29 Mart 2010 Pazartesi
Ferzan Özpetek - Serseri Mayınlar
Sinemalar.com dan yanılarak Galleria'da filmi izlemeye gittim;oysa orda film haftaya gösterilecekmiş... Sonra CapaCity'ey geçtim. Herhalde 7 kişi idik, filmi izledik... Güzeldi, eğlenceliydi. Ama benim için Ferzan'ın en "En iyi Filmi" değil. Çok daha yalın bir filmdi. Serra olmasa da, başroldeki Tomasso, Serra'ya çok benziyordu. Ben Saturno Contro'da olduğu gibi burada yan kadın karakteri çok çok beğendim. Aşık oldum. Kısacık saçları, hırpani tavırları, arabayı baştan sona çizişi, dekolteli bluzları ve küt saçları ile çok sevimliydi; kadınsıydı. Ayakkabılarını bende beğendim. Tomasso'nun ağabeyi de bir içim su... Bizdeki Jess'e benziyor biraz. Babaannenin gençlik hali de çok hoşuma gitti. Madonna'ya benziyordu... 5 üzerindne 3 yııldız. Güzeldi, ama eski filmlerinden benzerlikler vardı. Eş çinsel arkadaşlar ve sahneleri artık Cahil Periler ve Saturno Contro'dan sonra baydı. Mutsuz hala da süperdi, her ne kadar her bakışında Zuhal Olcay'ı anımsatsa da, vamp kadını çok iyi oynamış. Zaten Ferzan'ın kastları süperdir. Eğlencelik olarak güzel bir film. Aile draması yapmış. Yağılan yaygara kadar yok, ama güzeldi. Ben memnun kaldım. Kutsal Yürek'ten bu yana Ferzan'ı ilk kez yine sinemada izlemiş oldum.
22 Mart 2010 Pazartesi
Playlist
This publish is about my last playlist which is i have been listening last moments...
- Lady GaGa feat Beyoncé \ Telephone \ Passion Pit Remix
- Rihanna \ Rude Boy \ Album Version
- Gorillaz \ Stylo ve remix'leri
- Goldfrapp \ Believer
- LaBelle \ It Took a Long Time
19 Mart 2010 Cuma
John Lee Hancock - The Blind Side
Saat 20:27... izliyorum...
// Filmi yeni izleyebildim. Şu an Pazartesi sabahı 01:42... Bir taraftan da Madınna'nın "Confensions on a Dance Floor" kaydını dinliyorum iPod nano'mda.
Filmi listeme An Edication'dan önce ve Up in the Air'den sonraya yerleştirebilirim. En iyi Kadın Oyuncu, evet SAG'ın kararına katılıyorum, Oscar alabilir. Zaten üyelere verilen kopyadan izledim filmi, sonuç olarak Amerikan Rüyası'nı anlatıyor ve bunu biraz da evlatlık edinen Madonna misali, eşit koşullarda var olan bir iyi halde (jet sosyete) anne, Sandra Bullock'un oynadığı, cool, mesafeli, "hımm öyle mi, bence böyle olmalı" diyen ince, fit, kendinden emin bir kadın; Leight Anne karakterini ön planda tutarak, Michael'in hikayesini anlatıyor.
Yormadan, iyi bir seyirlik bence. Zevkli, zarif, hafif bir film olmuş. Sandra Bullock, öyle ahım şahım bir şey yapmıyor; sadece jet sosyete bir kadına çok iyi hayat veriyor. Duruşu, fit oluşu, saç rengi, kirpikleri, rimelleri, burnu, makyajı, fondöteni, BMW araç sürüşleri gayet olması gerektiği gibi. Jenny'den çok çok iyi, Gabby'den iyi, Julia'dan bir kaç seviye önde, (Meryl filmimde, filmin yarısı iken, burada Sandra tüm filmi kaplıyor), Helen'i izlemedin henüz. Yani tüm adayları izleyen bence haliyle Oscar'ı Sandra'ya verirmiş. Daha iyisi yok, en iyisi de O.
