31 Mart 2009 Salı

27 Mart 2009 Cuma

Capote

Uzun zamandır merak ettiğim filmi, CNBC-e'nin Mart ayı yayını ile TV'de izleyebildim... Onlara çok teşekkür ediyorum. Açıkçası filmi izledim ama pek memnum kalamadım. Bay Capote oldukça uyuz bir tip.

Philip Seymour Hoffman, bu rolü ile Ennis Del Mar rolündeki Heath Ledger'ı egale ederek Oscar ödülü kazanmıştı. En iyi Film adayı da olan film, Clint Eastwood'un Changeling filmi gibi. Yönetmenliği, senaryosu, sanat tasarımı ve görüntüler çok etkileyici...

Ama Bay Capote, yılan tıslaması gibi sesi, kendini ezik gibi detaylı ifade etme biçimi, olayları çarpık anlatması, aşırı bencil davranışları ile ister istemez sizden kendisini nefret ettirtiyor, tiksindirtiyor. Onu boğazlayasınız geliyor... Filmin afişinden de anlaşılacağı gibi odakta olmayı, alkışı, şöhreti, buna benzer her şeyi; ona olduğunda çok seviyor.

Bu hali ile bile ona katlanan, seven arkadaşı Harper Lee rolündeki Catherine Keener'ın yeterli ve iyi bir oyunculuğu var. Favori olsa da Oscar ödülü ona gitmedi. Daha iyi oyunculuk çıkaran Rachel Weisz ödülü aldı.

Gene o yıl En iyi Kadın oyuncu ödülünde favori olan Felicity Hoffman -Hala Umutsuz Evhanımı dizisindeki Lynette kendisi-, Transamerica'da çok iyiydi; ödülü Reese Witherspoon almıştı. Walk the Line'da izleyemediğim başka bir film. Eminim ki ona da fazla merak uyandırmsam yeridir. Malum, sonu iyi olmuyor...

Yine de Capote'nin oyunculuğunu uzun süredir unutamayacağım. Hele suçluyu idam sahnesi sırasındaki bakışını...

3 yıldız.

26 Mart 2009 Perşembe

Sahsa - Coma

Sasha'nın kendi kayıtlarını yayınlamak için kurduğu "emFire plak şirketi"nden çıkan ilk kayıt Coma'yı dinliyorum. Bu kez 2 re-miks kaydı ile beraber EP olarak iTunes'te satılmakta.
4 yıldız.

  1. Coma (9:10)
  2. Coma (Ki: Theory Mix) (4:13)
  3. Coma (Tree's Star Splanged Dub) (11:00)

25 Mart 2009 Çarşamba

L Kubic - Voyager

L Kubic'in debut-single kaydı Voyager, 15 Mart 2009 itibari ile Digital Download (DD), 16 Mart 2009 itibari ile de 12" Vinyl (Plak) olarak yayınlandı. Ondan önce Nil'in "Seviyorum, Sevmiyorum; Seni öldürsem mi, yeşertsem mi bilmiyorum... Uuuaaaa" kaydı ile dinledim bir kaç kez. Nil'den ve benzeri Glam Pop/Rock kayıtlardan da ileriki zamanda konuşacağız.

Bir önceki plak [Zippo] kadar etkileyici bulmasam da, uluslararası piyasada başlangıç için gayet güzel bi kayıt. Chris Woodward'ın "hadi hoppa" tarzı hafif Afrika esintili re-miksi çok şen şakrak.

Nil ile mi dinlemek, Nil'siz mi dinlemek, ne gerek; karar veremedim. Kendimi bunun için yormayıp, hadi hoppala deyip "trippie" takılcam. [Nil deyince, konuşmam da bzozuldu bak... :')]

24 Mart 2009 Salı

Dünya ve Uzay

Şimdi bu kitabı okuyorum; Tübitak yayınlarından Dünya ve Uzay.

