yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018.
Uyarı:
-- Yazı sonunda küfür var.
-- Sürpriz bozucu detay, sanırım yok.
-- Sansür kısmı konuları var.
----
----
Filmi izledim.
Oscar 2018 öncesi sürekli teknik dallarda favori gösterilirdi. Dunkirk ve bu film için herkesin ağzının suyu akardı. Yere göğe sığdıramazdılar... vesaire.
Şunu demeliyim ki Blade Runner Director's Cut (10. yıl versiyonu) dvd baskısını izlemiştim.
Evet renkli, Times Square gibi, neonlu bir film. Ama çok sıkılmıştım. Makyaj berbattı. Despotik uzay ve 5. Element vari (5. Element sonra çekildi farkındayım) çılgın uzaylı filmi, androidler filan; beni sarmadı. Mağaza vitrininden çıkmış yüzler, şekilsiz robot haraketleri filan; oldukça saçmaydı.
Bilim kurgu filmi severim. Sevmem değil. Alien mesela, özellikle açılış yazısı için bile bana bir süre blow-out-my-mind yaşatmıştı, hala da en güzel tasarımlardan biridir benim için.
Gel gelelim ki Prometheus filminden sonra Alien işini sıçıp, sıvan Ridley Scott'tan özellikle; büyük beklentilerimin olma-ma-sı-na rağmen Alien: Covenant filmini gördükten sonra, sildim gitti.
Bir seri ancak böyle rezil edilir. Yüzüklerin Efendisi ile en iyiyi yapıp, Hobbit ile en kötüyü yapmak gibiydi.
Blade Runner'ı anlamadım. Sevemedim. Evet zamanına göre iyi, muhteşem, şahane olabilir.
Fakat benim sevdiğim bir iş değil.
Matrix filmini severim. Contact filmi mesela... Ama Interstellar değil mesela.
Blade Runner 2049'u ödül aldıktan sonra sırf bunun için izlemeye karar verdim.
Ekşi sözlüğe göz atınca, spoiler almadan, sansür olayını duydum.
Sonra özellikle IMAX sinema gösteriminin, Sony firması tarafından Doğu ve Doğulu bölgeler için ahlakları ve fikirleri bozulmasın diye sansürlenmiş versiyonunu verdiğini, diğer ülkeler süper özgür, süper ahlaksız olduğu için onlara normal versiyon verilmiş...
Şimdi bir sinema adına ayıp, para verip, tercih ederek ve 18 yaş üstü gittiğini de varsayarsan, yasal olarak porno izleme hakkın var. Sinema bunu yayınlıyorsa, sende izleyebilirsin. Ki önceden bunu yapan sinemalar vardı ve o zamanlar Türkiye süper ahlaksızdı.
İki, filmi iTunes 4K dijital kopya olarak izledim. 2 saat 43 dakikada, sansür yapılmış, açık seçik sahne bekledim. Çıkmadı. bir son 10 dakikada, hologram olarak memeleri görünen Japon kızı gibi bir şey var. Bunu zaten klasik oldu ama Rihanna kliplerinde görüyoruz.
Ha sansür bir de çıplaklık olarak değil, Jared Leto'nun oynadığı karakterin Tanrı misali algılanacağı ve çok ahlaklı, terbiyeli Doğu ve Doğu bölgesi insanları için çok sakıncalı bir durum diye bu sahne/ sahneler kesilmiş.
Üç, filmin tamamen stratejik olarak böyle laf çıkartılarak, alakasız sahnelerine sansür uygulayarak (TV'da insanların yüzü mozaikleştirme, gözlerine siyah bant koyma gibi dersek) merak uyandırma ve konuşulmasını sağlamak amacı güdülmüş diyebilirim.
Zira dediğim gibi filmde porno sayılacak bir durum yok, hatta hologram japon kızın memeleri dışında erotik kabul edilen bir sahne yok. Çıplaklık, seks yok. Film o kadar soğuk ki, öpüşme olsa etkilenip, sevgilinizi öpmek istemezsiniz. Film o kadar boş ki, belki uydunuz gittiniz, haberiniz olmaz. Eller havaya, denize hopladım, mutluyum, süper ahlaksızım diye yayınlanan pop şarkıları daha açık seçik, daha seks imali içerikli, vesaire. Sansürsüz yayınlanıyor. Ki Britney Spears, Christina Aguilera'yı destekleyen; bunları bırak, en yeni Miley Cyrus'un süper ahlaksız halini yayınlayan Sony, dön de bir kendine bak. Sansürü kendi iki yüzlülüğüne yap. Sonra blu-ray'lerde "aa bu sansürsüz kopyası" alın ne olur, alın deyip durursun...
Film, geniş mekanı olan bir modern sanat müzesini gezmek gibi.
Bundan nasıl ahlakınız bozulur, nasıl etkilenirsiniz, nasıl seks duygularınız coşar, ben anlayamadım.
Film'den beklentim süper renkler, süper efektler, deli aksiyon, Star Wars türü aksiyon, 5. Element gibi renklilikti.
Film fotoğraf çekmek için harika manzaralara sahip anlardan oluşuyor.
Süper gökkuşağı çıktı, çek.
Süper sis çıktı, çek.
Süper mavi gökyüzü çıktı, çek.
Süper toz bulutu var, çek.
Süper deniz manzarası var, Maldivler gibi, çek.
Dubai gibi manzara var, çek.
Görsellikten çıkan kısa sonuç bu. Tek beğendiğim, etkilendiğim altın renkli oda ve duvarda dalgalan yansımaydı. Işık oyunlarını, geniş odaları çok değil, X-Men Apocalypse filminde, açılıştaki Piramit sahnelerinde görmüştük.
Bir de radyasyonlu bölgeye gidiş, süper çöl turuncusu rengi.
Star Wars 8 filmindeki tek güzel şeyin, o kırmızı renk olması gibi.
Görsel efektlerde etkileyici olan (beğendiğim) hologram sevgili ile, gerçek bir kadının görüntülerinin, haraketlerinin üst üste bindirilmesi fikri, sahneleri (çıplaklık, seks yok), bir kadınla konuşmaya gittiği böceğe süper yakın çekim yaptığı kısım, ve hologram Elvis çıktığı sahneleri. Bunun dışında kamera kullanımı sabit ve Ryan Gosling ebatların alacak şekilde olması hoştu. Hepsi bu. Haa bi de çöplük sahnesi hoştu. Kısa bir şey zaten.
Bunun dışında 2 saat 43 dakika, deniz kenarında yürüyen bir insan gibi, sığ bir film.
Konuşma çok az.
Senaryo yok.
5 dakikada özetlenecek bir hikaye var.
5 dakika bile sürmez, anlatırsın film bu diye, bu kadar. Gerisi konuşması olmayan bir sürü sahne. Dedim ya, sanat müzesi dolaşmak gibi.
Filmi izledikten sonra Dunkirk'ü daha beğendiğimi belirteyim. Daha mantıklı ve film yani. Daha geniş konusu var. Evet o da çok doğaçlama, serbest bir iş. Bir de en iyi kurgu Oscar ödülü aldı, sanki başka film yok gibi.
Dunkirk filmini de hiç sevemedim. Yani kafana göre yapılmış bi şey. Normal filmlere benzemiyor.
Bu film ise daha başka bir şey.
Ve bu kadar abartılması, konuşulması, sansür hikayesi filan çok saçma şeyler.
Beğen var mı, var. Bu türü seven, karanlık bir gelecek, karanlık bir robot hikayesi seven var mı, var.
Bir de Harrison Ford, yani hikaye bağlantılı ama niye koyarsın adamı bu filme.
Bırak artık emekli olsun.
Hayatı Star Wars'ta kolpalık yaparak, çakallık yaparak geçmiş biri.
Geçen Mel Gibson'un Teldeki Kuş filmini izledim. Aklıma geldi.
Maverick filminde ve diğer filmlerindeki gibi, hayatını kolpalık yaparak, serserilik yaparak geçirmiş bir tip.
Millet ayılıp, bayılıyor bunlara.
Filme bir katkısı yok, filmin gidişatını değiştirmesi yok.
Eski filme bağlantı olsun, iki görünsün yeter, bir de aksiyon yapsın az, tamam. Gelsin paralar...
Zaten Jared Leto'yu Joker performansından sonra silip, atmıştım.
Burdaki işi de laf olsun torba dolsun misali. Detay yok.
Boş bir film. Yüzde bir beğenen var, yüzde bir sevmeyen. Diğer yüzde doksan sekiz filmden habersiz.
Bu yani Blade Runner 2049. Sesini kapa, TV açıkken bak öyle. Renkler filan değişiyor.
--
Filmlerin kalitesi düşüyor.
Kalan filmlerde kötünün arasından en iyi olanları.
Sinema adına çok kötü.
Ha bi de kolpalık demişken, bu kelimeyi de hiç sevmiyorum ama
Blade Runner (1982) ilk filmin bile 3 farklı hali var.
1982 yılı sinema hali,
1992 yılı director's cut dedikleri 10. yılına yayınlanan yeni kurgusu,
2007 yılı yönetmenin yaptığı the the final cut isimli 25. yılında yayınlanan üçüncü kurgusu var.
Filmin şekli şemalı bir net değil. Her kurguya göre film de değişiyorsa, neye güvenelim?
Hangisini "aha kardeşim film bu, bunu temel almalısın denmiyorsa", 20-30 yılda bir yeni kurgu çıkacaksa, bu nasıl film tamamlama, yapma işidir?
Blade Runner 2049 öncesinde de 3 tane kısa film var.
Bunlar ilk film ve 2049 filmi ara zamanında geçen kısa filmler.