En iyi Film adaylığı da, An Education'da olduğu gibi, aynen Precious'ta da olduğu gibi iyi bir finaller bitmesi, insana umut, çalşıkanlık, başarı ve bilimum "hayat güzeldir" fikri verdiği için; ve benim ayrıcam, çok iyi bri kast oluşturulmuş. Koca, küçük çocuk, fakir sokak arkadaşları, okul koçu, jet sosyete kaadınları çok yerinde ve yeterinde. Aradaki yönetim ve görüntülerde gayet iyiydi. Ama evet ödül mutlaka Sandara'ya gitmeli, diyen bir film. Başka kozu yok.
// Filmi yeni izleyebildim. Şu an Pazartesi sabahı 01:42... Bir taraftan da Madınna'nın "Confensions on a Dance Floor" kaydını dinliyorum iPod nano'mda.
Filmi listeme An Edication'dan önce ve Up in the Air'den sonraya yerleştirebilirim. En iyi Kadın Oyuncu, evet SAG'ın kararına katılıyorum, Oscar alabilir. Zaten üyelere verilen kopyadan izledim filmi, sonuç olarak Amerikan Rüyası'nı anlatıyor ve bunu biraz da evlatlık edinen Madonna misali, eşit koşullarda var olan bir iyi halde (jet sosyete) anne, Sandra Bullock'un oynadığı, cool, mesafeli, "hımm öyle mi, bence böyle olmalı" diyen ince, fit, kendinden emin bir kadın; Leight Anne karakterini ön planda tutarak, Michael'in hikayesini anlatıyor.
Yormadan, iyi bir seyirlik bence. Zevkli, zarif, hafif bir film olmuş. Sandra Bullock, öyle ahım şahım bir şey yapmıyor; sadece jet sosyete bir kadına çok iyi hayat veriyor. Duruşu, fit oluşu, saç rengi, kirpikleri, rimelleri, burnu, makyajı, fondöteni, BMW araç sürüşleri gayet olması gerektiği gibi. Jenny'den çok çok iyi, Gabby'den iyi, Julia'dan bir kaç seviye önde, (Meryl filmimde, filmin yarısı iken, burada Sandra tüm filmi kaplıyor), Helen'i izlemedin henüz. Yani tüm adayları izleyen bence haliyle Oscar'ı Sandra'ya verirmiş. Daha iyisi yok, en iyisi de O.
En iyi Film adaylığı da, An Education'da olduğu gibi, aynen Precious'ta da olduğu gibi iyi bir finaller bitmesi, insana umut, çalşıkanlık, başarı ve bilimum "hayat güzeldir" fikri verdiği için; ve benim ayrıcam, çok iyi bri kast oluşturulmuş. Koca, küçük çocuk, fakir sokak arkadaşları, okul koçu, jet sosyete kaadınları çok yerinde ve yeterinde. Aradaki yönetim ve görüntülerde gayet iyiydi. Ama evet ödül mutlaka Sandara'ya gitmeli, diyen bir film. Başka kozu yok.
15 Mart 2010 Pazartesi
14 Mart 2010 Pazar
Goldfrapp - Head First
Promo CD'leri paylaşmak sağolsun, albüm resmi olarak 22 Mart'ta yayınlanmadan, dinleyebiliyoruz... Tabii ben dinleyip, beğendiğim albümleri gidip satın alıyorum!
13 Mart 2010 Cumartesi
Lee Daniels - Precious
Daha Oscar mevsimi başlamadan Mo'Nique'nin ödül alacağını okumuştum umur'dan. Sonunda bugün filmi izledim. Listemde de 2 numara yerleştirdim... Keşke böyle güzel filmler daha çok olsa...
Precious bu yıla damgasını vurdu; bağımsız bir film ve tanıtıcıları sayesinde iyi bir lobi yapıldı. İyi pazarlandı.
