30 Ocak 2010 Cumartesi

Oscar 2010 doğru...

2 Şubat 2010'da aday listesi açıklanıyor. Bundan önce bu sene geçen yıl olduğu gibi The Hurt Locker ve Avatar arasında bir yarış olacağı 100 metre ileriden belli. Ben hala The Hurt Locker'ı izleyemedim. Ama akademik çevrenin değerlendirdiği ödüller genelde Kathryne'ne gitt. Benim favorim de kendisi. Oscar'ı alıp, yeni bir tarih yzsın istiyorum. Zira bir kadın olarak bir savaş esaslı film yönetmesi, gerilimi dengede tutturması büyük başarı. Diğer taraftan artık hiç aldırmadığım Avatar meselesi var. Oscar herşeyi içeren, aşk filmlerini genelde sever. Mesela Titanic, mesele İngiliz Hasta, mesele Aşık Şekspir... Ve Slumdoog Millionare gibi. Hepsi, Aşık Şekspir hariç, benim de en iyi film tercihim, tamam. Ama bu yıl da Aşık Şeksipir'i ödüle boğduğu gibi, Akademin Avatar'ı da ödüle boğmasından ve bu yaygaranın devam etmesinden endişeliyim. Bu yaygaranın olmasını istemiyorum açıkçası. Hak edene, öne çıkana ödülünü vermeliler. Ki bu onu daha iyiye şevklendirsin. James için zaten adam tarih yazdı. Daha ne yapsın. Kim Ben Hur'dan sonra 14 dalda Oscar adayı olabildi, hiç kimse. Fenizim tarafından değil de, hak eden kişi bakımından Kathryne'nin değerlendirlmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer James'e 2. ödülünü verilrlerse, Avatar severlere tadından yenmez olacaktır ama...


Yıllar sonra, 1992'den bu yana ilk kez UP filmi ile tekrar bir çizgi film En iyi Film adayı olabilir. Bu da harika bir haber. Ama bir endişem daha var. Akademi 10 dalda aday olacağını söylediğinde, En iyi Film kategorisindeki çeşitliliği artırmak niyeti ile bunu yaptığını duyurmuştu, kalkıp abuk sabuk filmlerde aday olur mu; bundan şüpheliyim. Mesela Hangover, aday olur mu, bunu yaparlarsa o zaman güvenim iyice azalır.


En iyi yönetmen adayı belli;
  1. Kathryn

  2. James Cameron

  3. Lee Daniels

  4. Jason Reitman

  5. ve yıllar sonra Quantin...



Jason, Up In the Aır ile iyi ama UP misali gibi WALL-E'den daha iyi değil. Juno en iyi işi yani. Wall-E'nin de harcanmasına ayrı üzülüyorum... UP bu yıl En iyi Animasyon ve bitiş yazıları sırasındaki müzik çok hoş olduğu için En iyi Müzik ödüllerini alacak gibi. Müzik kategorisinde pek iyi film yok çünkü. İnanılmaz Aile'den sonra 2 Oscar gene cepte Pixar için...


Bence seneye En iyi 3 Boyutlu film, efekt, hikaye vb gibi bir açılım da olmalı. Yıllar önce nasıl siyah beyaz ve renkli film ayrı ayrı değerlendiriliyordu, neden olmasın.


Sönük ama patlamaya meyilli bir Oscar geliyor, hadi bakalım...

27 Ocak 2010 Çarşamba

Pazar - Çarşamba

Pazar: Knowling - Kehanet filmini izledik VCD'de... Kötüydü.

Pazartesi: Izgara köfte

Salı: mercimek çorbası, az pilav, künefe

23 Ocak 2010 Cumartesi

Çarşamba - Cumartesi

Çarşamba: kızarmış patetes üzerine kaşar serpiştirilmiş şeklindeki yemeği (!) yedik. onlara göre "kaşarlı patates" yemeğiydi bu. Çok yağlı olduğu için, hazmı çok zor oldu ve rahatsız oldum geceye kadar.



Perşembe: yemekçimiz (yemek yediğimiz, tedarik ettiğimiz yer) değişti. izmir köfte tarzı, köfteli patates yemeği aldım. tatlı olarak ta yarım kadayıf...



