. Bu yıl Dennis Ferrer, Trentemøller, Jean Elan aday. Dave Aude herkese remix yaptı nerdeyse, sonunda aday. David Guetta gene kendi işi ile aday. Bu kaydı, aslıdan daha iyi hem.



Bu sene Grammy biraz sönük (farklı bir şey yok manasında), kazananı baştan belli gibi. Madalyo'nun hangi yüzü Beyoné mu, Taylor Swift mi? Ya da Country/Sade işleri seven akademi bizi şaşırtacak mı? Bekleyelim bakalım...

4 Aralık 2009 Cuma

Ölümcül yürüyüş

Bugün çok uzun zaman sonra, en uzun yürüyüşümden bu yana Ev-İGS'den Haramidere Sanayi-Ambarlı yolu-Cihangir'e, ordan Merkez-Metrobüs durağı, Fındıklı-Taksim-İstiklal-Kadıköy ve Kuleli-Çobançeşme tekrar Çobançeşme-Kuleli sonra da İGS-ev arası yürüdüm...

2 Aralık 2009 Çarşamba

A Single Man

Tanıtımını izleyince, müziğine hayran kaldım. Görselliğine de... J.Moore'un dönem yansıtmasına. C.Firth'de de öyle. Yönetmeni ise T. Ford'muş... Bir ara tasarımlarına aşık olduğum adamı, başarısını referans almıştım. Sonra öğrendim ki bu yakışıklı adam gey. :D Elbette dünyam yıkılmadı ama kendi markasını yaratıp, moda içinde var olmayı sürdüren "yalnız bir adam" o da... A Single Man, Far From Heaven gibi bir şey olabilir gibime geldi, heyecanla gösterime girmesini beklemekteyim...

Blade Runner 2049

yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...