İlki animasyon. Son ikisi de 2049 karakterlerinin olduğu gerçek filmler.
You tube'ta var, 1080p olarak izlenebiliyor. Filmden önce izlemeniz, hikayeyi anlamanızı kolaylaştırır.
Frozen çizgi filminin fragmanı izleyip, meraklanıp, sonra filmi izleyince; fragmanda olan şeylerin filmde çıkmayınca, kandırmanın kötü bir şey olduğunu anlıyorsunuz.
Yaptığını bütün bir işi tamamlayamıyorsanız, bunu parçalı parçalı yapmayın.
Anlatmak istediğiniz bir hikaye varsa, bunu bir bütün olarak vermek bence daha doğru, makul.
Blade Runner 2049 o kadar uzatılmış sahneler ile dolu ki, eminin 5 dakikalık bu kısa filmleri asıl filme eklediğinizde, "aaa, ne kadar kısaymış" deyip, şaşırırdınız.
----
düzeltme:
Filmde, sinemadaki IMAX 3D kopyasında sansür durumu olmuş. Fanustaki robot modelleri sansürlenmiş. Süper çıplaklık var diye. Alien 4 filminde de geliştirilmeye çalışılan Ripley modelleri vardı. Onlarda fanus içinde idi. Aynı şey değil ama Yunan heykellerine bakıp, bunun memesi var, bunun pipisi var deyip, kendinden geçmek; bence bu zihniyet sansürlemeli. Bundan etkileniyorsan, sende ciddi bir bozulma var, doktora görünmelisin.
İkincisi filmin en güzel kısmı olan, yaratıcı bir uygulama bence, hologram ile gerçek görüntünün üst üste bindirilmesi kısmı. Bu tamamen yokmuş. Yani bunu da "threesome fuck" olarak algılama, nasıl bir niyet; zaten bir seks sahnesi yok, seks kısmını nasıl akıl edip, çıkardın? Ömründe ilk kez gördüğün bu üst üste bindirime görüntüsünü ilk kez izlerken, beynin nasıl hemen başka şeyler düşünüp, tahrik olsun, seks moduna geçtin? 4 tane el, kol, göz görünce kendini sarhoş ayırt eden resimlere bakar gibi rahatsız hissetmedin mi! Beynin, süper beyin mi? Mutant filan mısın? Bu neyin abazalığı...
Açıkçası Ryan Gosling bile o kadar soğuk ki, yani karşında olsa öpmeye yeltenmezsin. Öylece tepkisiz duruyor adam. Bu soğuk filmden etkilenin, Nicki Minaj vidyolarında tavan yapmaya, balon gibi şişip patlamaya, yok olmaya davet ediyorum. Yok olun da, Dünya rahat etsin.
Bilim kurgu filminde, adı üstünde bilim, kurgu, insan gibi görünen robot yapmaları, robot üretmeleri, eski çoğu filmde var. Alien 4 mesela. Başka filmler... İlk kez yapılmış bir şey değil. Gelecek için robot seks çalışanları planlanıyor. İlk alıcıları da zengin Araplar. Hadi bunu da sansürle. Filmde sinek var, sansürle. Filmde kuş var, sansürle. Filmde bulut var, sansürle... Bir Ejderha Dövmeli Kız filmi yapan Sony, çok ince bir çizgide ilerliyorsun. Bazı işlerin iyi, takdir topluyor. Bazısı da sıçıp, sıvıyor. Walkman gibi battı batacaksın, haberin yok.
Dört, burda yazdığım kelimeleri kafasına göre düzelten Google ya da Blooger, ya da benim klavyem, allah belanı versin. Bırak istediğim kelimeyi yazayım. Hatalı ise altını kırmızı çiz ya da sonra yazımı okuyup, kendim düzelteyim. Ben kaçar yazarken, sen kaşar diye düzeltme. Cümle anlamını da bozuyorsun. Ne yazdığım da anlamsızlaşıyor.
----
----
düzeltme 29 Mayıs 2018;
Filmi izledikten sonra, uzun süre aklımda hep Memur K kaldı.
Ryan'nın donuk, durağan hali...
Ayrıca saç kesimini çok beğendim ve yakıştırdım.
Başka, Joi hologram kadının oyunculuğunu da beğendim.
Görüntüler, efektler güzel.
Büyük ekran (55, 65-inç gibi) QLED TV'de, 4K olarak 2D izlemek en iyi deneyimi veriyor.
Sansür uygulayan beyninizi s***yim.
TR'de yurtlarda çocuklara tecavüz ediliyor, bundan utanmıyorsunuz, ama anatomik heykelde erkek penisi var deyip sansür koyuyorsunuz. Yunan heykellerinde de erkek penisi var. AMK yobazları, sizde penis yok mu...
Filmleri BR ve BR 2049'u yeniden 4K olarak izleyip, yazacağım.
Gerçi ilk filminden çok sıkılmıştım. Umarım "final cut" kurgusu iç açıcıdır..
kuttalip mıvılcım
15 Mayıs 2018 Salı
5 Nisan 2018 Perşembe
Phantom Thread
Filmin çok abartıldığını düşünmüştüm.
Açıkçası Martin McDonagh'ın bundan dolayı egale edildiğini, ve çok kızdığımı belirtmiştim.
Ama karşınızda muazzam bir eser var.
Bir kaç sekans dışında gözlerimi kapamadan, sıkılmadan izlediğim mükemmel bir yönetmenlik var.
Müthiş bir film ayrıca.
Müzikler çok yerine konuyor, filmi izlerken tam yerinde müzik çalmaya başlıyor; aaa ne kadar da mükemmel diyorsunuz. Tam yerinde ve yeterince.
Cidden tafta kumaş gibi, zümrüt yeşili gibi, şahane şahane şahane bir film.
Bir ara herhalde bitmeyecek dedim, hani öyle dalıp gittiğim için; hiç de sıkılmadım hani.
Cidden yılın en iyi filmi.
Tükürdüğünü yalamada üstüne yok diyebilirsiniz ama öyle.
3 Bilboard filmine hayranım, harika bir film. Harika bir senaryosu ve oyuncuları, yönetimi var.
Aklımı başımdan aldı, evet, biliyorum.
Ama bu daha olgun, daha böyle durağan, daha ne diyeyim; kusursuz bir film.
Paul'a bir kez daha hayran oldum. Seviyordum işlerini, ama şapka çıkardım.
O kadar incelikli ki...
Açıkçası Martin McDonagh'ın bundan dolayı egale edildiğini, ve çok kızdığımı belirtmiştim.
Ama karşınızda muazzam bir eser var.
Bir kaç sekans dışında gözlerimi kapamadan, sıkılmadan izlediğim mükemmel bir yönetmenlik var.
Müthiş bir film ayrıca.
Müzikler çok yerine konuyor, filmi izlerken tam yerinde müzik çalmaya başlıyor; aaa ne kadar da mükemmel diyorsunuz. Tam yerinde ve yeterince.
Cidden tafta kumaş gibi, zümrüt yeşili gibi, şahane şahane şahane bir film.
Bir ara herhalde bitmeyecek dedim, hani öyle dalıp gittiğim için; hiç de sıkılmadım hani.
Cidden yılın en iyi filmi.
Tükürdüğünü yalamada üstüne yok diyebilirsiniz ama öyle.
3 Bilboard filmine hayranım, harika bir film. Harika bir senaryosu ve oyuncuları, yönetimi var.
Aklımı başımdan aldı, evet, biliyorum.
Ama bu daha olgun, daha böyle durağan, daha ne diyeyim; kusursuz bir film.
Paul'a bir kez daha hayran oldum. Seviyordum işlerini, ama şapka çıkardım.
O kadar incelikli ki...
2 Mart 2018 Cuma
The Shape of Water / Oscar 2018
The Shape of Water filmini izledim.
İlk izleninim;
İlk izleninim;
- fazla abartılmış olduğu
- yan rol erkek oyuncunun iyi olduğu, gay birini oynadığı
- hikayenin Pan'ın Labirenti filmindeki gibi detaylı hikayesi olmadığı
- deniz yaratığının, bildiğin plastik elbise giymiş birisi gibi durduğu, bu yüzden görsel efekt adayı olmamasına şaşmamalı demem
- cinsellik içermesi
- kötü karakterin de gayet iyi performans gösterdiği
- filmin sizi içine çekip, sanki sizde onların yanındaymışsınız gibi hissettirdiği
Sonra OSCAR 2018 için kritik yorumları ve röportajlarını izledim.
Ağzım açık kaldı.
Geçen sene Oscar yayınında Jimmy Kimmel'in Moonlight çok komik, eğlenceli bir film değil mi, çok beğendimiz değil mi demesi ve ardından eminim ki henüz izlemediniz eklemesi yaptığı dikkatimi çekti.
Kritiklere göre en iyi film Shape of Water olmalı.
3 Bilboard çok karamsar, serseri tarzda bir film imiş.
Lady Bird desen, çoğu amca bu ne böyle kız işi mi, off gına geldi modunda izlememiş bile.
CMBYN ise, gey işi bu, geçen sene gey işine Oscar verdik, geç bunu denmiş.
Dunkirk, uu Dunkirk, şavaş filmi, hımm hadi bir askerlik anılarımız canlansın izleyelim, uu güzelmiş...
Ana rolde erkek oyuncu performansında Timothee için dediklerine ise hepten inanamadım.
Yaşı çok genç ve daha ilk adaylığı imiş... "Yaşı çok genç..."
Madem yaşı genç; ne diye çocuk oyuncuları Oscar adayı yapıyor ve ödül veriyorsunuz?