Lee Daniels tamamen bağımsız bir bakışla filmi yorumlamadan alın size "böyle oldu, bundan dolayı..." anlatımı ile çpk iyi bir yönetmelik çıkarmış. Bir kaç kusuru var, bu sene moda galiba bu, Avatar'da gördüm ilkin, sonra başka bir filmde, şimdi de bunda; ben bir sahne anlatılırken; izlediğim kişi konuşurken, ona doğru kameranın yakınlaşıp, uzaklaşmasını çok kötü buluyorum. Bu benim için cidden o an, o anlatımdan kopmama, kamera hareketine dikkat etmeme neden oluyor. Mo'Nique'in son sahnelerinde bu vardı.
Mo'Nique cidden filmin lokomotifi gibi. Olduğu her sahnede döktürüyor. Bir kadının acısını, aşağılanmasını, nefretini ve sinirini bu kadar güzel oynayabilir. Kaldığı o aciz durum inanılmaz bir seyir sunuyor size. Ve o aşğılanmış nefetini kızına karşı kullandığı şiddet sayesinde müthiş oynuyor. Bİr katili adamı oldurürken gözünü kırpmaması kadar cesur; acımasız; fütürsüz. Fütürsüz çünkü acısı büyük! Bu byük boşluk elbette bir şekilde kapatılmalı.
Gaby, şimdi aklıma geldikçe Yeşil Yol'daki Clarke Duncan'a benzettim onu, inanılmaz sevdim. Hiç sevgi görmemesine rağmen, "olsun tanrı bugün yeni bir yaratmış, bugün daha iyi olacaktır" umudunu hiç kaybetmiyor. İtiliyor, kakılıyor. Ama o yılmıyor. O ince çizgide, o kötülüğün içinde olumlu bir nefete yaratıp, kendini geliştiriyor. Okumaya başlıyor. Bunca zamandır gizlediği, okuma yazma bilmemesini
ki büyük bir travma aslında, kendini, tecavüze uğrayışını, 2 kere ve babası tarafından ve annesi de bunu biliyor, susuyor. O zaman kadar suskunluğunu yeni tanıştığı Each One, Teach One alternatif okulunda bozuyor. bozmak zorunda kalıyor. Çünkü orada o müthiş kadın, Blu Rain onları her gün yazmaya teşvik ediyor. Bugün iyi mi hissettin, yaz; kötümü hissediyorsun yaz... Böylelikle bir şeyler öğrenmeye başlıyor Precious. Hergün duvarındaki astığı o ünlüler gibi şık olabileceğini düşlediği zamanlardan daha çok ayakları yere basıyor. Kendini savunabilecek, çünkü okuma yazma biliyor. Güncel şeyleri biliyor. Akademi üyesi olsam, Sandra'nın filmini görmedim ama şimdi ye kadar Gaby'ye oyumu verirdim. Gaby'nin hayal dünyası yaşadığıyla bambaşka, zıt. O birisi onu aşağılarken, dövülürken, aslında kendini bambaşka bir dünyada buluyor. Orada herkesona hayran, herkes onu seviyor, sevdiği adam yanında, sevdiği şeyler yanında, ama birden gerçek dünyaya merhaba.
Lenny'ya bende bayıldım. Çok cool'du. Mariah ise bir sürürge sürtüğü gibiydi. O peruğu ünsan hiç mi taramaz! o 80 yılla özgü ceket çok emanet duruyordu üzerinde. Ama en azından star olmadığı biraz olsun anlaşılıyordu. Bu kez daha iyi rol yapmış. O alışkın olduğumuz, Oscar töreninde ki gibi, hep gülen, saçını, bacağını,göğüslerini ön plana çıkaran Mariah'tan başka biriydi.
Geçen yıl ki Viola Davis gibi bir etkilenme olmadı bende Mo'Nigue için ama ikisi bambaşkaydı. Son sahnelerde itiraf edişi, çaresizliği, oyunlarının sonu, yalnız kalışı, hele ki TV'yi atıp, geri döndüğünde elinde kumanda ile kala kalmasını; Gaby'nin her şeyi yoluna koymaya başladığında, oğluna adağında kendini, HIV pozitif olduğunu öğrenişi ile yıkıldığını anı ve final sahnesindeki öz güvenini tekrar kazanışı beni en çok etkileyen anlardan biriydi. Senaryo'ya gelirsek, bu kısa ve öz anlatım, Tıpkı The Hurt Locker'da olduğu gibi işe yaramış ve Up in the Air'de daha iyi bir film senaryosu olmuş. Zira Up in the Air'in sonlarında sıkılmıştım. Hikaye kopuyordu...