Cuma: yeni yemekçimizde tavuk göğüsü ile patatesli yemek aldım. bu kez tam sütlaç vardı tatlıda...



Cumartesi: Cuma sabah ve öğlen bozan hava, akşam vakti iyice şiddetlendi. Kar geldi. Cumartesi sabah oldukça fazla kar vardı. Öğleden sonra karda yürümek ve dolaşmak için Bakırköy pazarına ve Galleria'ya çıktık; Bakırköy pazarı kurulmadığı için plan değiştirip Taksim'e geçtik. Karaköy'den İstiklal Caddesine geçip, yürümek güzeldi. Ama rüzgar her adımda haşladı haşladı... Sonra Taksim meydanından metro ile Mecidiyeköy, oradan da metrobüs ile Avcılar'a döndük. Taksim meydanında fotoğrafları çektiğimiz sevimli bir çift ile tanıştık... Aynı metroda onlarla seyahat ettik. Kar yağışında fotoğraf çekimi için değdi. Güzeldi...

21 Ocak 2010 Perşembe

Lars von Trier - Anti Christ

Öncelikle bu film SADECE YETİŞKİN KİŞİLER içindir. 21 yaşından büyükseniz ve ancak çok merak ediyorsanız izleyin. Yoksa izleyeceğiniz porno içerikli, şiddet ve gerilim filmi.

Geçen yıl ismini duyup, merak ettiğim filmi tesadüfen buldum ve hemen izledim. Promosyon kopyasıydı. Beklediğim çıplaklık, porno düzeyinde olunca şaşırdım, ilerleyen bölümlerinde şiddetin Testere misali artmasına ve ne olup bittiğini anlamada gariplik çekmeme neden oldu.

Lars von Trier'i Karanlıkta Dans ile tanıyıp, sevdim. Sonra da başka hiçbir filmini izleyemedim.
Anti Christ, etraftan da okyacağınız üzre, yan odada ebeveynler seks yaparken, aynı sırada küçük oğulları uyanıp, camdan atlıyor.
Sonra bunun etkileri ile anne deliriyor, baba direniyor. Baba anne için terapist görevi üstlenip, onu iyileştirmeye çalışıyor.
Yer yer garip alt yazı çevirisi ile hikaye anlatımında kopukluk oldu. İngilizce olarak ta pek anlayamadım. Doğrudan direktif cümleler ve dinsel temalardan bahsediyorlardı.

İzlerken yer yer merak ettim; böyle bir filmi Türkiye'de yapabilirler mi diye. Sonra okudum ki film sansürlü olarak sinemada gösterilecekmiş.
Açık sahneleri için tamam ama şiddet sahnelerinde ben bile kafamı çevirdim. Cidden ağır yani.

Fazla bir şey de demek istemiyorum. Ancak merak eden ve Lars'ı takip eden varsa ona tavsiyem ağır bir ilüzyon izler gibi, filmi izleyebilir.
Kadın oyuncu ve erkek oyuncu çok iyi. Kadın oyuncu Berlin Film festivalinde En iyi Kadın oyuncu seçilmiş, ki olsun o kadar. Çok cüretkar oynuyor.
Film biterken, kimin kötü olduğunu, kötülüğü nasıl açığa vurduğumuzu çok iyi gösteriyor...

Normal sinema filmi değil bu, bambaşka bir şey... Bu yüzden faklı değerlendirmek gerekir.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Salı...

Bugün yemekte ciğer sote (dana ciğeri; ki tavuk ciğerinden başka ciğer yemem.) ve soya soslu makarna (çok yağlı olduğunu daha önce yazmıştım.) beğenemeyip, sucuklu pide istedik. o da gözleme misali kapalı pide şeklinde geldi. güzel de değildi... yemek yediğimiz yeri değiştirdik sanırım, yarın bakalım yeni yemekler ne olacak...

2010 Grammy adayları albümünü dinliyorum da, iç açıcı bir şeyle yok... Çok az dikkat çekici şarkı var gene...

Sinemaya gelince, film kültürü geniş olmayan biri gidip Avatar'ı izleyebilir ve hayatının filmi seçebilir. Çok normal.
Çünkü cidden daha önce çeşitli yelpazede film izlememiş biri için tam isabet, ortaya her şeyden karışık film elbette en iyisi olacaktır. Hepsinden bir tat sonuçta...