Ne diye Jennifer Lawrence yaşı çok genç ve ilk adaylığında ödül kazandı!!!
Ne diye belli tutar ve sınırlamalarınız var madem de bunu gizli, saklı yapıyorsunuz.
Ne diye Akademi var, ne diye bu işi yapanları takdir ettiği ve en tepe nokta olarak görülen bir ödül/ ödüllendirme var?
Yaşı genç ve ne harika bir performans çıkarmış, helal olsun diyeceklerine, dedikleri bu.
Makyaj ve saç, sakal vs ile şekil değiştirmiş ve oyunculuk performansı sergilemiş birisi, tam Akademinin istediği ve beğendiği bir şey imiş.
Hele ki Mary J. Blide dedikleri "evet aday oldu, o aslında bir şarkıcı ve bu yoklukta, aradan sıyrıldı ve aday oldu. Bu yeterli..." Bu kadar yani.
Saoirse Ronan için dedikleri ise ödül için "çok iyi olması". Çok iyi olmak da suç.
"Evet üçüncü adaylığı ve çok iyi. Ona bu yüzden Oscar veremeyiz."
"Evet üçüncü adaylığı ve çok iyi. Ona bu yüzden Oscar veremeyiz."
Lady Bird çok iyi, çok duygusal, çok kadın işi bir filmmiş.
Greta çok iyi. Bir ödül vermeliyiz ama yan rol kadın oyuncu performansı mı, orijinal senaryo mu, bi şey alması lazım... Ama...
Yazdan beri en iyi film Dunkirk düşünüyorduk... Harika idi. Ama şimdi Shape of Water.
Eminim ki ses, ses efekti, kurgu gibi ödülleri Dunkirk alacaktır. Ama en iyi film Shape of Water.
Akademi'ye ve amcalara bol şans. Şu an zerre kadar değeri kalmadı bende.
Zamanında aa gey şeysi bu deyip, Crash filmine ödül vermeleri ile, biz istediğimiz yaparız, en iyi film olsa bile ödül vermeyiz demelerini; millet daha hazır değil bu duruma derken; ne kadar da yanılmışım. Oysa bal gibi her bokun farkındaymışlar.
Oysa milleti farklı etkilemekte Akademi ne kadar da başarılı imiş...
Şimdi Trump döneminde ve içlerinde karşıklılık artarken, millete daha ılıman ve daha şeker görünmeleri...
Detroit filmindeki yan rol erkek oyuncu (ırkçı polis) ne kadar iyi bir performans iken,
Shape of Water'daki gey performans daha önemli... Yeter ki tepki çekmesin...
Bir de 3 Bilboard filmi yan rol oyuncu performansı için, çok ırkçı, çok kaba saba şeklinde tutumlar var. Hani bu tür rol performansları övmek istemiyorlar da, ama yapacak bir şey yok edasında.
Ne diye Chigurh karakterini ödüllendirdiniz,
ne diye Joker karakteri ödüllendirdiniz o vakit?
Ki ikisi de son dönemde en iyi yan rol erkek oyuncu performanslarından.
Komşudaki çiçeğe ödül verin, olsun.
Ki ikisi de son dönemde en iyi yan rol erkek oyuncu performanslarından.
Komşudaki çiçeğe ödül verin, olsun.
Zaten bu saçma kısıtlamalar ve filmi izlememe, anlamama yüzünden Kara Şövalye filmi en iyi film ve yönetmen dallarında da aday olabilecekken, men edildi.
Bu nasıl saçmalıktır!!!
Gün gelecek MARVEL filmlerinde hepsi Oscar kazanmış oyuncular oynarken, siz kıçı kırık bir performansa Oscar mı vereceksiniz... Bu mudur sinema oyunculuğun tepe noktası...
Eminim o günleri de görürsünüz amcalar. O kadar uzun yaşayın dileğim...
14 Şubat 2018 Çarşamba
Nasıl oluyor Sayın Akademi; Orijinal senaryo adaylığı, 3 tane oyunculuk adaylığı ve En iyi film adaylığı varken...
Seneler geçtikçe Oscar adayı olacak filmleri ve kazananı tahmin etmek kolaylaşıyor.
10 adet En iyi Film seçimi geldiğinden bu yana, kaliteli filmler git gide azalmaya başladı.
Ve ödül kazan en iyi film en çok 3-4 ödül alabiliyor. Toptan 10 ve üzeri ödül alan yok.
Eskisi gibi bir Titanik heyecanı, bir İngiliz Hasta gibi filmler yok.
Bu yüzden daha bağımsız, daha oyunculuğa, daha çarpıcı senaryoya sahip düşük bütçeli filmler popüler oluyor.
İyi hoş, bağımsız filmler de güzel ama sinemanın diğer çeşitlerini de görmek isteriz.
Film izledikçe, filmlerin iyi-kötü durumunu ve genel anlamda hangisinin daha iyi bir yapım olduğunu anlayabiliyorsunuz. Bunun için şaşalı bir film eleştirmeni olmanıza gerek yok. En iyisi bu diyemiyorsanız, bu sizin çıkarınıza kalmış.
Argo filminde en iyi yönetmen adayı olmaması garipti. Ana rolde en iyi Erkek oyuncu performansı da. Bunu oynayan, yöneten ve film yapımcısı aynı kişi diye, tek bir dalda aday göstermek; kolaya kaçmak ve diğer adaylar arasında paylaşma yapmak gibi geliyor. Nasıl artık en iyi film seçilen filmin diğer dallardan da bir kaç ödül alıp 3 ödül ile yetinmesi gibi. Çünkü başarılı ve iyi diğer filmlere de bir şey vermek, onları da teşvik etmek gerekli. Ve paylaşma yoluna gitmek bir bakıma doğru bir bakıma yanlış.
Bu sene diğer çoğu ödül törenlerinde en iyi yönetmen olarak aday gösterilen Martin McDonagh'ın, bir filmin hem yapımcısı, hem yönetmeni, hem senaryo yazarı. Üç tane en iyi performans adaylığı veriliyor fakat bunları yöneten, yönlendiren yönetmen aday olmuyor. İlginç. Martin senaryo dalında aday, film dalında da.
Ama böyle kıstaslar maalesef başka filmlere de köstek oluyor. Örneğin bu yıl Lady Bird filmi, en iyi olumlu eleştireleri aldı. En iyi film, yönetim, orijinal senaryo ve ana rol ile yardımcı rol kadın oyuncu performanslarında ile 5 dalda Oscar adayı. Greta hem yönetmen hem de senaryo dalında aday. Filmin yönetimini beğendim. Ama bir ödül buna verelim, bir ödül de şuna anlayışı, eğer orijinal senaryo ödülünü almaz ise, bu sene ters tepecek ve iyi film, yönetim, senaryo, iki tane oyunculuk performansı derken hiç ödül alamayacak. Yazık, değil mi?
Ayrıca uzun süredir; gerçi düzgün animasyon film de yok ya, animasyon film en iyi film dalında aday olmuyor.
Ve ayrıca 13 dalda aday olan The Shape of Water, muhtemel, en iyi yönetim ve tema müziği dallarında ödül alıp, "Vay, bu kadar adaydı ama aldığı ödüllere bak" şeklinde alaya alınacak.
Şahsen, böyle bir Akademi olmak istemezdim.
Yani tamam, bu bir yarışma sonuçta. Beş aday gösterip, birsi ödül kazanıyor. Bunu en başta kabul edip, bunu biliyorsunuz ama yine de gönlüm razı değil. Çünkü bu film yokluğunda da bu güzel işleri görmezden gelip, elimizdeki papatya gibi, beni seviyor, sevmiyor diye yolarsak, geriye ne kalır...
Ve bir başka muhtemel ironi de, yaşından dolayı yönetmenliğe uygun görünmeyen, film prodüksiyonunda bir türlü ön planda olamayan James Ivory, yazdığı uyarlama senaryo ile, aslında film, ana rol erkeke oyuncu performansı, yönetim (pek iyi diyemeyeceğim, Greta'yı daha çok beğendim) ve görüntü olarak çok ön planda ve beğenilen, ve de gençler arasında bir Twilight, Harry Potter gibi popüler olup, sevilen Call Me by Your Name, en iyi uyarlama senaryo ödülü ile yetinecek. Ve ödülü James Ivory kazanacak. Yaşına rağmen!
Ayrıca bir filmde (ben en son Doubt, Silver Linings Playbook ve American Hustle filmleriydi, 4 tane oyuncu performansı aday oldu) oyunculukların fazla aday olması da artık pek sık rastlanan bir durum değil. 4, 5, 6 oyuncu performansı aday olduğu film artık yok. Bir All About Eve durumu yok hani. En çok 3 olabiliyor.
Ve artık 14 dalda aday film de yok derken geçen yıl La La Land filmi bunu bozdu.
Bu sene de bu The Shape of Water filmi için bekleniyordu ama görsel efekt ile bir yaratığın yer aldığı film, görsel efekt dalında ilk beşe kalamadı.
Inception gibi bir film ile ya da The Dark Knight ile yönetmen adayı yapmayıp, serbest çalışma denilebilecek, çerez niyetine Dunkirk filmi ile C. Nolan'ı kariyerinde ilk kez yönetmen adaylığı vermek de absürt ve ilginç.
Martın Scorsese'yi çok başarlı bir GoodFellas, bir The Aviator ile ödüllendirmeyip, kalkıp Departed ile ödül vermek gibi.