Sonuç olarak insanlık dışı muameleye maruz kalarak yetişmiş birinin iç dünyasını yansotması, Björk'ün görme ksıtıı olmasına rağmen "Her şeyi gördüm" diye bir şarkı yapması Dance in the Dark filmindeki gibi; Gaby'nin hayal kurma kısmını ile anlattığı gerçek dünyası çok çok iyi işlenmiş. The Hurt Locker olmasaydı, ben Crash niyetine Inglorous Basterd'ı feda edip, bunu En iyi Film seçerdim.
Precious'a benzer Anadaolu'da hala ne çok hikaye var. En yakını "Mutluluk" filmi...
Cidden cahillik ve kullanılmak çok kötü.
Precious bu yıla damgasını vurdu; bağımsız bir film ve tanıtıcıları sayesinde iyi bir lobi yapıldı. İyi pazarlandı.
Lee Daniels tamamen bağımsız bir bakışla filmi yorumlamadan alın size "böyle oldu, bundan dolayı..." anlatımı ile çpk iyi bir yönetmelik çıkarmış. Bir kaç kusuru var, bu sene moda galiba bu, Avatar'da gördüm ilkin, sonra başka bir filmde, şimdi de bunda; ben bir sahne anlatılırken; izlediğim kişi konuşurken, ona doğru kameranın yakınlaşıp, uzaklaşmasını çok kötü buluyorum. Bu benim için cidden o an, o anlatımdan kopmama, kamera hareketine dikkat etmeme neden oluyor. Mo'Nique'in son sahnelerinde bu vardı.
Mo'Nique cidden filmin lokomotifi gibi. Olduğu her sahnede döktürüyor. Bir kadının acısını, aşağılanmasını, nefretini ve sinirini bu kadar güzel oynayabilir. Kaldığı o aciz durum inanılmaz bir seyir sunuyor size. Ve o aşğılanmış nefetini kızına karşı kullandığı şiddet sayesinde müthiş oynuyor. Bİr katili adamı oldurürken gözünü kırpmaması kadar cesur; acımasız; fütürsüz. Fütürsüz çünkü acısı büyük! Bu byük boşluk elbette bir şekilde kapatılmalı.
Gaby, şimdi aklıma geldikçe Yeşil Yol'daki Clarke Duncan'a benzettim onu, inanılmaz sevdim. Hiç sevgi görmemesine rağmen, "olsun tanrı bugün yeni bir yaratmış, bugün daha iyi olacaktır" umudunu hiç kaybetmiyor. İtiliyor, kakılıyor. Ama o yılmıyor. O ince çizgide, o kötülüğün içinde olumlu bir nefete yaratıp, kendini geliştiriyor. Okumaya başlıyor. Bunca zamandır gizlediği, okuma yazma bilmemesini
ki büyük bir travma aslında, kendini, tecavüze uğrayışını, 2 kere ve babası tarafından ve annesi de bunu biliyor, susuyor. O zaman kadar suskunluğunu yeni tanıştığı Each One, Teach One alternatif okulunda bozuyor. bozmak zorunda kalıyor. Çünkü orada o müthiş kadın, Blu Rain onları her gün yazmaya teşvik ediyor. Bugün iyi mi hissettin, yaz; kötümü hissediyorsun yaz... Böylelikle bir şeyler öğrenmeye başlıyor Precious. Hergün duvarındaki astığı o ünlüler gibi şık olabileceğini düşlediği zamanlardan daha çok ayakları yere basıyor. Kendini savunabilecek, çünkü okuma yazma biliyor. Güncel şeyleri biliyor. Akademi üyesi olsam, Sandra'nın filmini görmedim ama şimdi ye kadar Gaby'ye oyumu verirdim. Gaby'nin hayal dünyası yaşadığıyla bambaşka, zıt. O birisi onu aşağılarken, dövülürken, aslında kendini bambaşka bir dünyada buluyor. Orada herkesona hayran, herkes onu seviyor, sevdiği adam yanında, sevdiği şeyler yanında, ama birden gerçek dünyaya merhaba.