23 Mart 2009 Pazartesi

Uzun Hikaye





Uzun hikaye... Yazmaya başlamadan düşündüğüm bir çok şey ile bu, uzun bir hikaye. Hala aklıma getirdiğim ve hala düşündüğüm için belki. Hala affettiğimi bilsem de; kendi kendime bu kadar eziyet çektirdiğim -belki mazoşistim bu konuda- belki de. Önemi yok. Önemi; sadece benim yeterli hissetmediğim...
Vuuuaaa, diye başlayan bir Goldfrapp benzeri, Nil şarkısı: Seviyorum, Sevmiyorum. İçindeki katalizor enerji, benim klavyede ki tuşlara basma hızımı arttırıyor. Düşüncelerimi dağıtmasına izin vermesem de, söyleyiş biçimine ve can acıtan kendini ifade etme isteğine karşı koyamıyorum.
"İfade etme isteği..."


Alacakaranlık Serisi'nin ilk üç kitabını okudum. Okuyan diğer hayranlar ile sanırım aynı duyguları paylaşıyorum. ilk kitap güzeldi, ikincisi bunalım ve yoğundu, iyiydi. Üçüncüsü ilkin komik, sonra sıkıcıydı... Robert Pattinson'a hayranım. Şarkı söylemesine, Edward'ı güzel yorumlamasına... Gel gelelim Bella'ya; elime bir şey geçirip, kafasına vurmak geliyor artık içimden!
Yazarın, kendi kurgusudur diye düşünüyorum ama umarım bu kadar pasif bir gençlik yaşamamış, Bella karakterini kendinden almamıştır. Kendimden biliyorum, kadın karakterlerin bence güçlü olması, umutlu olması ve yön verebilmesi lazım. Kadın, yaratır. Bu yüzden erkekten daha anlayışlı ve daha esnektir. Daha dayanıklıdır... Bilmiyorum belki daha önce okuduğum Adı: Aylin, Füreyya kitapları olsun, Alien film serisi olsun, Hayao Miyazaki filmlerindeki kız karakterleri olsun, Titanic'teki Rose gibi, hayatlarına devam edebilmeli ve var olmalıdırlar. Bu sadist bir istek değil, onların anaç gücünden gelir.
Kendim yazarken dalga geçtimdi ama düz yolda gideken düşen bir kız için ne söylenebilir?
Kısaca Bella'ya artık "Nerde bela, orada Bella!" diye bir slogan buldum. Gülüyorum...
İzlediğim filmlerde ise Yüreğinin Sesi, oldukça güzel ve tarzı olan bir film. Hayao Miyazaki'nin senaristliğini yaptığı bir Stüdyo Cibli şahaseri...
Ardından izlediğim The Reader... Gözlerimin ağlamaktan yanması tam geçmemişken, devam etmek ve yazmak istedim. Bilmiyorum ama aklıma geldiğinde not almaz isem, bunun uçup gideceğini ve düşündüğüm gibi ifade edemeyeceğimi hissediyorum. Çok mu titiz?
The Reader'daki Kate Winslet için söyleyebileceğim tek şey, ayakta alkışlamak gerek. Kendisini ayakta alkışlıyorum. Yorumladığı okuma, yazma bilmeyen Hanna karakteri, bana çok daha önce Björk'ün oynadığı Selma yorumunu anımsattı. Kesinlikle Akademi Ödülü doğru yere gitti. İçim çok rahat. Film olarak ve yönetmenlik olarakta; Stephen Daldry; benim için çok özel. Film anlatım dili; Modern tasarımlı evler gibi. Ya da yalın, sade, kaplama kağıdı gibi. Çikolata pastasının üstündeki çikolata krokanı gibi... Şaşaasız, öz, kaliteli. İnce düşünülmüş bir zeka işi ve drama. Bir zamanlar drama yazısına hapsettiğim bir anlamı getirdi aklıma ve Björk'ün Hidden Place kaydının güzelliğini... Filmi, Piyanist filmi gibi çok sevdim. İlerleyen bölümlerinde ve mahkeme sahnelerinde, kasılan miğdem kendini bundan kurtarıp, gözyaşlarımın akmasına fırsat verdi...