Gerçi 60 yaşındaki amcaların oy kullanmasını düşünürsek, pekte umutlu ve heyecanlı olmamamız lazım. "Geçen yıl Moonlight'a (eşcinsel temalı bir filme) ödül verdik, bu sene aynısını yapmayalım" diyen bir grupta var hani. Aday olan tüm filmleri izleyip, arasından en çok beğendiğini seçip, oy vereyim diye düşünen az galiba. Bu sene canım savaş filmi çekti, oyum ona demek, Akademi nedir, neden güvenilir, neden saygı duyulur bir kez daha düşünmemiz gerek. Eşim Brat Pitt'i çok beğendi, oyumu ona vereceğim demekle bu işler yürümemeli.
En iyi film ödülü açıklanacakken, ve açıklandıktan sonra bile müdahale etmekte zorlanan ve geciken La La Land - Moonlight şaşkınlığı yaşatan bir seremoniden artık fazla bir şey beklememek, daha az üzülmemiz açısından doğru karar olur.
Ayrıca film sayısı artarken, ona bir ödül, buna bir ödül derken; her film bir ödül alıp, kenara çekileceği için, bir filmden de 5 ve üzeri ödül almasını bekleyip, "aaa neden almadı ki demek" de doğru değil.
Belki de yaşı itibari ile artık her sene Meryl Streep aday olmazsa, "Ne! yemekte içecek yok mu?!!" gibi geliyordur amcalara... Her sene her sene eşcinsel filmi, hazmı zor tabi.
3 Billboarda gelirsek; şahsen benim Kuzuların Sessizliği filmini ilk izlediğimdeki o final kısmını yaşattı bana tekrar. Geçen yıl kitabını okumuştum. Kitap filme göre farklı. Ki film daha güzel. Ki oyunculukları, yönetimi, senaryosu ve kurgusu çok iyi. Özellikle filmin son final kısmı.
Üniversitede, öğrenci evinde sohbet ederken, VCD kopyasını bulup, hadi izleyelim o zaman, iyi film demişti arkadaşlar. Ben ilk kez izleyecektim. Kuzu filan denilince, kasap vari, katilli bir film sanmıştım. Polisiye film derken, Judie Foster'ın oyunculuğu derken, o final kısmı sanırım bana saatler geçti gibi gelmişti. Gergin ve hayran hayran izlemiştim. Ne kadar harikaydı.
Evet. İşte aynısını 3 Billboard filmini izlerken, ortasında, sonunda ve biterken de aynı hayranlığı yaşadım. Evet işte bu dedim. Uzun, çok uzun zamandır beni etkileyen, beni benden alan bir senaryo, bir film çıktı sonunda. Helal be.
Sanrım bir filmde en çok kurguyu seviyorum. Sonra senaryo. Sonra oyunculukları. Ya da bazen ikinci oyunculuklar oluyor. Bazen yönetimi. Bazen görüntü yönetimini.
Az önce I, Tonya filmini izledim. Ki kurgunun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlamama sebep oldu.
Çoğu kişi için batıl inanç gibidir, kurgu ödülünü alan, en iyi filmi de alır.
Her zaman almaz. Mesela Kuzuların Sessizliği almadı.
Ama evet kurgu, filmi iskeleti gibi; bir filmi bir arada tutan bir şey. Ama bu film kötüyse bir işe yaramıyor. Filmin konusu/ senaryosu da iyi olmalı. Oyunculukları da iyi olmalı. Film iyi ilerlemeli, izlerken sizi sıkmamalı, hikaye size gezdirir gibi sürüklemeli. Vesaire, vesaire derken bunun karşılığı 3 Bilboard filmi oluveriyor.
İlkin Get Out filmini görmüş ve bir şeyler var bunda demiştim.
Uzun zaman sonra izlediğim düzgün bir filmdi.
Sonrasında Dunkirk filmini izledim. 4K olarak.
Açıkçası C. Nolan fanı olan bir kitle var. film nedir haberi olmayan bir çok insandan oluşan.
Bir Rihanna klibine C. Nolan yazsan, öpüp hemen baş tacı yaparlar. Dünya da ondan güzel başka bir klip yoktur, vesaire. Savaş filmi nedir, örnek ver desen bir şey diyemez ama Dunkirk, o varsa yoksa Dunkirk. Evet bu yokluk zamanında, olmaması gereken çok dalda aday. Aday oldu. İşin komedisi yönetim dalında da ilk kez aday!!!
Sonrasında 3 Bilboard, Lady Bird, Call Me by Your Name filmlerini izledim.
3 Bilboard'tan sonrası için konuşmak, açıkçası gereksiz.
Muhtemel, En iyi Film, Orijinal Senaryo, Ana rolde kadın oyuncu performansı, yan rolde erkek oyuncu performansı ödüllerini kazanacak.
Kurgu ödülünü Dunkirk'e verirler.
Shape of Water hariç, diğer dört adayı izledim. Baby Driver ya da I, Tonya'yı tercih ederim.
3 Bilboard için senaryo böyle deyip, kurguyu es geçiyorum. Ki kurgusu iyi. Ama senaryo ödülü alırsa, kurgu ödülü başkasına gider. Senaryo ödülünü Lady Bird alırsa, ki Greta'yı bir şekilde ödüllendirmek lazım ama 3 Bilboard senaryosu da görmezden gelinemeyecek, ki yönetim dalında Martin'ı dışarıda bıraktıktan sonra, daha önceki filmlerini göz önüne alınıp, bunların senaryo dalında önemi anlaşılırsa, kalkıp en iyi işi ile adama senin senaryon olmadı demek, bunun yerine kurgu ödülü vermek saçmalık olur. Ben görüntü dalında da aday olmasını bekliyordum. Ama olmadı.
Yani bu sene için en iyi film ödülü alacak film, 4 ödül kazanıyor.
2010'daki Hurt Locker 6 ödül, 2012'deki Artist filmi de 5 ödül aldı.
Bunlarda en iyi film ve yönetim ortak. Hurt Locker gişede en az para kazan en iyi film idi, ama artık Moonlight var.
Film sektörü kötüye gidiyor. Kötü gidişata çoktan girdi ve yokuş aşağı gidiyor.
Çünkü küresel ekonomi kötü, politikacılar kötü. Ve bizler hala her şey çok süpermiş gibi yaparak günü kurtaramıyoruz. Çünkü bir gün, işlerin kötü gittiği başımıza dank edince, ister istemez kabul edeceğiz. Bakacağız ki artık film yapılmıyor... Artık Netflix, Amazon firmalarının filmleri ön planda. Cep telefonana uygun filmler moda. Sinemalara ne gerek var. Zaten mesaj yazmaktan, snap atmaktan filme odaklanıp, film izlemiyoruz. Kapatalım sinemaları. Oscar desen zaten takliti var, on lira ver, adını yazdır, bu senenin en iyi oyuncu ödülü senin olsun.
Müzik dijital oldu, cılkı çıktı ya.
Sırada video var.
Ha sonra amcalar, birbirinin adını yazıp, kendilerine hediye ederler Oscar heykelciğini.
10 adet En iyi Film seçimi geldiğinden bu yana, kaliteli filmler git gide azalmaya başladı.
Ve ödül kazan en iyi film en çok 3-4 ödül alabiliyor. Toptan 10 ve üzeri ödül alan yok.
Eskisi gibi bir Titanik heyecanı, bir İngiliz Hasta gibi filmler yok.
Bu yüzden daha bağımsız, daha oyunculuğa, daha çarpıcı senaryoya sahip düşük bütçeli filmler popüler oluyor.
İyi hoş, bağımsız filmler de güzel ama sinemanın diğer çeşitlerini de görmek isteriz.
Film izledikçe, filmlerin iyi-kötü durumunu ve genel anlamda hangisinin daha iyi bir yapım olduğunu anlayabiliyorsunuz. Bunun için şaşalı bir film eleştirmeni olmanıza gerek yok. En iyisi bu diyemiyorsanız, bu sizin çıkarınıza kalmış.
Argo filminde en iyi yönetmen adayı olmaması garipti. Ana rolde en iyi Erkek oyuncu performansı da. Bunu oynayan, yöneten ve film yapımcısı aynı kişi diye, tek bir dalda aday göstermek; kolaya kaçmak ve diğer adaylar arasında paylaşma yapmak gibi geliyor. Nasıl artık en iyi film seçilen filmin diğer dallardan da bir kaç ödül alıp 3 ödül ile yetinmesi gibi. Çünkü başarılı ve iyi diğer filmlere de bir şey vermek, onları da teşvik etmek gerekli. Ve paylaşma yoluna gitmek bir bakıma doğru bir bakıma yanlış.
Bu sene diğer çoğu ödül törenlerinde en iyi yönetmen olarak aday gösterilen Martin McDonagh'ın, bir filmin hem yapımcısı, hem yönetmeni, hem senaryo yazarı. Üç tane en iyi performans adaylığı veriliyor fakat bunları yöneten, yönlendiren yönetmen aday olmuyor. İlginç. Martin senaryo dalında aday, film dalında da.
Ama böyle kıstaslar maalesef başka filmlere de köstek oluyor. Örneğin bu yıl Lady Bird filmi, en iyi olumlu eleştireleri aldı. En iyi film, yönetim, orijinal senaryo ve ana rol ile yardımcı rol kadın oyuncu performanslarında ile 5 dalda Oscar adayı. Greta hem yönetmen hem de senaryo dalında aday. Filmin yönetimini beğendim. Ama bir ödül buna verelim, bir ödül de şuna anlayışı, eğer orijinal senaryo ödülünü almaz ise, bu sene ters tepecek ve iyi film, yönetim, senaryo, iki tane oyunculuk performansı derken hiç ödül alamayacak. Yazık, değil mi?