Lenny'ya bende bayıldım. Çok cool'du. Mariah ise bir sürürge sürtüğü gibiydi. O peruğu ünsan hiç mi taramaz! o 80 yılla özgü ceket çok emanet duruyordu üzerinde. Ama en azından star olmadığı biraz olsun anlaşılıyordu. Bu kez daha iyi rol yapmış. O alışkın olduğumuz, Oscar töreninde ki gibi, hep gülen, saçını, bacağını,göğüslerini ön plana çıkaran Mariah'tan başka biriydi.
Geçen yıl ki Viola Davis gibi bir etkilenme olmadı bende Mo'Nigue için ama ikisi bambaşkaydı. Son sahnelerde itiraf edişi, çaresizliği, oyunlarının sonu, yalnız kalışı, hele ki TV'yi atıp, geri döndüğünde elinde kumanda ile kala kalmasını; Gaby'nin her şeyi yoluna koymaya başladığında, oğluna adağında kendini, HIV pozitif olduğunu öğrenişi ile yıkıldığını anı ve final sahnesindeki öz güvenini tekrar kazanışı beni en çok etkileyen anlardan biriydi. Senaryo'ya gelirsek, bu kısa ve öz anlatım, Tıpkı The Hurt Locker'da olduğu gibi işe yaramış ve Up in the Air'de daha iyi bir film senaryosu olmuş. Zira Up in the Air'in sonlarında sıkılmıştım. Hikaye kopuyordu...
Sonuç olarak insanlık dışı muameleye maruz kalarak yetişmiş birinin iç dünyasını yansotması, Björk'ün görme ksıtıı olmasına rağmen "Her şeyi gördüm" diye bir şarkı yapması Dance in the Dark filmindeki gibi; Gaby'nin hayal kurma kısmını ile anlattığı gerçek dünyası çok çok iyi işlenmiş. The Hurt Locker olmasaydı, ben Crash niyetine Inglorous Basterd'ı feda edip, bunu En iyi Film seçerdim.
Precious'a benzer Anadaolu'da hala ne çok hikaye var. En yakını "Mutluluk" filmi...
Cidden cahillik ve kullanılmak çok kötü.
11 Mart 2010 Perşembe
...I left my head and my heart on the dance floor
"Stop callin', stop callin', i don't wanna think anymore... I left my head and my heart on dance floor..."
Bir haftadır dilimde bu şarkı, yolda yürürken, boşta kalmışken bunu tekrar edip duruyorum. Bir de Rihanna'nın Rude Boy'unu...
Bir word dosyası yüzünden yakında yedekleme yapacağım müzik arşivim, (çoğu kendi CD'lerimden düzenlenmiş kayıtlar) bir "tıkla-sil hareketi kadar basit" bir hal ile 35 GB'lık veri, ben "aaa virüs mü yoksa?" diyene kadar silinmiş/silindi. Hali hazırda virüs koruman yoksa olacağı bu. Bu sayede öne alınmış oldu bilgisayarımın yeniden kurulması... Ve benim aynı şarkıda takılı kalmam...
iPod nano aldım, aldım ama keyifle kurcalayıp, pek kullanamıyorum. Ancak boş vakitlerimde içine şarkı atıp, yolda dinliyorum. Adım ölçer ile minibüse kadar gittiğim yolda, kaç adım yürüdüğümü; kaç kalori yaktığımı hesaplıyorum. Hatta bazen daha basite kaçıp, eski iPod Shuffle'mı tercih ediyorum. Doğrudan şarkı yüklemek daha kolay oluyor... Aynı "tak-yükle-çık" hareketi gibi basit...