Titanik için olsa tamam. Ki o hikayeyi alıp; bize yaşatıp, bizle üzüp, bizle yeni umutlara taşımıştı. 7 yıl sonra TV'de izlediysem de hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum... Hakiketen de efektler mükemmeldi. Gemiin pervane kısmından, ön tarafa düşen insanları hatırlayın... Zaten 11 Oscar aldı. Ben-Hur'dan yıllar yıllar sonra.

Ama Avatar bu senin EN İYİ FİLMİ kesinlikle değil benim için. Kesinlikle.

Bu yüzden 10 adaylığı olacak OSCAR için merakla aday listesini bekliyorum. Cidden, 10 aday yaptılar da bu film kıtlığında paçayı kurtardılar.
Çünkü 10 aday sayesinde bol bol haber, magazin olacak. Şu film olmalı, bu olmalı, vesaire gibisinden... 
Kazanan tabii ki film endrüstrisi olsun, olsun da bunu çizgiyi düşürerek değil, şahane filmler yaparak olsun.

UP filmi de bu istifaden yararlanıp, Güzel ve Çirkin'den sonra umarım En iyi Film adayı olur.

Gene fırsattan yararlanıp belki de -izlemedim henüz- En iyi Film adayı olabilir Tarantino...

Meryl bu gidişle -başka bir süpriz olmazsa- Julia & Julie deki performansı ile 3. Oscar ödülünü alacak herhalde. Sonra gelsin magazin, vesaire...

Up in the Air içinde en iyi yönetmen adaylığı olabilir diyeyim. Avatar'ın ikinci yarısında da olan kameranın zum yaparak yakınlaşma tekniği, Up in the Air'da da var. İkinci kısım, düğün kısmı vesairesinde. Bu bana çok basit geliyor. Elinizdeki kamera ile ileri geri zum yapar gibi, izlediğiniz karaden sizi kendinize getiriyor, o andaki görüntünün büyüsünü bozuyor benim için. Filmin bütünlüğünü de bozuyor... Film boyunca kıpırdamadan izlediğiniz görüntüler, yer yer kıpırdayınca, sanki o ana odaklanmanızı, o anı daha çok hatırlamanızı ister gibi geliyor bana. Star Wars'ta da ormanda kovalama sahnesi var, ama Avatarda'ki ileri geri şeklinde değil. Bu yıl Avatar sadece efekt kategorilerini alsın yeter. Aşk hikayesi vesaire, çok bilindik, müzikleri ve şarkısı da ortalama... Gerisi, diğer filmlerin olsun... Beni benimle bırak şarkısıydı di mi...

19 Ocak 2010 Salı

Todd Phlips - The Hangover

Son zamanda, yani geçen bir yılda izlediğim en özgün yeni bir komedi idi. Gayet eğlenceli idi. Hani üzerine çok şey yazıpta anlatmak istemiyorum. Jackass misali fırla tipler, başlarına gelen tecavüz hapı sonrasında, olaylar yavaş yavaş ilerleyip sona doğru gidiyor. Ve böyle yer ye güzel işlenmiş konusu ve senaryosu ile sizde eğlenceli bir film izliyorsunuz. Stu'yu beğendim. Dediğim gibi Çin ve kaplan sahnelerinde çok güldüm (Rüzgar Gibi Geçti kadar olmasa da) Bu senenin alternatifi. Farklı, eğlenceli ve başarılı.

Oscar'lardan önce, The Hurt Locker'ı izleyebilmek için ölüyorum... 
Bu sene cidden film kıtlığı dibe vurdu... Elde avuçta 3-5 film var, hepsi bu...