Ayrıca uzun süredir; gerçi düzgün animasyon film de yok ya, animasyon film en iyi film dalında aday olmuyor.
Ve ayrıca 13 dalda aday olan The Shape of Water, muhtemel, en iyi yönetim ve tema müziği dallarında ödül alıp, "Vay, bu kadar adaydı ama aldığı ödüllere bak" şeklinde alaya alınacak.
Şahsen, böyle bir Akademi olmak istemezdim.
Yani tamam, bu bir yarışma sonuçta. Beş aday gösterip, birsi ödül kazanıyor. Bunu en başta kabul edip, bunu biliyorsunuz ama yine de gönlüm razı değil. Çünkü bu film yokluğunda da bu güzel işleri görmezden gelip, elimizdeki papatya gibi, beni seviyor, sevmiyor diye yolarsak, geriye ne kalır...
Ve bir başka muhtemel ironi de, yaşından dolayı yönetmenliğe uygun görünmeyen, film prodüksiyonunda bir türlü ön planda olamayan James Ivory, yazdığı uyarlama senaryo ile, aslında film, ana rol erkeke oyuncu performansı, yönetim (pek iyi diyemeyeceğim, Greta'yı daha çok beğendim) ve görüntü olarak çok ön planda ve beğenilen, ve de gençler arasında bir Twilight, Harry Potter gibi popüler olup, sevilen Call Me by Your Name, en iyi uyarlama senaryo ödülü ile yetinecek. Ve ödülü James Ivory kazanacak. Yaşına rağmen!
Ayrıca bir filmde (ben en son Doubt, Silver Linings Playbook ve American Hustle filmleriydi, 4 tane oyuncu performansı aday oldu) oyunculukların fazla aday olması da artık pek sık rastlanan bir durum değil. 4, 5, 6 oyuncu performansı aday olduğu film artık yok. Bir All About Eve durumu yok hani. En çok 3 olabiliyor.
Ve artık 14 dalda aday film de yok derken geçen yıl La La Land filmi bunu bozdu.
Bu sene de bu The Shape of Water filmi için bekleniyordu ama görsel efekt ile bir yaratığın yer aldığı film, görsel efekt dalında ilk beşe kalamadı.
Inception gibi bir film ile ya da The Dark Knight ile yönetmen adayı yapmayıp, serbest çalışma denilebilecek, çerez niyetine Dunkirk filmi ile C. Nolan'ı kariyerinde ilk kez yönetmen adaylığı vermek de absürt ve ilginç.
Martın Scorsese'yi çok başarlı bir GoodFellas, bir The Aviator ile ödüllendirmeyip, kalkıp Departed ile ödül vermek gibi.
Gerçi 60 yaşındaki amcaların oy kullanmasını düşünürsek, pekte umutlu ve heyecanlı olmamamız lazım. "Geçen yıl Moonlight'a (eşcinsel temalı bir filme) ödül verdik, bu sene aynısını yapmayalım" diyen bir grupta var hani. Aday olan tüm filmleri izleyip, arasından en çok beğendiğini seçip, oy vereyim diye düşünen az galiba. Bu sene canım savaş filmi çekti, oyum ona demek, Akademi nedir, neden güvenilir, neden saygı duyulur bir kez daha düşünmemiz gerek. Eşim Brat Pitt'i çok beğendi, oyumu ona vereceğim demekle bu işler yürümemeli.
En iyi film ödülü açıklanacakken, ve açıklandıktan sonra bile müdahale etmekte zorlanan ve geciken La La Land - Moonlight şaşkınlığı yaşatan bir seremoniden artık fazla bir şey beklememek, daha az üzülmemiz açısından doğru karar olur.
Ayrıca film sayısı artarken, ona bir ödül, buna bir ödül derken; her film bir ödül alıp, kenara çekileceği için, bir filmden de 5 ve üzeri ödül almasını bekleyip, "aaa neden almadı ki demek" de doğru değil.
Belki de yaşı itibari ile artık her sene Meryl Streep aday olmazsa, "Ne! yemekte içecek yok mu?!!" gibi geliyordur amcalara... Her sene her sene eşcinsel filmi, hazmı zor tabi.
3 Billboarda gelirsek; şahsen benim Kuzuların Sessizliği filmini ilk izlediğimdeki o final kısmını yaşattı bana tekrar. Geçen yıl kitabını okumuştum. Kitap filme göre farklı. Ki film daha güzel. Ki oyunculukları, yönetimi, senaryosu ve kurgusu çok iyi. Özellikle filmin son final kısmı.
Üniversitede, öğrenci evinde sohbet ederken, VCD kopyasını bulup, hadi izleyelim o zaman, iyi film demişti arkadaşlar. Ben ilk kez izleyecektim. Kuzu filan denilince, kasap vari, katilli bir film sanmıştım. Polisiye film derken, Judie Foster'ın oyunculuğu derken, o final kısmı sanırım bana saatler geçti gibi gelmişti. Gergin ve hayran hayran izlemiştim. Ne kadar harikaydı.
Evet. İşte aynısını 3 Billboard filmini izlerken, ortasında, sonunda ve biterken de aynı hayranlığı yaşadım. Evet işte bu dedim. Uzun, çok uzun zamandır beni etkileyen, beni benden alan bir senaryo, bir film çıktı sonunda. Helal be.
Sanrım bir filmde en çok kurguyu seviyorum. Sonra senaryo. Sonra oyunculukları. Ya da bazen ikinci oyunculuklar oluyor. Bazen yönetimi. Bazen görüntü yönetimini.
Az önce I, Tonya filmini izledim. Ki kurgunun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlamama sebep oldu.
Çoğu kişi için batıl inanç gibidir, kurgu ödülünü alan, en iyi filmi de alır.
Her zaman almaz. Mesela Kuzuların Sessizliği almadı.
Ama evet kurgu, filmi iskeleti gibi; bir filmi bir arada tutan bir şey. Ama bu film kötüyse bir işe yaramıyor. Filmin konusu/ senaryosu da iyi olmalı. Oyunculukları da iyi olmalı. Film iyi ilerlemeli, izlerken sizi sıkmamalı, hikaye size gezdirir gibi sürüklemeli. Vesaire, vesaire derken bunun karşılığı 3 Bilboard filmi oluveriyor.
İlkin Get Out filmini görmüş ve bir şeyler var bunda demiştim.
Uzun zaman sonra izlediğim düzgün bir filmdi.
Sonrasında Dunkirk filmini izledim. 4K olarak.
Açıkçası C. Nolan fanı olan bir kitle var. film nedir haberi olmayan bir çok insandan oluşan.
Bir Rihanna klibine C. Nolan yazsan, öpüp hemen baş tacı yaparlar. Dünya da ondan güzel başka bir klip yoktur, vesaire. Savaş filmi nedir, örnek ver desen bir şey diyemez ama Dunkirk, o varsa yoksa Dunkirk. Evet bu yokluk zamanında, olmaması gereken çok dalda aday. Aday oldu. İşin komedisi yönetim dalında da ilk kez aday!!!
Sonrasında 3 Bilboard, Lady Bird, Call Me by Your Name filmlerini izledim.
3 Bilboard'tan sonrası için konuşmak, açıkçası gereksiz.
Muhtemel, En iyi Film, Orijinal Senaryo, Ana rolde kadın oyuncu performansı, yan rolde erkek oyuncu performansı ödüllerini kazanacak.
Kurgu ödülünü Dunkirk'e verirler.
Shape of Water hariç, diğer dört adayı izledim. Baby Driver ya da I, Tonya'yı tercih ederim.
3 Bilboard için senaryo böyle deyip, kurguyu es geçiyorum. Ki kurgusu iyi. Ama senaryo ödülü alırsa, kurgu ödülü başkasına gider. Senaryo ödülünü Lady Bird alırsa, ki Greta'yı bir şekilde ödüllendirmek lazım ama 3 Bilboard senaryosu da görmezden gelinemeyecek, ki yönetim dalında Martin'ı dışarıda bıraktıktan sonra, daha önceki filmlerini göz önüne alınıp, bunların senaryo dalında önemi anlaşılırsa, kalkıp en iyi işi ile adama senin senaryon olmadı demek, bunun yerine kurgu ödülü vermek saçmalık olur. Ben görüntü dalında da aday olmasını bekliyordum. Ama olmadı.
Yani bu sene için en iyi film ödülü alacak film, 4 ödül kazanıyor.
2010'daki Hurt Locker 6 ödül, 2012'deki Artist filmi de 5 ödül aldı.
Bunlarda en iyi film ve yönetim ortak. Hurt Locker gişede en az para kazan en iyi film idi, ama artık Moonlight var.
Film sektörü kötüye gidiyor. Kötü gidişata çoktan girdi ve yokuş aşağı gidiyor.
Çünkü küresel ekonomi kötü, politikacılar kötü. Ve bizler hala her şey çok süpermiş gibi yaparak günü kurtaramıyoruz. Çünkü bir gün, işlerin kötü gittiği başımıza dank edince, ister istemez kabul edeceğiz. Bakacağız ki artık film yapılmıyor... Artık Netflix, Amazon firmalarının filmleri ön planda. Cep telefonana uygun filmler moda. Sinemalara ne gerek var. Zaten mesaj yazmaktan, snap atmaktan filme odaklanıp, film izlemiyoruz. Kapatalım sinemaları. Oscar desen zaten takliti var, on lira ver, adını yazdır, bu senenin en iyi oyuncu ödülü senin olsun.
Müzik dijital oldu, cılkı çıktı ya.
Sırada video var.
Ha sonra amcalar, birbirinin adını yazıp, kendilerine hediye ederler Oscar heykelciğini.