Bu hafta sonu The Hurt Locker tekrar gösterime girecekmiş. Oscar kazanması üzerine dağıtımcısı tekrar vizyona sokacakmış filmi. Sinemalar.com'da bir türlü görünmüyor.
Gerçi cuma günü Precious için planım var ama, güzel bir salonda The Hurt Locker izlemek gayet iyi olacaktır.
The Hurt Locker üzerine diyeceğim sadece bir şey vardı, o da film adı içindi. Ölümcül Tuzak yerine, ben Acı Kilitleyicisi diyorum. Ki filmde bomba imha eden asker de olası büyük acıları engelleyip, önlüyor. Önleyebildiği kadar elbette. Ve kendi aile olamama acısını da kendi içine kilitliyor... Asker olmak, fedakar olmak biraz böyle bir şey... Sonunda bunu düşününce filmin aslında ne güzel bir cümle ile özetlendiğini idrak etmiştim. "Şavaş bir uyuşturucu. Kapılırsan gidersin. Kimseye de bir faydası yoktur..." Bir de Mehmet Acar'ın NTV'de dediği gibi 2-3 kez izlendikten sonra The Hurt Locker'ın ne kadar kaliteli bir yapım olduğu daha iyi anlaşılacaktır...
Onun dışında, şimdilik bu kadar. Telefonum çalıyor...
8 Mart 2010 Pazartesi
8 Mart ve ...
Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar günü. Tüm kadınların günü kutlu olsun. Ama özellikle dün gece aklıma gelen espiriyi paylaşmak istedim.
Malum Razzie Ödüllerinde En Kötü Kadın oyuncu seçilen Sandra Bullock, Oscar'da da En iyi Kadın Oyuncu ödülünü alarak, bir yılda hem A hem Z kadar farklı olduğunu gösterdi. Ki Julia Roberts'te böyle yıllar sonra bir Oscar almıştı. Şaka gibi olsa da SAG'ı Sandra almıştı. 2'si bir arada olarak bu başarısını kutluyoruz. Performansını sabırsızlıkla izlemeyi bekliyorum...
Bugünün keyfini Sandra'dan daha iyi çıkartan varsa o da Kathryn Bigelow'dur. Hem sinema tarihinde ilk kez bir kadın yönetmen, En iyi Yönetmen Oscar ödülünü kazandı hem de yönettiği filmi En iyi Film seçildi. Kısacası tarih yazdı. Tekrar tebrikler Kathryn! Bunu cidden hakketmiştin...
The Hurt Locker ve diğer Oscar filmleri hakkında tekrar yazacağım...
The Hurt Locker ve diğer Oscar filmleri hakkında tekrar yazacağım...
Oscar sonuçları üzerine
Evet uyanır uyanmaz oscar.com'dan kazananlara baktım. İlk En iyi Film sonucunu ardından En iyi Yönetmen ödülünü gördüm. Beklediğim gibiydi... Ve aşağı yukarı çoğu tahminim doğru çıktığını anladım. En iyi Kadın Oyuncu Sandra olmuş. En iyi Özgün Senaryo ve Ses Kurgusu ödüllerini de The Hurt Locker almış. En iyi Uyarlama Senaryoyu'da Precious. Yani Up in The Air, Inglorious Bastered silinmiş... Aynı Avatar'ın olduğu gibi... Ve En iyi Kısa Animasyon Logorama çıktı, oscarboy'un bunu bilmesine şaşırdım cidden.
İşte 22 Şubat 2010 tarihli tahminlerim ve yanılmalarım:
Sonuç 20 tahminde 14 doğru, 6 yanlış. %70 doğru tahmin... Fena değil, çokta iyi değil. Ama geçen yıla göre daha iyi.
