Bir haftadır dilimde bu şarkı, yolda yürürken, boşta kalmışken bunu tekrar edip duruyorum. Bir de Rihanna'nın Rude Boy'unu...
Bir word dosyası yüzünden yakında yedekleme yapacağım müzik arşivim, (çoğu kendi CD'lerimden düzenlenmiş kayıtlar) bir "tıkla-sil hareketi kadar basit" bir hal ile 35 GB'lık veri, ben "aaa virüs mü yoksa?" diyene kadar silinmiş/silindi. Hali hazırda virüs koruman yoksa olacağı bu. Bu sayede öne alınmış oldu bilgisayarımın yeniden kurulması... Ve benim aynı şarkıda takılı kalmam...
iPod nano aldım, aldım ama keyifle kurcalayıp, pek kullanamıyorum. Ancak boş vakitlerimde içine şarkı atıp, yolda dinliyorum. Adım ölçer ile minibüse kadar gittiğim yolda, kaç adım yürüdüğümü; kaç kalori yaktığımı hesaplıyorum. Hatta bazen daha basite kaçıp, eski iPod Shuffle'mı tercih ediyorum. Doğrudan şarkı yüklemek daha kolay oluyor... Aynı "tak-yükle-çık" hareketi gibi basit...
Bu hafta sonu The Hurt Locker tekrar gösterime girecekmiş. Oscar kazanması üzerine dağıtımcısı tekrar vizyona sokacakmış filmi. Sinemalar.com'da bir türlü görünmüyor.
Gerçi cuma günü Precious için planım var ama, güzel bir salonda The Hurt Locker izlemek gayet iyi olacaktır.
The Hurt Locker üzerine diyeceğim sadece bir şey vardı, o da film adı içindi. Ölümcül Tuzak yerine, ben Acı Kilitleyicisi diyorum. Ki filmde bomba imha eden asker de olası büyük acıları engelleyip, önlüyor. Önleyebildiği kadar elbette. Ve kendi aile olamama acısını da kendi içine kilitliyor... Asker olmak, fedakar olmak biraz böyle bir şey... Sonunda bunu düşününce filmin aslında ne güzel bir cümle ile özetlendiğini idrak etmiştim. "Şavaş bir uyuşturucu. Kapılırsan gidersin. Kimseye de bir faydası yoktur..." Bir de Mehmet Acar'ın NTV'de dediği gibi 2-3 kez izlendikten sonra The Hurt Locker'ın ne kadar kaliteli bir yapım olduğu daha iyi anlaşılacaktır...
Onun dışında, şimdilik bu kadar. Telefonum çalıyor...