6 Şubat 2018 Salı
Call Me by Your Name / Beni Adınla Çağır (film, kitap)
Belki de filmini yirminci kez izledikten sonra, artık Elio'yu oynayan Timothée'nin harika oyunculuğunu ilmik ilmik daha iyi fark ediyorsunuz...
Later, later... Later! En uyuz olduğum şeydi ilk başta. Ama zamanla Oliver'a da alıştım. Armie'nin sesi ve çevikliği ilk başta çok rahatsız etmişti beni. Kitapta daha durağandı. Evet boy, pos, tamam Armie güzel insan ama neden bu kadar acele derken, aslında bu durağan olan Elio'nun perspektifinin biraz zıttı, yaşamayı seven haraketli hali. Elio ilmik ilmik izliyor Oliver'ı, onu tanıyor, onu süzüyor, onu x-ray eder gibi anlamaya çalışıyor.
Zamanla, küçük detayları filmi tekrar tekrar izledikçe daha iyi fark etmeye başlıyorsunuz.
Belli başlı ana sahneler, ana detaylara alıştıkça, aaa bak burda bunu yaptı, bu şunu dedi, burası da komikmiş ya, deyip farklı detaylar yakalıyorsunuz. Eğer merakınız varsa.
Ben ilk kitabı okudum. Kapağını çok önceden sanki bir D&R'da görmüş, bakmışım diye anımsıyorum.
Sel Yayıncılıktan çıkan 3. baskı idi. Daha öncesinde okuduğum Kızıl Ejder ve Kuzuların Sessizliği kitapları ardından sıfır kelime hatası ile olmasına çok şaşırdım ilkin. Ama iki kelimede yazım hatası var. Kitap ilk başta sizi elinin avucunun içine alıp, şöyle bir gezdiriyor, sonra konu genişlemeye çalıştırılarak, biraz sıkıyor derken dördüncü bölüm ile tapır tapır final yapıp, son kırk sayfada salya sümük hüngür hüngür ağlatıp, ağzınıza ediyor. Evet, aynen böyle.
İlk aşkın bu kadar esaslı, bu kadar naif ve şefkatli anlatımına salya sümük ağlarken, okumayı sürdürmek istiyorsunuz. Kalbiniz kırılıyor mu, kırılsın. Nefesiniz tıkanıyor mu, tıkansın. Göz yaşınız akıyor mu, aksın. Kendinizi iyi hissedecek misiniz, evet; hissedeceksiniz. O güzel aşk zamanla düşüncenizin merkezinde yer alıp, onun güzelliğini unutamayacaksınız. Aynı kendi hayatınızda yaşadığınız ilk aşk gibi. Elinizin yandığında, bir sonraki sefere daha dikkatli davranmanız gibi, bu hikaye beyninize kazınacak. Ana yerde kalacak. Tekrar okumak isteyeceksiniz. Tekrar...
Erkek erkeğe, kadın kadına demenin dışında aşkı olan iki insan diye düşünmek daha iyi.
Bugün haberlerde gördüm. Bir adada kuşları çekmek için yapılan sahte kuşlardan birine aşık olan bir sümsük kuşu, 3 yıl boyunca plastik kuşun yanında aşkına cevap beklemiş ve sonunda onu yanında ölü bulunmuş... Bu fedakarlığı hanginiz yaparsınız?
Ne Brokeback Dağı, ne de Carol bu kadar ağlattı beni.
Ki ikisini de çok sevmiş, severek izlemiştim. Ama bu kitap, özellikle son bölüm, yoğun bir ele geçirme ve en lezzetli kısmı derler ya öyle. En acıtan ve en güzel anımsatan kısmı.
Filme gelince, kitabın çoğu filmde yok. Genel itibari ile kitabı okuduktan sonra filmi izlemek (ki uyarlama senaryolara dikkat ederim, genelde filmleri bok ederler) ilk başta şekersiz çay gibi, afallatıyor. Ama bir iki izlemeden sonra olayın içine girebiliyorsunuz. Bir kere film aile filmi gibi. Cinsellik var ama kadın-erkek olarak daha çok. Yani bu gey şeysi, neme lazım, tütü kaka demek ön yargıdan başka bir şey değil. Rihanna müzik klipleri daha açık saçık bunun yanında. Ben 3 Billboard, Lady Bird sonra CMBYN filmini izledim. Beklediğimden düşük çıktı ilkin. Ama zamanla izlenmesi ve izlenebilme isteği git gide arttı. Lady Bird'te öyle.
Sanki akşam haberlerini izler gibi, her akşam izlediğinizde, Elio'nun davranışlarını, sesini kullanmasını, kendini ifade edişlerini, cesaretini daha iyi fark ediyorsunuz. Bu yüzden çok başarılı bir performans. Darkest Hour filmini görmedim ama Gary Oldman performansı olmasa, bence Oscar ödülünü alır çatır çatır. Yaşı 21 ama verdiği performans, size yansıması gerçekten çok başarılı. Az biraz Lady Bird'te de oynasa bile, ne kadar farklı olabildiğini gösteriyor.
Onun dışında YouTube'ta film ile ilgili bir sürü söyleşi ve film tanıtım sohbetlerini de izlemenizi öneririm. Zira asıl orda Armie ile Timothée'nin ne kadar iyi bir kimya uyumu oluşturduğu, ne kadar doğal ve sahici olduklarını görüyorsunuz. Ayrıca yönetmen Luca, cidden filmdeki oyuncular ile sanki arkadaş grubu gibi bir ilişki içinde ve bunu da net görüyorsunuz. Evet o oyuncu, bu yönetmen deyip bir kasıntılık, bir mevki sınırlaması şeyleri yok. Herkes özenli, saygılı, seviyeli ve bilgili. Ayrıca filmde İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Almanca konuşmalar var. Altyazı da Türkçe eklerse, beş dil konuşulan, çoklu bir bilgi birikimi. Bu bakımdan da bilgili insanlar ile takılma hissi de yaşatıyor. Söyleşilerde biri Fransızca konuşurken, diğeri bunu hemen İngilizce'ye çeviriyor. Tercüman gelsin, ben karışmam filan yok öyle kasılmalar.
Filme gelirsek, bir iki kısımdaki kurgu geçişlerine hala takılıp, anlamaya çalışıyorum. Onun dışında görüntüler çok güzel. Dinlendirici. Huzur verici. Mutluluk verici. Gri hava, şehir sıkışıklığı, trafik, negatiflik, gökdelen hayatı yok. Cep telefonu, tablet, süslü şeyler yok. Güzel bir yaz vakti, güzel bir villa, güzel bir meyve bahçesi, sarı tonlarında İtalya manzarası, bisiklet kullanma, havuzda yüzmek, bahçede yemek yemek, yeşillik, doğal, doğallık, kitap, kitaplar, piyano, radyo, müzik var. Yaşam var.
Filmdeki kullanılan şarkılar da hoş. Hoş derlenmiş bir film müziği albümü de var.
Film için yapılmış harika iki yeni şarkı var. Birisi Oscar adayı oldu.
Aslında kitap tamamen Elio perspektifinden anlatılan bir hikaye. Bu yüzden filmde daha çok Elio ön planda. Yüzde doksan Elio yani. Aslında az biraz Oliver'a daha yer olsa Armie'i de Oscar adayı olurdu. Ayrıca çok güzel bir ebeveyn konuşması yapan baba karakteri var. Doubt filminde kısacık rolü ile Oscar adayı olan Viola Davis gibi, o kısacık sürede o kadar sahici, etkileyici bir konuşma sahnesi ki bu, Michael'ın da yan roldeki performansı takdire şayan ve Oscar adayı olabilecek (ilk on içinde 6-7 diyelim) türden. Şimdiden herkesin gönlünde örnek baba oldu bile...
Onun dışında film ilk başta uzun gelmişti. Ama izle, izle sonra az geliyor. Ve kusursuz bir şekilde başlangıcından bitişine kadar tam 2 saat 12 dakikada bitiyor. Ve Aliens'tan hatırlayacağınız Hudson'a ithaf edilerek, çok hoş bir jest de yapıyor. Huzur içinde yatsın.
Bir de filmin kapanış, final kısmı var, malum Elio işte o zaman bile sizi paramparça ediyor o kısacık iki dakikada... Salya sümük ağlıyorsunuz. Bitiş yazıları geçiyor yanından, ama o başka dünyada, o başka anlarda bitiyor...
Luca'nın bir önceki A Bigger Splash filminde Ralph'ı nasıl iyi kullandığını ve ses detaylarını nasıl iyi işlediğini izlemiştim. Ki çok severim Ralph'ın bu rolü ile Oscar adayı olmasını çok istemiştim. Çıplaklığı olsa bile, bir İngiliz Hasta, Şindler'in Listesi'nden sonra kanlı canlı bir başka kişi idi.
İşte Luca, bu kez fark ettirmeden Elio ile bunu daha iyi yapıyor. Elio dediğim gibi defalarca izledikten sonra daha fazla detayı fark ettiriyor ve kendine daha da hayran bırakıyor sizi.
Zamanla sesini kullanmasını, Oliver'a olan tavrını, onunla konuşmasını, ona karşı açılmasını, karşında durmasını, beraber geçirdikleri zamanı, hepsini hepsini daha iyi anlıyorsunuz. Hele kitabı okuduysanız eğer, keyfi daha çok. Çünkü betimlenen Elio işte tam karşınızda, kanlı canlı duruyor...