Jason Reitman - Up in the Air

Öncelikle adam akıllı bir film izleyebildim sonunda. Tam Oscar yarışına layık... Gerçi Georci, gene yer yer Michael Clayton tonunda anımsatmalar yapsa da pek başarılı. Bir ara politikacı olsa, alır başını gider. Konuşma usulu ve karşılıklı oyun, konuşma sahnelerinde çok iyi oynuyor. Anna, malum Twilight'ın Jessica'sı, Michael Clayton'daki tilda Swinton kadar olmasa da, döktürüyor allahına. Gişe filminin dışında da var olabildiğini, bunu Oscar almış biri karşında da rahatlıkla oynayabildiğini ve filmin 3 başrolündne birini oynamayı hakkı ile başarıyor... Alex, alex,alex, ahh... Vera çok seksi, feminem, havalı ve kool duruyor. Ryan ile çok uyumlular... Derken filmin hikayaesi de çok iyi giderken, ki başlangıç açılışı şahane, biteken müzikler hoş; film bütün olarak ara ara sapmalar yapsa da, iyi, güzel... Yer yer çok kişişel olarak işlendiğini düşüdüğüm, "Goerge Clooney ve bekar kalması üzerine" yorumunu, sonunda kalbi kırık bir küçük çocuk gibi onu alıp, sarılıp, sevesiniz geliyor... Ön dişerine, mimiklerine, koyu göz altı kirpiklerine, hafif bronz ayaklarına hayran kalıyorsunuz, ben kaldım. Ara ara patron olarka görünen Arrested Devolopment'ten tanıdığım Jason'da iyi.

Ben olsam En iyi Erkek Oyuncu (Michael Clayton kadar iyi değil ama gene de hak ediyor, yer yer romantik komediye bırakması kendini, ciddiyetten uzaklaşıyor ve bu hali ile Georci, oyuncu değilmiş gibi duruyor), En iyi Yardımcı Kadın oyuncu, (Anna cidden iyi), En iyi Uyarlama Senaryo, birz daha zorlarsak ve malum iyi film kıtlığından da istifade edip, En iyi Film adayı da yaparım. Yönetim, ortalama geldi bana. Film birazda Julia roberts, Clive Owen saçmalığı Depart mı neydi o filmi anımsattı. Ama senaryo iyi. Precious kazanmazsa, bunun ödül alması yerinde olur.

Michael Clayton' gibi böyle karakter üzerine yazılmış, işlenmiş filmler dışında, Georcu gremiyoruz. Kontrolü elinde tutmanın ve başarının belli bir çizgide tutmanın karşılığı mı? yoksa filmde denildiği gibi, kendi ile bir öz eleştiri mi?

Biraz sakinleşip, keyiflenmek için değer. Ama sonu biraz sıkıcı bitiyor. Tipik sonlardan...

18 Ocak 2010 Pazartesi

Pazartesi

Tavuk sote yedik. Çok yağlıydı...

Altın Küre ödülleri Avatar'a gitmiş, bari Oscar'lr gitmese... Hayatım izlediğim en klişe film! Nasıl beğeniyorlar anlamıyorum.

Hangover'a Çinli ve kaplanlı sahnelere çok güldüm...

Up in the Aır'i izleyelim bakalım... Akademi üyelerine yapılmış kopya ile...

17 Ocak 2010 Pazar

Kültür Başkenti!

İstanbul'dan böyle salak saçma şeyler yüzünden nefret ediyorum. O kadar boşa para harcanıyor ki, bunlar ile şimdiye kadar tüm IMF borçlarımız ödemiş olurduk. Her yıl kaldırım taşı değiştiren hangi kek ülke var! Ataköy'e Olimpiyat Kompleksi yapıp, Olimpiyatlara giremeyen ve yaptığı şeyi ne yapacağını bilemeyen başka hangi aptal ülke var! Üs geçit köprüleri demirden di, beğenmediler, yanları camlı, köşeleri kale görünümlü yaptılar, camları düştü ya da kırdılar çoğunu; yetmedi köprüler çürüdü bir yıl dolmadan... İstanbul'u ona hazırladık, yok buna hazırladık, yok şu oldu, yok bu oldu... ABD ne derse o oluyor. Obama geldi, trafik kapalı. O gelir bu kapalı... Tabii ki saygıdan, başka neden olacak... Şimdi E-5 üzerinde Avcılar, Bakırköy arası üst geçit köprülerinde bez afiş reklamları var. Yok biz şünları yaptık, yok biz çalışıyoruz yatmıyoruz, yok şöyle yok böyle... Küçükçekmece Belediye'nin sanırım 3 yıl oluyor hala bitirmeye çalıştığı bir yol kenarı Nikah sarayı var. O kadar popüler bir başkanları var ki, Havaalanı karşında her daim başka bir reklamı bulunuyor. Yok tebrik, yok biz çalışıyoruz, yok şu bu... Evet o reklam panosu çalışıyor da, arka taraftaki Küçükçekmece'den neden kimsenin haberi yok, varoş bölge kalıyor? Oranın gözünün üstünde kaş mı var! Tutturmuşlar bir Kültür Başkenti, ağzımı bozup şeyimin başkenti diycem artık. Kültür için ne yaptınız da Kültür, kültür deyip bu kelimeyi de bayağılaştırıp, anlamsızlaştırıyorsunuz? Sokaklar çöp içinde, akşam trafik saatinde göstermelik çöp kamyonları çöp topluyor... Sokaktaki vatandaş yere tükürüyor, kimse yokken içip içip biralarını yolda, sokaklara işiyor... Kimse yokken, hırsız gelip paranı gasp ediyor... En vahimi solda giderken bir seni arkadan vuruyor. Dahası var mı! Sonra ara dur katilini... Ara ki bulaşın... Millet kendini, komşusunu, karşı köyden osunu busunu dinliyor... Ülke birbirini dinlemekten, ruhu duymuyor; kültür başkenti bizin deip ağzına biraz bal çalıyorlar, hadi bakalım... Mercedeslerinin açı tabii ki kültür dolu, milletin vergisi tabii ki kültür dolu, ama hani sizin kültürünüz; hani vaadleriniz? Aslında sizleri de o her yıl değiştirdiğiniz kaldırım taşları gibi değiştirmeli ki, kültürünüz bol olsun... En azından geldiniz yeri unutmamış olursunuz...

