30 Haziran 2010 Çarşamba

Peter Jackson - The Lovely Bones

Rachel ne güzelmiş, ne kadar güzelmiş!.. Bir kez daha hayran kaldım kadına. Saoirse de müthiş bir kız olmuş. Aşk-ı Memnu'daki Hilal, biraz ona benziyor...



Stanley'i dah sert, vahşi diye hayal ettim ama durum oyunculuğu ile ve diğer çalışmları ile Oscar adayı olmayı hak etmiş diyebilirim. Ama ben faklı düşündüğümden, bana rolü basit geldi. sonuçta Hannibal'lar, No Country for Old Man'ler izlemiş biriyim. Neyse.



Susan Sarandon ise çok hoştu. Anaanne rolü ile müthişti. Hem hippi, hem geleneksel, süper!



Fantazi kısımlarına gelince, yeterliydi ama istenileni veremişte aynı zamanda.



Kız kardeşi de unutmaamk lazım. O da süper oynuyor.

Hele ki finalde kız kardeşin gizlice eve girdiği bölüm, tanrım heyecandan ölecektim! O kısım müthişti.



Kitaptan uyarlama olduğu için belki, kitabı okumadım; hikaye de çok ahım şahım değil. Fazla beklentiye girmeden izlenebilir.

27 Haziran 2010 Pazar

Coldplay - Prospekt's March EP

Stephenie Meyer - Bree Tanner'in İkinci Hayatı (Bir Tutulma Romanı)

29 Haziran 2010 Salı, gece 23:15...



Kitabı okuyup bitirdim.

Okurken daha çok The Chemical Brothers'ın Swoon (Boys Noise Summer) kaydını dinledim. Şu an için favorim.

Kitap ilkin çok sıradan, sonra çok daha sıradan geldi. Okuduğum bir çok kelime, güzel gözlemlerin dışında; sadece oyalamak için söylenen sözcükler gibiydi. Sanki olay başka da, bunu fark etmemen için sürekli konuşan biri var gibi...



Tutulma kitabının detaylarını hatırlmaıyorum çok fazla şu an.

Ama herkesin beklediği (ki buna bende dahilim) beşinci kitap, Geceyarısı Güneşi idi.

Bu oldukça şaşırtıcı bir adım ve Tutulma filmi öncesi harika bir pazarlama tekniği.



Kitabın özgün adı The Short Second Life of Bree Tanner. Yani kısa hikaye ve kısa bir hayat.



Kitapta muamma kalan, ya da benim algılayamadığım Diego karakterine ne oldu?

Öldü mü? Kaldı mı?

Kitabın sonlarına doğru biraz heyecan duyuyorsunuz. Ve kitap bittiğinde bunun aslında sadece bir karalama, deneme çalışması gibi bir şey olduğu fikrine kapıldım. Atıştırmalık gibi...



Ama yine de Tutulma'daki savaşa, yeni doğan bir vampirin bakış açısından bazı şeyleri öğrenmek, fena değil.

Fazla beklenti içine girmeyin.



Bakalım film nasıl olacak. Gerçi TV'deki cips reklamları ve yazarın web sayfasındaki film tanıtımı dışında hiç bir görüntü izlemedim. Zerre kadar ilgim ve merakım yok bu kez. Neden bende bilmiyorum...

26 Haziran 2010 Cumartesi

Aşk-ı Son

Ahım şahım bir bölüm değildi, klasik uzatılmış, uzatılmış, trajediydi.

Bazı anlarını beğendim. Final öncesi anne şevkatine ve finalde inme geçirmiş Firdevs hanım'a bayıldım.

Robinson Behlül herhalde yazın modası olur. Çok hoştu.

Gerisi yakında...

Müzik piyasası

uzun zamanır yazmayı istediğim, single CD ve DMC müzik hakkında kısaca...

