Belki de filmini yirminci kez izledikten sonra, artık Elio'yu oynayan Timothée'nin harika oyunculuğunu ilmik ilmik daha iyi fark ediyorsunuz...
Later, later... Later! En uyuz olduğum şeydi ilk başta. Ama zamanla Oliver'a da alıştım. Armie'nin sesi ve çevikliği ilk başta çok rahatsız etmişti beni. Kitapta daha durağandı. Evet boy, pos, tamam Armie güzel insan ama neden bu kadar acele derken, aslında bu durağan olan Elio'nun perspektifinin biraz zıttı, yaşamayı seven haraketli hali. Elio ilmik ilmik izliyor Oliver'ı, onu tanıyor, onu süzüyor, onu x-ray eder gibi anlamaya çalışıyor.
Zamanla, küçük detayları filmi tekrar tekrar izledikçe daha iyi fark etmeye başlıyorsunuz.
Belli başlı ana sahneler, ana detaylara alıştıkça, aaa bak burda bunu yaptı, bu şunu dedi, burası da komikmiş ya, deyip farklı detaylar yakalıyorsunuz. Eğer merakınız varsa.
Ben ilk kitabı okudum. Kapağını çok önceden sanki bir D&R'da görmüş, bakmışım diye anımsıyorum.
Sel Yayıncılıktan çıkan 3. baskı idi. Daha öncesinde okuduğum Kızıl Ejder ve Kuzuların Sessizliği kitapları ardından sıfır kelime hatası ile olmasına çok şaşırdım ilkin. Ama iki kelimede yazım hatası var. Kitap ilk başta sizi elinin avucunun içine alıp, şöyle bir gezdiriyor, sonra konu genişlemeye çalıştırılarak, biraz sıkıyor derken dördüncü bölüm ile tapır tapır final yapıp, son kırk sayfada salya sümük hüngür hüngür ağlatıp, ağzınıza ediyor. Evet, aynen böyle.
İlk aşkın bu kadar esaslı, bu kadar naif ve şefkatli anlatımına salya sümük ağlarken, okumayı sürdürmek istiyorsunuz. Kalbiniz kırılıyor mu, kırılsın. Nefesiniz tıkanıyor mu, tıkansın. Göz yaşınız akıyor mu, aksın. Kendinizi iyi hissedecek misiniz, evet; hissedeceksiniz. O güzel aşk zamanla düşüncenizin merkezinde yer alıp, onun güzelliğini unutamayacaksınız. Aynı kendi hayatınızda yaşadığınız ilk aşk gibi. Elinizin yandığında, bir sonraki sefere daha dikkatli davranmanız gibi, bu hikaye beyninize kazınacak. Ana yerde kalacak. Tekrar okumak isteyeceksiniz. Tekrar...
Erkek erkeğe, kadın kadına demenin dışında aşkı olan iki insan diye düşünmek daha iyi.
Bugün haberlerde gördüm. Bir adada kuşları çekmek için yapılan sahte kuşlardan birine aşık olan bir sümsük kuşu, 3 yıl boyunca plastik kuşun yanında aşkına cevap beklemiş ve sonunda onu yanında ölü bulunmuş... Bu fedakarlığı hanginiz yaparsınız?
Ne Brokeback Dağı, ne de Carol bu kadar ağlattı beni.
Ki ikisini de çok sevmiş, severek izlemiştim. Ama bu kitap, özellikle son bölüm, yoğun bir ele geçirme ve en lezzetli kısmı derler ya öyle. En acıtan ve en güzel anımsatan kısmı.
Filme gelince, kitabın çoğu filmde yok. Genel itibari ile kitabı okuduktan sonra filmi izlemek (ki uyarlama senaryolara dikkat ederim, genelde filmleri bok ederler) ilk başta şekersiz çay gibi, afallatıyor. Ama bir iki izlemeden sonra olayın içine girebiliyorsunuz. Bir kere film aile filmi gibi. Cinsellik var ama kadın-erkek olarak daha çok. Yani bu gey şeysi, neme lazım, tütü kaka demek ön yargıdan başka bir şey değil. Rihanna müzik klipleri daha açık saçık bunun yanında. Ben 3 Billboard, Lady Bird sonra CMBYN filmini izledim. Beklediğimden düşük çıktı ilkin. Ama zamanla izlenmesi ve izlenebilme isteği git gide arttı. Lady Bird'te öyle.
Sanki akşam haberlerini izler gibi, her akşam izlediğinizde, Elio'nun davranışlarını, sesini kullanmasını, kendini ifade edişlerini, cesaretini daha iyi fark ediyorsunuz. Bu yüzden çok başarılı bir performans. Darkest Hour filmini görmedim ama Gary Oldman performansı olmasa, bence Oscar ödülünü alır çatır çatır. Yaşı 21 ama verdiği performans, size yansıması gerçekten çok başarılı. Az biraz Lady Bird'te de oynasa bile, ne kadar farklı olabildiğini gösteriyor.