Filmler...

Hangover'ı akşam izledim. Eğlenceli bir film. Keyifliydi... Hakkında yazacağım.
Up in the Air, fena görünmüyor. Jessica ile George iyi ikili olmuş.
Where the Wild Things Are, beklediğim gibi değildi, hayal kırkılığı sanırım.
A Serius Man, 80'ler Amerikasında psikolojik-drama tarzında, sanırım zayıf, sıkıcı bir film. 

Hepsinden merak edip, hızlı bir ön izleme yaptım da, izlenimlerim bunlar şimdilik.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Sade - Soldier of Love - Single

Sade, 2000 yılındaki Lovers Rock albümünden on yıl sonra yeni albümü ile 9 Şubat'ta müzik marketlerde olacak. Sade hem kadının adı, hem de beraber çalıştığı müzisyenler ile beraber sayıldığı grup adı. Geçen bizden Şebnem Ferah gibi dedim, o da hem kadın vokal, hem Ozan, Buket, vs. ile grup gibiler artık. Zira son 3 ve konser albümü ile 4 albümü hep beraber kaydedip, konserde de beraberler.



Sade, malum 3 kez Grammy kazanmış, 80'lere, 90'lara ve 2000'lere Dünya çapınca unutulmaz hitler kazandırmış biri. Smooth Operator, No Ordinary Love ve By Your Side, unutulmaz şarkıları. Web sayfasında Cherish the Day kaydını keşfettim, müthiş! Zaten gelmiş geçmiş en iyilerin iyisi 50. yıl özel Grammy derleme CD albümlerinde, Çağdaş RnB derlemesinde No Ordinary Love yer alıyor. Daha ne olsun...


Soldier of Love, video olmasa da, şarkı ve sert gitar rifleri ile bana Madonna'nın American Life kaydını anımsattı. Daha çağdaş melodi ve elektronik tınılar, aynı kadife soul vokal ile daha keskin bir Sade çizgisi oluşmuş. Oldukça hoş bir vokal. Şimdiden 2011 Grammy'lerinde adı geçer diyorum...


Cumartesi...

Bugün biraz kendime zaman ayırıp arkadaşlarım ile buluştum. Sırtımda hırkam, soğuk; hele Beylikdüzü'nde daha bir soğuk havaya aldırış etmedim...

Uzun zamandır film izleyemiyorum. En son Hürriyet gazetesinin her hafta verdiği DVD filmlerden aldımdı, onları da izleyemedim. Geçen pazar günü Shine filmi vardı, kaçırdım.

Hala merak ederim İngiliz Hasta ile ödül alamayan Ralph yerine Geofrey'in oyunculuğunu...



Film aldığım, yeni filmleri ilk elden ulaştıran yer, iflas ettiği diyebiliriz, divX formatına geçince, bu akşam başka bir yerden film baktım.