Albümler satmazken, single CD (tekli ya da tekşarkılık CD) yayınlamak iyiyken, ve bunun çok yüksek fiyata satılmaya başlanması anırım bir 2001-2003 zamanına geri dönüşe başlayacak.



DMC müzik firmasının da çok fazla single CD yayınlayarak yakında iflas edebileceğini ön görüyorum.

Sonuçta konuşulan, dinlenen pop kişisi 10 nu geçmez. E hepsi DMC sanatcısı olmadığa göre, 10 CD den ancak 1-2 satıyor demek. Gerisi zarar. GErci bu kültürsüzleşme çağında (Türkiye için) sanat yapmak, iflas etmek, deli olmak ile eş değer. Tiyatrolar çoktan kapandı, sıra sinemalarda... Filmler zaten formülle çekliyor, tutmayacak film yapılmıyor vs...



İkinci bahsetmek istediğim Şahin Özer Plak. Eski albümlerin yeni basımları moda iken, bu müzkler hem yeni kuşaklar için keşif olacakken, Yonca Evcimik'in YoncaEvcimik '94 CD'si neden hala yeni basımı yapılmadı, anlayabilmiş değilim. Daha bir çok önemli albüm var kataloğunda Özer Bey'in...



Bir de eski dönem (90'lar) sanatçılarının  Soner Arıca mesela, (ve daha bir çoğu)  neden altın çağlarını yaşayıp, para kazanmış, bir yere çekilip yeni, başarı bir şeyler yapmadıkça, abuk sabuk işler ile gene altın çağ yaşama derdindeler, bağımlık mı bu; bunu da anlayabilmiş değilim...



bunlar aklımın bir köşesinde, ne zamandır yazmak istediğimşeylerdi; işler kötüye gitmeden ön görümü az da olsa paylaşmak istedim.

23 Haziran 2010 Çarşamba

redd okur

Doğan Duru, Güneş Duru ve Berke Hatipoğlu'nunTweeter yazılarını okuyorum gün be gün. Gazete okumak gibi bir nevi... Ya da onları dinlemek gibi. Aklı başında bir kaç kişi ile takılmak gibi birazda...



Doğan, İtalya'da yaşadığı için TV kısmından bahsederken kullandığı rte kısaltmasını düne kadar hep "herhalde yabancı TV kanalı izliyor, opera dinliyor, sanat tarihi izliyor sanıyordum. Türk medyasına ve malum popüleriteye, küfredecek kadar tepkililer. (Nedne bu kadar tpkililer, yani bu tepkiyi nedne Tweeter'dan veriyorlar, ona anlam bulamadım) RTE diye TRT gibi İtalyan kanalı var (arte, RTI galiba onlar) sanıyordum. Bugün düşünürken bunu dank etti. O rte'i, Recep Tayyip Erdoğan'mış diye.



Tweet kısalığı işte. Az söz, çok mana...

22 Haziran 2010 Salı

shrink, film

kevin spacey'in filmi... hazır yoğun yağmur yağışında, deprefim bir film ile sakinleşme... melankolik takılma... jemma'yı beğenme. aktris kadını beğenme; yüzündeki orantıyı sevme... kevin'i ilk kez bu kadar traşsız görme, gözlerindeki yorgunluğa acıma... filmi beğenme.

21 Haziran 2010 Pazartesi

SGK

sigortalı sayılmak için TC numaramı, SGK dosyam ile ilişkilendirme... Bağcılar'da, Küçükçekmece SGK şubesi. Saat 15:00-15:30... 113. numara. Önümde 47. numara var...

gorillaz - demon days

CD albüm...