İşte 22 Şubat 2010 tarihli tahminlerim ve yanılmalarım:
- En iyi Film - The Hurt Locker
- En iyi Yönetmen - Kathryn Bigelow
- En iyi Kadın Oyuncu - M
eryl StreepSandra Bullock - En iyi Erkek Oyuncu - Jeff Bridges
- En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu - Mo'Nique
- En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu - Christop Waltz
- En iyi Uyarlama Senaryo -
Up in the AirPrecious - En iyi Özgün Senaryo -
Inglourious BasterdsThe Hurt Locker - En iyi Görüntü - Avatar
- En iyi Kurgu - The Hurt Locker
- En iyi Sanat Yönetimi -
Sherlock HolmesAvatar - En iyi Kostüm Tasarımı - Young Victoria
- En iyi Makyaj - Star Trek
- En iyi Özgün (final/tema) Müziği - Up
- En iyi Özgün Film Şarkısı - Crazy Heart
- En iyi Ses (miksi) - The Hurt Locker
- En iyi Ses Efekti -
AvatarThe Hurt Locker - En iyi Görsel Efekt - Avatar
- En iyi (uzun) Animasyon - Up
- En iyi Kısa animasyon -
Wallace and Grommit in 'A Matter of Loaf and Death'Logorama
Sonuç 20 tahminde 14 doğru, 6 yanlış. %70 doğru tahmin... Fena değil, çokta iyi değil. Ama geçen yıla göre daha iyi.
Pazar gecesi...
Şu an 2:02 saat. Gerçi artık 8 Mart. NTV'de Oscar gecesi var, kısaca göz attım. Ve çoğu genel konuşup durdu. Tuğrul Bey'in en şık olduğu ve hepsinden de şık olduğu geceydi, hoştu... Mehmet Acar'ı ve bilgisini çok seviyorum. Çok yakışıyor film eleştirilerine...
Bilgisaarıma bir Word dosyasından virüs bulaştığı için dün resimlerimi yedekeleyip, bugün bilgisayarımı yeniden kurdum.
Coraline ve Everybody's Fine filmlerini izledim. Coraline 5 üzerinden 3, Everybody's Fine'da 5 üzerindne 2 diyebilirim.
Oscar tahminlerimi yaptım. Bu yıl hiç merağım yok izlemeye. O yüzden tekrar yayınını izlerim dedim.Hem yarın işteyim, uyumam lazım. Sabah olunca bende kim kazanmış okurum internetten.
Bu yıl oylama sistemi de değiştiği için, Tuğrul Bey'in dediği gibi, sürprize açık bir yıl. Kathryn'e ödül versinler de...
8 Mart olması ile En iyi Kadın Oyuncu ödülünü alan, daha bir mutlu olcak. Bakalım kim...
Sizlere iyi seyirler!
1 Mart 2010 Pazartesi
Ben Watt & Stimming feat. Julia Biel - Bright Star
Buzzin Fly Records'un 50. single yayımı olan Bright Star, 50. yayıma özel; altın işlemeli kapak, 180 gr ağılıkta plak, ilave poster, şarkı sözü ve MP3 olarak indirebilmek için özel şifre kartı ile sınırlı sayıda, tekrar basımı olmayacak şekilde özel bir basım gerçekleştirdi. Ki plağı almaya niyetlendim di, Buzzin Fly'in bir parçası olma fikri hoş geliyordu ama kaydı dinleyince bana uymadığını fark ettim.
MP3 halini dinledim. Ama dediğim gibi vokal tarzını beğenemedim. Ben Watt ve Stimming karışımını da olmamış.
MP3 halini dinledim. Ama dediğim gibi vokal tarzını beğenemedim. Ben Watt ve Stimming karışımını da olmamış.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Blade Runner 2049
yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...
-
Uzun bir aradan sonra özlediğim Şebnem Ferah geri dönmüş. Kısa ve öz anlatım, yerinde yorum. Her zamanki gibi titiz bir çalışma ve albüm o...
-
Tavuk sote yedik. Çok yağlıydı... Altın Küre ödülleri Avatar'a gitmiş, bari Oscar'lr gitmese... Hayatım izlediğim en klişe film! Nas...
-
Çarşamba: kızarmış patetes üzerine kaşar serpiştirilmiş şeklindeki yemeği (!) yedik. onlara göre "kaşarlı patates" yemeğiydi bu. Ç...