Onun dışında YouTube'ta film ile ilgili bir sürü söyleşi ve film tanıtım sohbetlerini de izlemenizi öneririm. Zira asıl orda Armie ile Timothée'nin ne kadar iyi bir kimya uyumu oluşturduğu, ne kadar doğal ve sahici olduklarını görüyorsunuz. Ayrıca yönetmen Luca, cidden filmdeki oyuncular ile sanki arkadaş grubu gibi bir ilişki içinde ve bunu da net görüyorsunuz. Evet o oyuncu, bu yönetmen deyip bir kasıntılık, bir mevki sınırlaması şeyleri yok. Herkes özenli, saygılı, seviyeli ve bilgili. Ayrıca filmde İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Almanca konuşmalar var. Altyazı da Türkçe eklerse, beş dil konuşulan, çoklu bir bilgi birikimi. Bu bakımdan da bilgili insanlar ile takılma hissi de yaşatıyor. Söyleşilerde biri Fransızca konuşurken, diğeri bunu hemen İngilizce'ye çeviriyor. Tercüman gelsin, ben karışmam filan yok öyle kasılmalar.
Filme gelirsek, bir iki kısımdaki kurgu geçişlerine hala takılıp, anlamaya çalışıyorum. Onun dışında görüntüler çok güzel. Dinlendirici. Huzur verici. Mutluluk verici. Gri hava, şehir sıkışıklığı, trafik, negatiflik, gökdelen hayatı yok. Cep telefonu, tablet, süslü şeyler yok. Güzel bir yaz vakti, güzel bir villa, güzel bir meyve bahçesi, sarı tonlarında İtalya manzarası, bisiklet kullanma, havuzda yüzmek, bahçede yemek yemek, yeşillik, doğal, doğallık, kitap, kitaplar, piyano, radyo, müzik var. Yaşam var.
Filmdeki kullanılan şarkılar da hoş. Hoş derlenmiş bir film müziği albümü de var.
Film için yapılmış harika iki yeni şarkı var. Birisi Oscar adayı oldu.
Aslında kitap tamamen Elio perspektifinden anlatılan bir hikaye. Bu yüzden filmde daha çok Elio ön planda. Yüzde doksan Elio yani. Aslında az biraz Oliver'a daha yer olsa Armie'i de Oscar adayı olurdu. Ayrıca çok güzel bir ebeveyn konuşması yapan baba karakteri var. Doubt filminde kısacık rolü ile Oscar adayı olan Viola Davis gibi, o kısacık sürede o kadar sahici, etkileyici bir konuşma sahnesi ki bu, Michael'ın da yan roldeki performansı takdire şayan ve Oscar adayı olabilecek (ilk on içinde 6-7 diyelim) türden. Şimdiden herkesin gönlünde örnek baba oldu bile...
Onun dışında film ilk başta uzun gelmişti. Ama izle, izle sonra az geliyor. Ve kusursuz bir şekilde başlangıcından bitişine kadar tam 2 saat 12 dakikada bitiyor. Ve Aliens'tan hatırlayacağınız Hudson'a ithaf edilerek, çok hoş bir jest de yapıyor. Huzur içinde yatsın.
Bir de filmin kapanış, final kısmı var, malum Elio işte o zaman bile sizi paramparça ediyor o kısacık iki dakikada... Salya sümük ağlıyorsunuz. Bitiş yazıları geçiyor yanından, ama o başka dünyada, o başka anlarda bitiyor...
Luca'nın bir önceki A Bigger Splash filminde Ralph'ı nasıl iyi kullandığını ve ses detaylarını nasıl iyi işlediğini izlemiştim. Ki çok severim Ralph'ın bu rolü ile Oscar adayı olmasını çok istemiştim. Çıplaklığı olsa bile, bir İngiliz Hasta, Şindler'in Listesi'nden sonra kanlı canlı bir başka kişi idi.
İşte Luca, bu kez fark ettirmeden Elio ile bunu daha iyi yapıyor. Elio dediğim gibi defalarca izledikten sonra daha fazla detayı fark ettiriyor ve kendine daha da hayran bırakıyor sizi.
Zamanla sesini kullanmasını, Oliver'a olan tavrını, onunla konuşmasını, ona karşı açılmasını, karşında durmasını, beraber geçirdikleri zamanı, hepsini hepsini daha iyi anlıyorsunuz. Hele kitabı okuduysanız eğer, keyfi daha çok. Çünkü betimlenen Elio işte tam karşınızda, kanlı canlı duruyor...