20 Haziran 2010 Pazar

taksim

taksim'de yağmurlu bir gün... öncesinde terörü lanetleme mitingi... herkes fırsatkollayıp, kendindne geçme telaşında.... sinema'da ilk kez -nihayet sonunda- hayao miyazaki filmi izleme!.. kapri pantolonumu düşmesin belimden diye, her üç adımda bir çekiştirme ve çekiştirmekten bir hal olma... Stephenie Meyer, Bree Tanner'in kısa ikinci hayatı kitabını alma mephisto'dan... yürümekten yorulma... tranvay ile sirkeci'den sultanahmete geçiş kısımlarını sevme... etraftaki butik mağazaları, lokantaları gözlemleme... ilk kez starbucks coffee'lerde tatlı yeme...

ponyo

beyoğlu sineması, saat 14:30 seansı...

19 Haziran 2010 Cumartesi

15 Haziran 2010 Salı

Vidyolar...

Lady GaGa'nın Alejandro ve Rihanna'nın Te Amo vidyolarını izledim.

İkisi de benim için hayal kırıklığı oldu.



Lady GaGa'nın Alejandro kaydını ben bambaşka hayal etmiştim. Zaten iTunes'te American Idol performansında sergilediği karegrofi, şarkıyı yansıtmıyordu ve yeterli değildi. Steve Klein'nin yönettiği vidyo ise Uzay'da, bambaşka bir gezegende kalmış, yuvarlatılmış eski usul erkek Bülent Ersoy saç modeli ile Olimpiyat'larda yarışan Rus buz patenciler gibi olmuş. Vidyo'daki uzatılmış kayıtta fena değil. Bitişteki ortada Lady GaGa, sağ ve solda dansçıların yer aldığı kısımlar güzel...



Rihanna'nın Rated R albümü, üçüncü albümü ile verdiği sinyallerden anlaşılacağı üzre "en cesur ve olgun" albümü. Bir nevi Madonna Erotica diyelim... Kışkırtıcılığını iyiden iyiye arttıran Rihanna, bu vidyoda da gene tek başına fantaziler diyarında son sürat ilerliyor. Ama bu sefer kendisine bir model eşlik ediyor. Biraz erkeksi giyimli, son derece güzel yüzlü biri... Rus mu, bilmiyorum. Ben öpüşeceklerini, sevişeceklerini umdum ama olmadı. Oysa Madonna, Britney'i ve Christina'yı bile öptü... Gene şarkıyı yansıtmamış diyeceğim... Rihanna'nın Robyn vari saç modeli gayet hoş ama...

11 Haziran 2010 Cuma

Dikkat: Kaygan Zemin

Bugün de kendim düştüm... Duşta, bir anda, sağ ayağım kaydı ve hop... Sonuç, saçımı yıkarken gözüme şampuna kaçtı. Büyük ihtimal yere de kaçtı ki, kaydım. Ve sağ ayağımın ikinci tınağı sizlere ömür... Diğer ayak parmaklarımda incindi... Herhalde balerin gibi ayakta kalmaya direndim... Olamaz! ilk defa tırnağım kopuyor. Ne kadar kötü... Ve işe terlikle gittim. Doktor da el için 6 ay, ayak için 9 ay sonra tırnağın tam çıkmış olur dedi. Moralen harakiri yaptım.

10 Haziran 2010 Perşembe

Oh My God!

Bugün yolda iPod nano'mu düşürdüm. Tam 6 ay 10 gün sonra...

nazan öncel - tuttum bırakmam

Çok uzun zaman sonra bir Nazan Öncel kaydı satın aldım. Kendisinin de ilk single'lı. Akılda kalıcı, eğlenceli bir çalışma.

9 Haziran 2010 Çarşamba

woody allen - whatever works

klişe biraz ama eğlenceli bir filmdi. aptal kız rolü iyi oynanmış. hırslı anne de... kendini beğenmiş ihtiyar bana "as good as it gets"teki melvin'i anımsattı. 3/5 diyelim.

7 Haziran 2010 Pazartesi

5-6; Haftasonu

Haftasonu gezmeleri... Napolyon espirisi meğer benden önce düşünülmüş... Şrek 4 - Eğlence ama başka bir şey vaat etmiyor. CD, CD, CD...