Up in the Air, A Serious Man, Where the Wild Things Are, Hangover filmlerini aldım. Fİlm eleştirisi yapan kişileri yeni filmler izledikçe kıskanır olmuştum; artık bende yeni bir şeyler izleyebileceğim. iTunes'ten The Hurt Locker'ı tanıtım olarak izledim. Bomba patlama sahneleri filan bayağı etkileyici olmuş. Kurgusal olarakta bayağı başarılı görünüyor. Galiba, tahminlere göre muhtemel bu yılın En iyi Fİlm Oscar ödülünü bu film alacak, ya da Up in the Air. Kadın yönetmen ödülü de kuvvetle muhtemel Kathryn'e gidecek. Oscar tarihinde kadın yönetmen ödülü alan henüz yok ama Lina Wertmüller (1976'da), Jane Campion (1993'te), Sofia Coppala (2003''te)'dan sonra ilk kazanan olacak galiba... Ki olsun da. Kalkıp ödülü James Cameron'a vermesinler.



Altın Küre'de bilmem ama bu yıl Julia & Julie gibi bir film ile Meryl Streep Oscar adayı olupta, 3. Oscar'ı alırsa, aaa derim. Doubt'taki şahane oyunculuğu, Devils Wear Prada'daki oyuncluğu es geçiliyor da, bu değerlendiriliyorsa... 3 Oscar kazanan kişi olarakta ayrı bir yaygara kopar, o da ayrı mesele...



Neyse biraz film izleyelim...





Cuma

Yağda kızarmış, galeta unlu palamut balığı yedim.

15 Ocak 2010 Cuma

Perşembe...

Salı günü: Yufka börek içinde tavuk parçaları ve üzerinde yoğurt sos ile soslandırılmmış yemeği,
Çarşamba: Pide içinde döner ve ayran
Perşembe: Kaşarlı ve kuşbaşı etli pide yedik...

Candan Erçetin - Kırık Kalpler Durağında

Yılın sondan ikinci kompakt diski Candan Erçetin'in 16 Aralık 2009 tarihli yayınlanan ve ilk kez birden fazla kelimeli Türkçe albümü, Kırık Kalpler Durağında oldu. Benim sevdiğim tarzda şarkılardan oluşmasa da beğendiğim bir kaç şarkısı ve Ben Kimim kaydı var. Ben Kimim kaydını WAVE olarak dinleyebilmek bile keyif. Yalvaramam, Nedense Sustum; tipik Kov Burcu özelliklerini anlatıyor. Yeşil-turuncu kartonet tasarımı, Oyalama Artık (Remix EP 2) ve Elbette albümlerindeki sade, sıcak havayı anımsattı. Umarım başarısı Elbette albümü kadar olur. (Edit: Şu an En çok satan albümler listesinde 1 numara ve peynir ekmek gibi satılıyor.) Kendini yoktan var eden ve hep belli bir seviyede koruyan Candan'ı hep örnek alırım. Çoğu kişinin almasını da dilerim...mkb

14 Ocak 2010 Perşembe

2010'un ilk yazısı...

2010 geldi, yakında Blog'uma yazmaya başlıyalı (20 Ocak 2009) neredeyse bir yıl olacak; ben hala yazacağım dediğim şeyleri tamamlamadım. Bazen aklıma geliyorda, ya zamansızlıktan ya da benim ihmalkarlığımdan, erteliyorum hala...

2010 ilk CD albümü yakında yeni albümü çıkacak olan Sade "Lovers Rock" CD'sini (ta Beylikdüzü'nden Mecidiyeköy'e gidip) Cevahir'den aldım. D&R'ın CD bulunan en yakın yeri burasıydı. Neyse güzel albümmüş. En iyi Pop Vokal Albümü Grammy ödülü aldı zaten...

FaceBook'ta sessiz sedasız FarmVille oynarken, bu gece hesabımı herkes açık olarak yaptım. Zaten FaceBook kafasına göre ayarları değiştirip, sıfırladığı için madur olmadan kendimi korumaya aldım. Arayan, merak eden özlemini gidersin bir bakıma...