Bella'nın kafasına vurmak istemem gibi, "Çocuğun", mahkemeye müdahale etmesini çok, çok ama çok istedim. Etmedi.
Uuuuaaaa...
Nil'in şarkısı acıtıyor ama acıtmıyormuş gibi içini kanatıyor.
Mandolin, içten içe miğdemde kasılıyor, kasılıyor...
--
23 Mart 2009,
Muttalip Kıvılcım

21 Mart 2009 Cumartesi

Raging Bull

31 Mart 2009

Güneşin yoğun ve sıcak olduğu bir gündü... Akşam vakti, saat 17:30 civari, bir sandalye kapıp, PC'im ile balkona çıktım.
Oradan yazıyorum...

Kızgın Boğa / Raging Bull filmini izledim sonunda.
Seçimler bitti, sonunda! Ve yeni bir pazartesi ile haftaya başladık...
Kapı çalıyor...

Geri döndüm... Seçimleri kim kazanmış tartışıla dursun, hiç umrumda değil. Hala basit sayma yöntemleri ile seçim yapılıyorsa, en azından bu sefer boyanmadık; kimin kazanacağı ne kadar adil olacak? O sandık sana çalısın, bu sandık bana çalınsın; resmen makara. Millet daha adını yazmayı bilemiyor, nasıl oy kullanacak? Evet, evet, şaşırmayın; bir çok kişinin 3-4 kredi kartı var ama adını yazmayı bilmiyor.

Raging Bull filmi, siz sağ sola bakınırken, gelip size iki yumruk indiren bir film. Muhammed Ali'nin "Kelebek gibi uçarım, Arı gibi sokarım" benzetmesi gibi.

Robert De Niro, cidden nefis. Hem boksör olarak hem sapık, şüpheci aşık olarak. Maço erkekliğin tavanı. O dönem için makul karşılanan erkek üstünlüğü, "kadın sus, yersin yumruğu" anlayışı -ki günümüz Türkiye'si hala bu- çok başarılı. Stil ve konsept olarak başarılı; diğerini övmüyorum, yalış anlaşılmasın.

Filmin kurgusu, özellikle ilişki yaşantılarında ilerlerken, birden rakibine bir yumruk indiren boksr seklinde sizi "Aaa, olamaz. resmen dayak yiyor adam!" diye ağzı açık bırakıp, Luna Park'taki trenlerdesiniz ve aşağıya doğru geçiş yapmışsınız gibi hissettiriyor.

Koca kafalı La Motta'nın menajeri ve kardeşi -ikinci koca kafa- rolünde harikalar yaratan ve kardeş olduklarına inanacağınız kadar iyi oynayan Joe Perci muhteşem. Bir sonraki filmi ile zaten Oscar'ı kaptı.

Vicky Cristina Barcelena'dan önceki Vicky; Bir Marilyn Monroe gibi; kötü, maço erkeklerin yanında takılan sarışın, vamp, masum bakışlı, orta şişman Vicky... Kariyerinin en iyi rolünü oynayp, o da Oscar adayı olmuş. Yediği dayaklar karşında hak ediyor, sonuna kadar. Şimdi kalkıp Nicole Kidman'a ya da hım... kim desek başka, Scarlett Johansson'a pat pat tokap attın, hiç tepki vermiycek. Kızarmayacak bile... hiç sanmıyorum. Otup, ağlar hemen...

Film görüntüleri ile de muhteşem. Siyah-Beyaz derken yer yer renkli. O zamanın zor şartlarını, bilgisayarsız, iPod'suz, iPhone'suz dünyasında, sadece üstündeki yeni moda kıyafet, yeni otomobilin ya da yeni plaj mekanın, yeni içtiğin milk shake'in ile meşhur olduğu bir dünya... Bu yüzden kişiler, asıl kimlikleri ya da oynadıkları oyunculuk; saf-i oyunculuk ile meşhurlar...