Benim en beğendiğim kısım tren garı sahnesi. Ve Oliver'in Elio'ya yazdığı yazının nasıl olduğunu sormak için seslendiği sahne, ve Elio'nun onu havuzda yüzerken izlediği sahne. Tabii bir de beraber oldukları Roma kısmı. Bisiklet sürdükleri kısımlar... Piave meydanı yok mu... İşte zamanla hepsini ayrı ayrı daha çok seviyorsunuz. Alfred Hithcock'un Arka Pencere filminde, kırık ayaklı fotoğrafçının makinasından karşı apartmanı izler gibi, Elio ile beraber izliyorsunuz filmi. Bazen onları, bazen Oliver'ı...
Sonra Oliver'a dikkat ettim. Later demesine alıştım. Aslında konuşma sesi ve şömine ateşi gibi genizden gelen yoğun Armie sesini ilk başta çok garipsemiştim. Sonra kitabın sesli okunuş hali de var, Armie tüm kitabı okuyor. Zamanla o sesin daha sahiplenici ve sevecen olduğuna kanaat getirdim. Çünkü The Lone Ranger'da beğendiğim adamdı Armie. The U.N.C.L.E filminde zoraki Rus'tu Armie. Ve sohbetlerinde, söyleşilerde gördüm ki o aynı ses, çok sahici. İçten. Doğal. Pek yamuk yapmıyor. Ama Elio "haydi gidelim Amerikalı" dediğinde, o üstünlük taslama sesi ile, "Senin bilmeni istedim" dediğinde sesi kırılgan; değişiyor tavrına göre. Aslına Oliver'ın kahkaha attığı sahneleri düşündükçe, Batman/ Joker kısmında iyi bir Joker olurdu bile diyorum.
Ayrıca kullanılan kıyafetler ve bunun manzaraya da uygun olması, karşıt konstratlar olması da çok güzel. Filmi dvd kopyası olarak internette izlesek de, ileride 4K hali çıkarsa, o güzelim sarı tonlar, harika yeşiller, meyve bahçesindeki meyveler ve dahası; çok daha net ve canlı görünecek. Daha çok seveceğiz. Çok daha içten sahipleneceğiz.
Zamanla düşünmeden edemiyorsunuz, "şimdi değilse ne zaman?"
Şimdi değilse, ne zaman...
"Söylemek mi daha iyi, ölmek mi"
Bu kısımda trajedi kısmından vazgeçilmesi ve olabilirliği sağlanması çok, çok güzel bir şey.
Böyle bir dünya var, böyle bir hayat.
Artık kimse beyaz atlı prensini beklemiyor. Artık prensesler, peri masalları yok. Yerine Pan'ın Labirenti var. Gerçek hayat var.
Ve olmalı da.
Carol ile bunu çok beğenmiştim. Ki Carol ve Therese'in de küçük detayları ve haraketleri de harikaydı.
Ellen Show izlerken gülüp, eğleniyorsunuz ama Ellen eşcinselmiş dendiğinde, aaa canım diyorsunuz. Ama olabilir demeye getiriyorsunuz. Beni eğlendirdi, olsun der gibi. Daha adil olun kendinize.
Oysa ki yurtdışında çoğu ülke artık aynı cins evlilikleri yasal sayıyor.
Modern yaşam daha çok anlayış sağlamayı, kişisel gelişimi ve toplumsal gelişimi geliştirmeyi çabalıyor. Daha iyi bir çevrede, daha iyi bir yaşam alanı sunmayı arzuluyor.
Hadi kalkıp, gidelim...
Film 23 Şubat 2018'de sinemalarda.
İçinizi ferahlatın, enerjinizi yükseltin.
Kendinize yeşilliklerde güzel bir iki saat ayırın. Salya sümük ağlayın.
Ferahlayın.
Rahatlayın.
O yanan ateşin sesini sonuna kadar dinleyin.
Bırakın doğa da sizi en zayıf noktanızdan vursun.
Vurulun.
O zaman anlayacaksınız Elio'yu...
Later, later... Later! En uyuz olduğum şeydi ilk başta. Ama zamanla Oliver'a da alıştım. Armie'nin sesi ve çevikliği ilk başta çok rahatsız etmişti beni. Kitapta daha durağandı. Evet boy, pos, tamam Armie güzel insan ama neden bu kadar acele derken, aslında bu durağan olan Elio'nun perspektifinin biraz zıttı, yaşamayı seven haraketli hali. Elio ilmik ilmik izliyor Oliver'ı, onu tanıyor, onu süzüyor, onu x-ray eder gibi anlamaya çalışıyor.
Zamanla, küçük detayları filmi tekrar tekrar izledikçe daha iyi fark etmeye başlıyorsunuz.
Belli başlı ana sahneler, ana detaylara alıştıkça, aaa bak burda bunu yaptı, bu şunu dedi, burası da komikmiş ya, deyip farklı detaylar yakalıyorsunuz. Eğer merakınız varsa.
Ben ilk kitabı okudum. Kapağını çok önceden sanki bir D&R'da görmüş, bakmışım diye anımsıyorum.
Sel Yayıncılıktan çıkan 3. baskı idi. Daha öncesinde okuduğum Kızıl Ejder ve Kuzuların Sessizliği kitapları ardından sıfır kelime hatası ile olmasına çok şaşırdım ilkin. Ama iki kelimede yazım hatası var. Kitap ilk başta sizi elinin avucunun içine alıp, şöyle bir gezdiriyor, sonra konu genişlemeye çalıştırılarak, biraz sıkıyor derken dördüncü bölüm ile tapır tapır final yapıp, son kırk sayfada salya sümük hüngür hüngür ağlatıp, ağzınıza ediyor. Evet, aynen böyle.
İlk aşkın bu kadar esaslı, bu kadar naif ve şefkatli anlatımına salya sümük ağlarken, okumayı sürdürmek istiyorsunuz. Kalbiniz kırılıyor mu, kırılsın. Nefesiniz tıkanıyor mu, tıkansın. Göz yaşınız akıyor mu, aksın. Kendinizi iyi hissedecek misiniz, evet; hissedeceksiniz. O güzel aşk zamanla düşüncenizin merkezinde yer alıp, onun güzelliğini unutamayacaksınız. Aynı kendi hayatınızda yaşadığınız ilk aşk gibi. Elinizin yandığında, bir sonraki sefere daha dikkatli davranmanız gibi, bu hikaye beyninize kazınacak. Ana yerde kalacak. Tekrar okumak isteyeceksiniz. Tekrar...
Erkek erkeğe, kadın kadına demenin dışında aşkı olan iki insan diye düşünmek daha iyi.
Bugün haberlerde gördüm. Bir adada kuşları çekmek için yapılan sahte kuşlardan birine aşık olan bir sümsük kuşu, 3 yıl boyunca plastik kuşun yanında aşkına cevap beklemiş ve sonunda onu yanında ölü bulunmuş... Bu fedakarlığı hanginiz yaparsınız?
Ne Brokeback Dağı, ne de Carol bu kadar ağlattı beni.
Ki ikisini de çok sevmiş, severek izlemiştim. Ama bu kitap, özellikle son bölüm, yoğun bir ele geçirme ve en lezzetli kısmı derler ya öyle. En acıtan ve en güzel anımsatan kısmı.
Filme gelince, kitabın çoğu filmde yok. Genel itibari ile kitabı okuduktan sonra filmi izlemek (ki uyarlama senaryolara dikkat ederim, genelde filmleri bok ederler) ilk başta şekersiz çay gibi, afallatıyor. Ama bir iki izlemeden sonra olayın içine girebiliyorsunuz. Bir kere film aile filmi gibi. Cinsellik var ama kadın-erkek olarak daha çok. Yani bu gey şeysi, neme lazım, tütü kaka demek ön yargıdan başka bir şey değil. Rihanna müzik klipleri daha açık saçık bunun yanında. Ben 3 Billboard, Lady Bird sonra CMBYN filmini izledim. Beklediğimden düşük çıktı ilkin. Ama zamanla izlenmesi ve izlenebilme isteği git gide arttı. Lady Bird'te öyle.
Sanki akşam haberlerini izler gibi, her akşam izlediğinizde, Elio'nun davranışlarını, sesini kullanmasını, kendini ifade edişlerini, cesaretini daha iyi fark ediyorsunuz. Bu yüzden çok başarılı bir performans. Darkest Hour filmini görmedim ama Gary Oldman performansı olmasa, bence Oscar ödülünü alır çatır çatır. Yaşı 21 ama verdiği performans, size yansıması gerçekten çok başarılı. Az biraz Lady Bird'te de oynasa bile, ne kadar farklı olabildiğini gösteriyor.
Onun dışında YouTube'ta film ile ilgili bir sürü söyleşi ve film tanıtım sohbetlerini de izlemenizi öneririm. Zira asıl orda Armie ile Timothée'nin ne kadar iyi bir kimya uyumu oluşturduğu, ne kadar doğal ve sahici olduklarını görüyorsunuz. Ayrıca yönetmen Luca, cidden filmdeki oyuncular ile sanki arkadaş grubu gibi bir ilişki içinde ve bunu da net görüyorsunuz. Evet o oyuncu, bu yönetmen deyip bir kasıntılık, bir mevki sınırlaması şeyleri yok. Herkes özenli, saygılı, seviyeli ve bilgili. Ayrıca filmde İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Almanca konuşmalar var. Altyazı da Türkçe eklerse, beş dil konuşulan, çoklu bir bilgi birikimi. Bu bakımdan da bilgili insanlar ile takılma hissi de yaşatıyor. Söyleşilerde biri Fransızca konuşurken, diğeri bunu hemen İngilizce'ye çeviriyor. Tercüman gelsin, ben karışmam filan yok öyle kasılmalar.