4 Haziran 2010 Cuma

Napolyon Banka kartı kullanarak...

Eklemeyi unuttuğum, Avcılar İGS durağında, Nokia N serisi mi, nedir; müzik telefonu tanıtımında, dayak yemiş sinirli yeniyetme görüntüsü ile Transfomers'teki Shai görünümlü, gözleri panda gibi siyah, arka fon siyah, karanlık, bir vidyo oyunun andıran tanıtımından da tiksinmiştim. Sabah sabah onu görmek süper bir moral bozukluğuydu. Sonradan dank etti ki o kişi ve yanında Twilight'tın afişindeki Bella gibi duran "karamsar kişi" Sagopa Kajmer ve eşi Kolera imiş... Sagopa Kajmer'den iyice tiksindim o zaman. Zaten tuttutmuş bir pesimist, pesimist diye; başlangıçta beğendiğim tavrı ile uçup gitti beğenim zamanla.



Son bir unuttuğumda, bunları bugün Bizim Kent durağında Bond'u görünce uydurdum;
  • Napolyon banka kartı ile ülkeri fetih ederdi...

  • IMF banka bartı ile borç veriyordu ülkelere...
Bunlar ise doğru;
  • Muttalip bakkaldan sakızını banka kartı ile alıyor,

  • Muttalip banka kartında  biriktirdiği ek puanlar ile bedava alışveriş yapıyor...

  • Muttalip (ve diğer insanlar da) banka kartına para yatırmaz(lar)sa, bi b*k olmuyor. O zaman elindeki kartı cebine geri sokuyorsun. Ne Napolyon, ne IMF; suratındaki ifade de Sagopa Kajmer'inki gibi oluyor.


Bu hafta sonu Kleopatra ile çay içmeye gideceğiz, Bond gelmezse...


(yazı: 4 Haziran 2010)

Reklamlar, bl. 2

Gelelim ikinci bölüme, berbat ötesi reklamlara.
Birincisi hala iddia ettiklerini kanıtlayamamış olan bir çok şey; market indirimleri, teknoloji marketi indirimleri, özellikle "gerçek görüntü" vaat eden, şimdiye kadar kaç kere aynısını vaat ederek sattıkları TV'leri, Flat TV'leri, Plazma TV'leri, LCD TV'leri, TFT LCD TV'leri ne çabuk unuttlar, unuttuk!?
HD yayın çıktı, gözlerimiz de gerçek görüntüye geçti. Ah şimdiye kadar kör müydük, sahte görüntü mü izledik; yoksa film hiç başlamamışmıydı. Hey... mısırımız bitti!
Takın fişi g*tünüze, görün gerçek görüntüyü. Daha iyi reklam metni bulamadınız di mi... Neyse.
Gelelim TV'de izleidğim en salak reklamalrdan biri olan Eti Wanted reklamına. Bunu da sildiği için beynim, yorum yapmayacağım. Umarım Shubuo gibi zamanla unutulur, gider... Üstüne sifonu çoktan çekmeye hazırım.
İkincisi çocuklara sempati kazandırarak, var olmayan bir yanlışı DODİ, DİDO mu neyse vaat ederek tanıttıkları çikolatalı gofret reklamı. Az daha yuvarlatsanız, "a hi - a hi..." diye acıkan birini eşek gibi anırtabilirdiniz. Çok zor muydu...
Ve gelelim müthiş buluşumuza. Bunun ne kadar dayanacağına, sabır ve ters tepki verme refleksi perspektifinden ne kadar ileriye götürebileceklerini merak ediyorum. Garipliği kullanarak yaptıkları dondurma reklamı Lungo için... Herkes reklam bittiğinde daha b*ktan bir isim seçenemediniz mi diye soruyordur eminim... Ve hatırlıyordur reklamı beyni, bir köşesinde. Daha önce de buna benzer Caramio şekeri için böyle garip bir reklam vermişlerdi. Beyinde gereksiz yer eden...
Başka, başka bir şey gelmiyor aklıma. Kızınca ne yazacağımı da unuttum. Feist'in The Reminder Bonus disk'ini dinliyorum. Sakinliği ve güzelliği ile o da, bir o kadar aklımı karıştırıyor.