Bu yüzden Robert De Niro'yu çok girişken ve vizyon sahibi bir oyuncu olarak sevdim. Taksi Şöförü'nde de öyle... Gençken bu kadar cesaretli ve çalışkan olmasını çok sevdim... Herhalde o zaman bu da modaydı :')

Kızgın Boğa, En iyi Film adayı dahil 8 Oscar adayı olsa da, 2 ödül kazandı.

The Reader

23 Mart 2009


Okuyucu filmini izledim sonunda. 81. Oscar töreninden önce izlemeyi çok istemiştim, kısmet düneymiş. Bu hafta Sinema'ya gelecekti, gösterimi Nisan ayına atılmış... Neden böyle yaptılar, soru işareti. Neyse...

Gerçekten çok güzel bir film. Yalın, sade... Yormayan, duygulandıran ve eğer izin verirseniz sorgulayan bir film.

Stephen Daldry'nin en iyi işi.

Kate Winslet'in konuşmasından çok, yüzündeki kederli ve gergin ifadesi ile içinize işlediği Hanna Schmitz yorumu, Altın Küre'de nasıl yardımcı kategoriye alındı, şaşılacak bir şey. Gerçi iki dalda da Altın Küre ödülünü aldı. Kate'nin oyunculuğu çok, çok iyi. Hatta en iyi performansı. Az konuşup, sizi geren yüz ifadesi ile rolünü oynaması, filmi izlerek canınızı acıtıyor.

Sanat tasarımı başarılı. Dönemin görüntülerini; plaj sahnelerini, giyim-kuşamı, Almanların toplama kamplarını, bina yapılarını, trenleri çok güzel yansıtıyor.

Senaryosu, David Hare'e ait ve Saatler filmine göre bu filmde daha başarılı bence.

Genç oyuncu David Kross, Kate'in karşında gayet iyi oynamış ve filme çok yakışmış. Uluslararası alanda çok güzel bir çıkış yapmış oldu bu proje ile.

Film için 18 yaş üstü sınırı var, unutmadan...



81. Oscar ödüllerinde, 5 dalda adaydı, 1 ödül kazandı:

- En iyi Film
- En iyi Kadın Oyuncu: Kate Winslet
- En iyi Yönetmen
- En iyi Görüntü
- En iyi Uyarlama Senaryo

The Triples of Belliville

Belleville'de Randevu çizgi filmi, izlediğim en özgün çizgi filmlerden biri. L-Manyak tarzı orantısız ve sinir edici çizimlerden oluşan ama hikayesi ile izlemeye doyamadığınız bir film [henüz bir kere izledim ama :-)] Mafya ile olan bölümleri, Baba filmi kadar havalı. Konuşma yok, bol bol müzik var. Yer yer meşhur "Nah Neh Nah" şarkısı benzeri Chanson-Swing karışımı, çıtırtı gibi müzikler; Amerika'ya, Disney'e dokundurulan ince eleştiriler, mükemmel. Bellevelle Üçüzleri; için hemen sıralamam Emel Sayın, Muazzez Abacı, Seçil Harper. Bulursanız hemen izleyin...

Unutmadan, daha çok yetişkinlere yönelik bir film. İnce detayları var. Bu yüzden küçükler beğenmeyebilir.
Eğer 2004 yılında "Finding Nemo" olmasaydı, Akademi ödülü alırdı.


2 dalda Oscar adayıydı, kazanamadı.

- En iyi animasyon filmi
- En iyi film şarkısı

Bir diğer unutmadan ise, filmin ismi Türkçe olarak doğru çevirisi ile Belleville'de Randevu /Belleville Rendez-Vous. Ama Ingiltere ya da Amerika gösterimlerinde Belleville Üçüzleri / The Triples of Belleville diye geçiyor. "Rendez-Vous" kelimesi bana hep gizemli gelmiştir. Basement Jaxx grubunun kaydından mı nedir, hep değişik ve gizemli gelir hala...