Geçen yazılarımda bahsettiğim ve hala yazmaadığım "En Beğendiğim 10 Sinema Filmleri" listemi bir türlü yapıp, yazmadım.
Ama daha bunu söylerken aklımda birinci film belli idi. Önemli olan listenin gerisini tamamlamaktı.
Oscar tarihindeki 11 tane Oscar ödülü kazanmış 3 filmide izledim. Hala izlemediğim klasik ve popüler olan filmler var. Mesela Cesur Yürek, All About Eve gibi...

Ama bu sanırım birinci filmimi değiştirmeyecek. En beğendiğim yapım Yüzüklerin Efendisi: Karalın Dönüşü oldu. Ki sinema tarihinde 1 milyar gişeyi geçen 2. film.
Listemde özellikle benim de böyle bir film yapmalıyım değim "Üç Renk: Kırmızı", çizgi film olarak kesinleştirmediğim ama Wallace & Gromit'in kısa filmleri -şahanedir- yer alabilir.
Başka "Rüzgar Gibi Geçti" yi de ekleyebilirim. Chicago da olabilir...
Ama başka etkilendiğim "Piyanist" filmi... (Bulgaristan'dan sınır dışı edilen 89-90 yılları Türklerinin yaşadığı yurt-suzluk/ait-sizlik/kimlik-sizlik/din-sizlik çıkmazında kalışını başka bir açıdan anlatabilen, benimde çocuk olarak yaşadıklarımı benzer özetlediği) ve muhteşem bir erkek oyunculuk, yönetmenlik şaheseri ve müziğin tutkusu için...

İzlediğim en iyi aşk filmi de Brokeback Mountain diyeceğim. İkinci olarakta "Aşk Zamanı" filmi diyebilirim... Üçüncüsü belki Titanik, belki de İngiliz Hasta'dır.

İngiliz Hasta'da (sinemayı, sinemada keşfettiğim 98'li yıllarda izlediğim en büyük ve en çok ödül alan bir yapımdı) unutmamak lazım.
Sonra Akıl Oyunları da var...


Sinema dergisi yazarları gibi listemde maalesef Issız Adam yok. Olamaz da.
Böyle salak saçma film listesi hazırlayan bir dergiyi, artık WC kağıdı bile yapmam. Ki eskiden sakladığım sayıları vardı. Titanik sayısı mesela...

En beğendiğim yönetmenler Krzysztof Kieślowski, Ang Lee, Hayao Miyazaki, Brad Bird, Peter Jackson, Jonathan Demme diyebilirim...

Bu arada Kuzuların Sessizliği filmini ve Clarice rolündeki Judie Foster'ı unutmamak gerekir. En müthiş Kadın oyunculuklarından biridir benim için.

Görüntü yönetmeni olarak ta Condrad L. Hall favorimdir.

Bir zamanlar Amerikan Güzeli, benim için en iyi filmdi. Zamanında izleğim ve zamanın yaşadığım için müthiş bir güncel eleştiriydi. Ama artık zevkim değişti.
Neyse şimdilik bu kadar. 


12 Ocak 2010 Salı

Pazartesi

Öğle yemeğinde patatesli köfte yemeği vardı.
Cher Believe CD-R promosunu gördüm...

10 Ocak 2010 Pazar

Zam, zam, zam...

Daha askerlik dönüşünde kozmetik/deterjan kısmına gelen yüzde yüze ve fazlası zamları gördük, geçirdik; derken doğal gaza, elektriğe, şimdi de ekmeğe zam geliyor. İktidar partinin dediklerine bakılırsa, ekonomi çok iyi... Yurt dışından övgü üstüne övgü yağıyormuş... İyi de neden hala asgari ücret net 577 TL? "Zam, zam, zam" dedikçe aklıma Cem Karaca'nın "Rap diye rap, rap" şarkısı geliyor... Biz gene susuyor, hayata devam ediyoruz, onlar rap diye rap rap geçiriyorlar... Burada da Candan Erçetin'in son albümü devreye giriyor. Bize güzel bir "Ninni" söylüyor... Enflasyon hala tek hane de mi; yoksa ikinci haneye komşu mu; bir bakın bakalım... 

9 Ocak 2010 Cumartesi

7 Ocak 2010 Perşembe

Perşembe

Pazartesi: Soya soslu, tavuklu spageti (erişte daha doğru),
Salı: Ekmek aşı,
Çarşamba: Yufka böreği yedik...

Blade Runner 2049

yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...