Benim en beğendiğim kısım tren garı sahnesi. Ve Oliver'in Elio'ya yazdığı yazının nasıl olduğunu sormak için seslendiği sahne, ve Elio'nun onu havuzda yüzerken izlediği sahne. Tabii bir de beraber oldukları Roma kısmı. Bisiklet sürdükleri kısımlar... Piave meydanı yok mu... İşte zamanla hepsini ayrı ayrı daha çok seviyorsunuz. Alfred Hithcock'un Arka Pencere filminde, kırık ayaklı fotoğrafçının makinasından karşı apartmanı izler gibi, Elio ile beraber izliyorsunuz filmi. Bazen onları, bazen Oliver'ı...
Sonra Oliver'a dikkat ettim. Later demesine alıştım. Aslında konuşma sesi ve şömine ateşi gibi genizden gelen yoğun Armie sesini ilk başta çok garipsemiştim. Sonra kitabın sesli okunuş hali de var, Armie tüm kitabı okuyor. Zamanla o sesin daha sahiplenici ve sevecen olduğuna kanaat getirdim. Çünkü The Lone Ranger'da beğendiğim adamdı Armie. The U.N.C.L.E filminde zoraki Rus'tu Armie. Ve sohbetlerinde, söyleşilerde gördüm ki o aynı ses, çok sahici. İçten. Doğal. Pek yamuk yapmıyor. Ama Elio "haydi gidelim Amerikalı" dediğinde, o üstünlük taslama sesi ile, "Senin bilmeni istedim" dediğinde sesi kırılgan; değişiyor tavrına göre. Aslına Oliver'ın kahkaha attığı sahneleri düşündükçe, Batman/ Joker kısmında iyi bir Joker olurdu bile diyorum.
Ayrıca kullanılan kıyafetler ve bunun manzaraya da uygun olması, karşıt konstratlar olması da çok güzel. Filmi dvd kopyası olarak internette izlesek de, ileride 4K hali çıkarsa, o güzelim sarı tonlar, harika yeşiller, meyve bahçesindeki meyveler ve dahası; çok daha net ve canlı görünecek. Daha çok seveceğiz. Çok daha içten sahipleneceğiz.
Zamanla düşünmeden edemiyorsunuz, "şimdi değilse ne zaman?"
Şimdi değilse, ne zaman...
"Söylemek mi daha iyi, ölmek mi"
Bu kısımda trajedi kısmından vazgeçilmesi ve olabilirliği sağlanması çok, çok güzel bir şey.
Böyle bir dünya var, böyle bir hayat.
Artık kimse beyaz atlı prensini beklemiyor. Artık prensesler, peri masalları yok. Yerine Pan'ın Labirenti var. Gerçek hayat var.
Ve olmalı da.
Carol ile bunu çok beğenmiştim. Ki Carol ve Therese'in de küçük detayları ve haraketleri de harikaydı.
Ellen Show izlerken gülüp, eğleniyorsunuz ama Ellen eşcinselmiş dendiğinde, aaa canım diyorsunuz. Ama olabilir demeye getiriyorsunuz. Beni eğlendirdi, olsun der gibi. Daha adil olun kendinize.
Oysa ki yurtdışında çoğu ülke artık aynı cins evlilikleri yasal sayıyor.
Modern yaşam daha çok anlayış sağlamayı, kişisel gelişimi ve toplumsal gelişimi geliştirmeyi çabalıyor. Daha iyi bir çevrede, daha iyi bir yaşam alanı sunmayı arzuluyor.
Hadi kalkıp, gidelim...
Film 23 Şubat 2018'de sinemalarda.
İçinizi ferahlatın, enerjinizi yükseltin.
Kendinize yeşilliklerde güzel bir iki saat ayırın. Salya sümük ağlayın.
Ferahlayın.
Rahatlayın.
O yanan ateşin sesini sonuna kadar dinleyin.
Bırakın doğa da sizi en zayıf noktanızdan vursun.
Vurulun.
O zaman anlayacaksınız Elio'yu...
Blade Runner 2049
yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...
-
Uzun bir aradan sonra özlediğim Şebnem Ferah geri dönmüş. Kısa ve öz anlatım, yerinde yorum. Her zamanki gibi titiz bir çalışma ve albüm o...
-
Tavuk sote yedik. Çok yağlıydı... Altın Küre ödülleri Avatar'a gitmiş, bari Oscar'lr gitmese... Hayatım izlediğim en klişe film! Nas...
-
Çarşamba: kızarmış patetes üzerine kaşar serpiştirilmiş şeklindeki yemeği (!) yedik. onlara göre "kaşarlı patates" yemeğiydi bu. Ç...