--
24 Mart 2009
Muttalip Kıvılcım

Whisper of Heart

Hayao Miyazaki'nin yönetmediği ama senaristliğini, hikaye taslağı tasarımı ve uygulama yapımcılığını yaptığı bir film Yüreğinin Sesi. Yönetmeni Yoshifumi Kondo. Ben çok beğendim. Şizuku ve Seji'nin paralel olarak bütünlüğü çok güzeldi. "Country Road" şarkısı da çok güzel. Filmi izlemenizi tavsiye ederim.

16 Mart 2009 Pazartesi

Tutulma (Alacakaranlık Serisi 3. kitap)

Evet, sonunda üçüncü kitap Tutulma'ya geçiş yaptım...

Will Saul & Mike Monday - Zippo

Kitap okurken dinlediğim fakat bahsetmeyi unuttuğum bir kayıt; Will Soul and Mike Monday, Zippo single'ı... Solid-Groove ritimler, Bella'nın uçurumdan atlaması kadar eğlenceli...


Şarkılar:
1. Zippo (Main Mix) (7:25)
2. Zippo (Dub) (5:44)

15 Mart 2009 Pazar

Yeni Ay kitabından

Kısa kısa notlar... Hoşuma giden cümleler...

  • 11 Mart 2009 -- "Merak etme. Sen bir insansın. Hafızanın elekten farkı yok. Zaman bütün acılarını azaltacak." sayfa #66
  • "Minik üzüm asmasının üzerindeki yapraklar onun hafif rüzgarı ile sallanıyordu. Gitmişti..." sayfa #67
  • "Titreyen bacaklarla, bir faydası olmadığını bile bile, onu ormana doğru takip ettim. İlerlemek zorundaydım. Eğer onu aramaya devam etmezsem her şey bitecekti. Aşk... Hayat..." sayfa #67
  • "Her şey çok mükemmel bir şekilde planlanmıştı. Sanki hiç var olmamışım gibi olacak diye söz vermişti." sayfa #75
  • "Ekim... Kasım... Aralık... Ocak..." sayfa #76-79
  • "Zaman geçiyor, yalpayarak ve sessizliklerin içinde sürünerek..." sayfa #80
  • "Matematiği okumak, dinlemekten daha zordu. Ama artık becerebiliyordum." sayfa #85
  • "Artık hikayenin kahramanı olmadığımı fark etmek beni depresyona soktu. Benim hikayem sona ermişti." sayfa #91
  • "Hiçbir değişiklik olmaması daha kötü olmayacak mıydı? Eğer koltuklar son gördüğüm gibi duruyorlarsa, duvardaki tablolar, piyano hala yerindeyse? Ya her şey, hiç dokunulmamış ve unutulmuş bir şekilde yerinde duruyorsa? ...Aynı benim gibi." sayfa #134

  • "Aşkta mantık yoktur diye hatırlattım kendime. Birini ne kadar çok severseniz, her şeyin daha az anlamı olur." sayfa #271 Milton Jackson'dan Snap Crackle kaydını dinlerken....
  • "Çünkü gerçek aşktan daha fazlasını kaybetmiştim. Sanki bütün bir geleceği kaybetmek giibiydi, bütün aileyi, seçtiğim bütün hayatı." sayfa #315

  • "Ona baktım, geleceğin hiç olmamasını diledim. Bu anın sonsuza kadar sürmesini diledim, eğer bitecekse ben de varlığımı sonlandırmak istedim." sayfa #384
  • "Cennetteydim. Cehennemin ortasında bir cennet." sayfa #385
  • "Saçlarımı öğmeye devam ediyordu. Alnımı, bileklerimi... ama dudaklarımı hiç öpmedi. Aslında bu iyiydi. Kaç kere bir kalbin ezilip, tekrar atmaya devam etmesi beklenebilir ki?" sayfa #388
  • "Temiz bir son diye fısıldadım. Ama dudaklarım kıpırdamamıştı." sayfa #399