"Toy o - Toyo ta / Toy o - Toyo ta..." diyerek, diğerlerini filtreleyen beynim ile FF normal hayata geri dönüyorum. İyilik sizinle olsun.

Reklamlar, bl. 1

Bu marifet mi, bilmem ama TV izlemiyorum.
Bilmem, saymadım ama herhalde Aralık'tan beri hiç oralı değilim.
Ara sıra Aşk-ı Memnu, bazen Yaprak Dökümü ve Hanımın Çiftliği'ni izliyorum sadece. Aşk-ı Memnu'yu kişisel, diğerlerini ailesel merakla.
Reklamlarda ki iğrençliği bu sayede anlayabiliyorum.
Birbirinden rezalet, akıl fikir ermeyen salaklıklar...
İşe giderken maruz kaldığım Media Markt Haramidere, Migros durağındaki reklamlarına ise hiç bir söz bulamıyorum demeye. Zamanla onları hissetmemeye başladım... Görüyor ama öyle işte; görüyorum. Beynim gerisi getirmiyor. Kesip atıyor, bünyemi korumak için... Neyse bu ikinci bölümüzde yer alacaktı; azıcık sabredin.
Derken Aşk-ı Memnu'nun bu yaz başı biteceği açıklandı.
Bir ara diziye ara verdim di, geri döndüğümde ise dizi fast forward şekilde ilerliyordu. Bense "dizeye ne olur ya?" konumundaydıydım. Bu kadar hızlı çalıştırılmaya alışık değil ki beynimiz, "alo ne oluyo ya?" Özet değil ki bu...
Şaka değil, konu hızlı ilerliyordu... Bende o sıra fast forward halde "hızla o albümü indir, iTunes'e ekle, bir, iki şarkı dinle, geç"; "Bu filmi al, bilgisayara kopyala, hızlı göz at, geç" modundaydım... Bir taraftanda bilgisayarıma bir türlü bulamadığım ruhu yamamaya çalıyordum fast forward halde...

 TV'de de bu görünce, ister istemez korktum...
Şubat mı, Mart mıydı, bir reklam içimi ısıtırak TV'de de iyi bir şey olduğunu fark ettirdi.
Vega'dan Deniz, Toyata otomobili için bir jingle söylüyordu. Kısa, keyifli, şahane bir şekilde...
Ne kadar özlemişim onları... Ne kadar çok severdim tarzlarını. Yurtsışında Garbage varsa, yurtiçinde de Vega var diyordum gururla... Çok eskiydi...
O kadar etkilenmişim ki, bunu tekrar dinleyebilmek için sinemada vidyoya kaydetmeye çalıştım, ama şans FF es geçti...

Sonradan öğrendim ki söz ve müziği bu reklamın Nil Karaibrahimgil'e aitmiş... Ah deli kız, ah... Senin aklını ne çok seviyorum, bir bilsen!

1 Haziran 2010 Salı

Lauryn Hill - MTV Unplugged 2.0

Evet bugün karşıdan (Anadolu yakasından) Özlem Tekin'in 5. albümünü satın aldım. Bir tane varmış zaten, onu da ben aldım. Fiyatı uygun diye Feist'in The Reminder plağını da alsam mı dedim; ama plak çalarım yok. CD'de vardı ama... Neyse onun yerine merak ettiğim Lauryn Hill'in yayınladığı 2. solo çalışması olan MTV Unplugged 2.0 iki diskli albümünü aldım. Onu al, bu al, beni al; Göksel'den sonra ara vermiştim sözde... Hadi bakalım, frene basmak lazım artık.

Blade Runner 2049

yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...