  • "Hala donuktum. Kelimeleri anlamsızdı çünkü imkansızdı." sayfa #400
  • "Edward: Tek istediğim ve tek ihtiyacım seninle birlikte olmak ve seni bir daha asla terk edememem, biliyorum. Bella: Bana hiçbir söz verme." sayfa #402
  • "Edward: Senden önce, hayatım tıpkı aynasız bir gece gibiydi. Çok karanlık ama yldızlar vardı, sebepler... Ve sen gökyüzüme bir meteor gibi girdin. Ve bir anda her şey yanmaya başladı, parlaklık vardı, güzellik vardı. Sen gittiğinde ve meteor ufka düştüğünde, her şey simsiyah oldu. Hiçbir şey değişmedi ama gözlerim ışık yüzünden kör olmuştu. Artık yıldızları da görmüyordum. Ve artık hiçbir şeyin bir anlamı yoktu. Bella: Gözlerin alışır, dedim." sayfa #403

10 Mart 2009 Salı

Rachel Getting Married

RACHEL GETTING MARRIED filmini DVD hali ile izledim. Anne Hathaway'ın oyunculuğunu merak ediyordum... Robert Downey, Jr. gibi gişede başarılı başka filmlerde yer alsa da, oyunculuk kariyerini çok iyi yönlendirdi ve sonunda Akademi Ödüllerinde bir adaylık kazandı. Brokeback Mountain filminden beri kendisine aşıktım. Ama Get Smart filminde daha net belli olan yüzündeki değişimi (burnunun incelmesi, dudaklarının The Joker gibi; simetrik ve güler hale gelmesi) bana biraz yapay gibi görünse de, yeteneği görünümü ile sınırlı kişilerden olmadığını kanıtladı. Siyah kocaman gözlerini hala seviyorum... Akademi Ödülleri gecesindeki açılış performansı ile sönmekte olan heyecanımı tekrar ateşledi desem, yeterli olur sanarım...

Kısaca da filmin yönetmeni Jonathan Demme'e değinmek istiyorum. Kendisi her ne kadar THE SILENCE OF LAMBS ile harikalar yaratmış olsa da, bu filmi de sanki yönetmen değil de; Rachel evlenirken, olan biteni el kamerası ile kaydeden bir kişi gibi yönetmiş... Ama güzel olmuş.

2. şanslara gelirsek; (uzun bir nefes alıp) bunun her insanın hakkı olduğunu, affetmeyi ve edebilmeyi öğrenmemiz gerektiğini, kibirimize yenilmeyi dizginlemeyi bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Düşünmeden suçladığımız birininin yerine bir de kendinizi koyun.

Kimse masum değil derler ya; önemli olan yeniden başlamak, yeniden yaşama gücü.
Her şey yıkılır, her şey gider... Geriye bir tek sen kaldığında, yeniden ayakta olmayı ve yeni bir dünya yaratmayı başarmalısın. Belki temel içgüdü, belki de oyunun kuralı bu...

3 yıldız.

Alacakaranlık kitabından

Kısa kısa notlar... Hoşuma giden cümleler...

  • 3 Mart 2009 -- Önsöz'den; "Hayat size beklentilerinizin çok ötesinde bir düş sunduğunda, sona geldiğinizde üzüntü duymanız mantıklı değildir."
  • Milton Jackson'ın Crash EP'sini ve Ayşe Hatun Önal'dan Bırakma Beni kayıtlarını dinliyormuşum kitabı okurken...
  • "Bardaktan boşalırcasına yağan yağmuru pencereden dalıp giderek izlemek ve birkaç gözyaşının akmasına izin vermek de büyük rahatlıktı." sayfa #14

  • 8 Mart 2009 -- "Mantarlı Ravioli" nedir, nasıl bir şeydir; merak edilmiş.
  • "Emin olamıyorum. Ben zihin okumayı bilmiyorum. Ama bazen bana başka bir şeyler söylerken hoşça kal diyormuşsun gibi geliyor." sayfa #180
  • "Sözcüklerinin üzerimde yarattığı etkiyi ve bana çektirdiği acıyı en iyi böyle tanımlayabilirdim."
  • "Bu kusursuz yaratığa bakmamak için elimden geleni yapıyordum. Her bakışımda güzelliği canımı yakıyordu. sayfa #214
  • "Ona doğru yürürken gözlerim merakla parlıyordu. Edward'ın gözlerinde ise yorgun ve isteksiz bir ifade vardı. Gülümsedim, bir adım daha attım ve onu yanıma çağırdım. Beni uyandırır gibi elini kaldırdı; bende tereddütle arkamı döndüm. Edward derin bir nefes aldı ve parlak öğleden sonra güneşinin parlak ışığına doğru bir adım attı." sayfa #215
  • "Tekrar eline baktım ve parmak ucumla avucundaki çizgileri takip etmeye devam ettim. Başımı kaldırdım ve içtenlikle gülümsedim. Bana karşılığında mükemmel bir gülümseme verdi." sayfa #219

  • 9 Mart 2009 -- "Yalnızlıktan böyle hareket etti. Genelde yapılan seçimin arkasındaki neden budur." sayfa #230
  • "Seninle kalmak istiyorum. Karanlıkta ona olan bu bağımlılığımı söylemesi daha kolaydı." sayfa #233
  • "Karanlıkta çok daha normal görünüyordu. Hala solgun, hala rüya gibi güzeldi..." sayfa #233
  • "Uyurken çok ilginç oluyorsun dedi gerçekçi bir şekilde. Konuşuyorsun." sayfa #234
  • "Aklından neler geçtiğini çok merak ediyordum. Carlisle'nin anıları mı yoksa kendininkiler mi? Sessizce beklemeye koyuldum." sayfa #274
  • "Korku dolu ümitlerim şimdi bana ne kadar saçma geliyordu." sayfa #389
  • "Günün ne kadar mükemmel olduğunun önemi yok, her zaman sona ermek zorunda." sayfa #397

9 Mart 2009 Pazartesi

Alacakaranlık Serisi

Kitap, uzun zamandır okuduğum en sürükleyici ve kolay okunur bir dille yazılmış kitaptı. Akşama filmini sinemada da izleyeceğim. Şimdilik sonuç olarak gayet memnunum... Bu hafta içinde de ikinci kitap Yeni Ay'ı ve üçüncü kitap Tutulma'yı da okumayı planladım. Dördüncüsünü de merakla bekliyorum... Yazara göre beşinci kitap olarakta, Edward'ın bakış açısından anlatılan bir Alacakaranlık ile seriyi bitirebilirmiş...

3 Mart 2009 Salı

Alacakaranlık (Alacakranlık Serisi 1. kitap)

Alacakaranlık kitabını okuyorum...

Porco Rosso

Çok beğendim. Puan 4/5. Sırada izleyemediğim Prenses Mononoke (1997, Japonya'da Titanik'ten daha çok izlenen anime), Ruhların Kaçısı (2001, Altın Ayı ve Oscar alan ilk ve tek anime) [bir kısmını izleyebildim ama] ve 82. Akademi ödüllerinde aday olmasını beklediğim Kayalıktaki Balık (2009) filmleri kaldı... Hayao Miyazaki, Walt Disney'e rakip olabileceğini ispatlamış biri. Ve evrendenki en iyi çizgi film yaratıcısı. Nick Park'ı da unutmayalım...

1 Mart 2009 Pazar

Shrek The Halls

Shrek filmi karakterlerinden TV için yapılmış bir kısa filmi. Toplam süresi 27 dakika... Shrek ve ailesi Noel'i nasıl geçirir ya da geçirmelidir... Belki Noel'den sonra izlemem hataydı, bilemiyorum ama çok sıkıcıydı... Hiç beğenmedim!

1 yıldız.

Blade Runner 2049

yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...