Filme gelirsek, bir iki kısımdaki kurgu geçişlerine hala takılıp, anlamaya çalışıyorum. Onun dışında görüntüler çok güzel. Dinlendirici. Huzur verici. Mutluluk verici. Gri hava, şehir sıkışıklığı, trafik, negatiflik, gökdelen hayatı yok. Cep telefonu, tablet, süslü şeyler yok. Güzel bir yaz vakti, güzel bir villa, güzel bir meyve bahçesi, sarı tonlarında İtalya manzarası, bisiklet kullanma, havuzda yüzmek, bahçede yemek yemek, yeşillik, doğal, doğallık, kitap, kitaplar, piyano, radyo, müzik var. Yaşam var.
Filmdeki kullanılan şarkılar da hoş. Hoş derlenmiş bir film müziği albümü de var.
Film için yapılmış harika iki yeni şarkı var. Birisi Oscar adayı oldu.
Aslında kitap tamamen Elio perspektifinden anlatılan bir hikaye. Bu yüzden filmde daha çok Elio ön planda. Yüzde doksan Elio yani. Aslında az biraz Oliver'a daha yer olsa Armie'i de Oscar adayı olurdu. Ayrıca çok güzel bir ebeveyn konuşması yapan baba karakteri var. Doubt filminde kısacık rolü ile Oscar adayı olan Viola Davis gibi, o kısacık sürede o kadar sahici, etkileyici bir konuşma sahnesi ki bu, Michael'ın da yan roldeki performansı takdire şayan ve Oscar adayı olabilecek (ilk on içinde 6-7 diyelim) türden. Şimdiden herkesin gönlünde örnek baba oldu bile...
Onun dışında film ilk başta uzun gelmişti. Ama izle, izle sonra az geliyor. Ve kusursuz bir şekilde başlangıcından bitişine kadar tam 2 saat 12 dakikada bitiyor. Ve Aliens'tan hatırlayacağınız Hudson'a ithaf edilerek, çok hoş bir jest de yapıyor. Huzur içinde yatsın.
Bir de filmin kapanış, final kısmı var, malum Elio işte o zaman bile sizi paramparça ediyor o kısacık iki dakikada... Salya sümük ağlıyorsunuz. Bitiş yazıları geçiyor yanından, ama o başka dünyada, o başka anlarda bitiyor...
Luca'nın bir önceki A Bigger Splash filminde Ralph'ı nasıl iyi kullandığını ve ses detaylarını nasıl iyi işlediğini izlemiştim. Ki çok severim Ralph'ın bu rolü ile Oscar adayı olmasını çok istemiştim. Çıplaklığı olsa bile, bir İngiliz Hasta, Şindler'in Listesi'nden sonra kanlı canlı bir başka kişi idi.
İşte Luca, bu kez fark ettirmeden Elio ile bunu daha iyi yapıyor. Elio dediğim gibi defalarca izledikten sonra daha fazla detayı fark ettiriyor ve kendine daha da hayran bırakıyor sizi.
Zamanla sesini kullanmasını, Oliver'a olan tavrını, onunla konuşmasını, ona karşı açılmasını, karşında durmasını, beraber geçirdikleri zamanı, hepsini hepsini daha iyi anlıyorsunuz. Hele kitabı okuduysanız eğer, keyfi daha çok. Çünkü betimlenen Elio işte tam karşınızda, kanlı canlı duruyor...
Benim en beğendiğim kısım tren garı sahnesi. Ve Oliver'in Elio'ya yazdığı yazının nasıl olduğunu sormak için seslendiği sahne, ve Elio'nun onu havuzda yüzerken izlediği sahne. Tabii bir de beraber oldukları Roma kısmı. Bisiklet sürdükleri kısımlar... Piave meydanı yok mu... İşte zamanla hepsini ayrı ayrı daha çok seviyorsunuz. Alfred Hithcock'un Arka Pencere filminde, kırık ayaklı fotoğrafçının makinasından karşı apartmanı izler gibi, Elio ile beraber izliyorsunuz filmi. Bazen onları, bazen Oliver'ı...
Sonra Oliver'a dikkat ettim. Later demesine alıştım. Aslında konuşma sesi ve şömine ateşi gibi genizden gelen yoğun Armie sesini ilk başta çok garipsemiştim. Sonra kitabın sesli okunuş hali de var, Armie tüm kitabı okuyor. Zamanla o sesin daha sahiplenici ve sevecen olduğuna kanaat getirdim. Çünkü The Lone Ranger'da beğendiğim adamdı Armie. The U.N.C.L.E filminde zoraki Rus'tu Armie. Ve sohbetlerinde, söyleşilerde gördüm ki o aynı ses, çok sahici. İçten. Doğal. Pek yamuk yapmıyor. Ama Elio "haydi gidelim Amerikalı" dediğinde, o üstünlük taslama sesi ile, "Senin bilmeni istedim" dediğinde sesi kırılgan; değişiyor tavrına göre. Aslına Oliver'ın kahkaha attığı sahneleri düşündükçe, Batman/ Joker kısmında iyi bir Joker olurdu bile diyorum.
Ayrıca kullanılan kıyafetler ve bunun manzaraya da uygun olması, karşıt konstratlar olması da çok güzel. Filmi dvd kopyası olarak internette izlesek de, ileride 4K hali çıkarsa, o güzelim sarı tonlar, harika yeşiller, meyve bahçesindeki meyveler ve dahası; çok daha net ve canlı görünecek. Daha çok seveceğiz. Çok daha içten sahipleneceğiz.
Zamanla düşünmeden edemiyorsunuz, "şimdi değilse ne zaman?"
Şimdi değilse, ne zaman...
"Söylemek mi daha iyi, ölmek mi"
Bu kısımda trajedi kısmından vazgeçilmesi ve olabilirliği sağlanması çok, çok güzel bir şey.
Böyle bir dünya var, böyle bir hayat.
Artık kimse beyaz atlı prensini beklemiyor. Artık prensesler, peri masalları yok. Yerine Pan'ın Labirenti var. Gerçek hayat var.
Ve olmalı da.
Carol ile bunu çok beğenmiştim. Ki Carol ve Therese'in de küçük detayları ve haraketleri de harikaydı.
Ellen Show izlerken gülüp, eğleniyorsunuz ama Ellen eşcinselmiş dendiğinde, aaa canım diyorsunuz. Ama olabilir demeye getiriyorsunuz. Beni eğlendirdi, olsun der gibi. Daha adil olun kendinize.
Oysa ki yurtdışında çoğu ülke artık aynı cins evlilikleri yasal sayıyor.
Modern yaşam daha çok anlayış sağlamayı, kişisel gelişimi ve toplumsal gelişimi geliştirmeyi çabalıyor. Daha iyi bir çevrede, daha iyi bir yaşam alanı sunmayı arzuluyor.
Hadi kalkıp, gidelim...
Film 23 Şubat 2018'de sinemalarda.
İçinizi ferahlatın, enerjinizi yükseltin.
Kendinize yeşilliklerde güzel bir iki saat ayırın. Salya sümük ağlayın.
Ferahlayın.
Rahatlayın.
O yanan ateşin sesini sonuna kadar dinleyin.
Bırakın doğa da sizi en zayıf noktanızdan vursun.
Vurulun.
O zaman anlayacaksınız Elio'yu...
16 Nisan 2017 Pazar
Arı Kovanına Çomak Sokak Kız
Milenyum Serisi, Bölüm 3 — Arı Kovanına Çomak Sokan Kız
kitap yorumu, 1 Ekim 2015.
Kitabı okuduktan sonra okunması tavsiye edilir. Sürpriz gelişmeleri bozacak detaylar içerebilir.
İkinci kitabı okuduktan sonra, üçüncü için heyecanlı ve meraklıydım. Ama üçüncü kitap DVD filminden hatırladığım bazı sahneler dışında, oldukça geniş Zalaçenko ve servis anlatımı ile SAPO içindeki ayrı gruplaşmayı anlatıyor.
Buna paralel hikaye Lizbet’in durumuna da devam ettirirken; ki son kitap asıl mesele Lisbet’in durumu ne olacak, işler nasıl sonuçlanacak. Oldukça fazla detaylı servis ve Mikael’in evinin izlenmesi, servise karşı başka bir Adalet servisi oluşturulmasını anlatıyor.
Derken Erika, SMP diye günlük bir gazeteye genel yayın yönetmeni olup, Milenyum dergisi genel yayın yönetmenliğinden ayrılıyor. Derken yeni işinde (oldukça zorlama duran yan hikaye olarak) bir sapık hikayesi çıkıyor.
Bu sapık hikayesi yer yer oldukça gergin bir noktaya gelince, ilk kitaptaki Heriet hikayesini anımsatıyor ama onun kadar güzel kurgulu ya da detaylı değil. Küçük bir macera. Yok yere.
Birinci kitapta asıl hikaye Heriet’i aramak iken, ikinci kitap Lizbet’in hayatına odaklanırken, üçüncü kitap oldukça zorlama olarak hikayeyi tamamlamayı, bir sona doğru erdirmeye çabalamış. Ama ikinci kitabın müthiş hikaye anlatımı ve kurgusu maalesef üçüncü kitapta yok. Bir yerde DVD’den Lizbet’in davada yargılanacağını bildiğimden, o bölümlerin ne zaman geleceğini bekleyerek okumayı sürdürdüm.
Hastanede iken DR. Johansson’un Lizbet’e yakınlaşmasını “acaba aralarında sevgili durumu olacak mı?” heyecanı ile okusam da böyle bir şey omadı. Ve arada gereksiz konu kalabalığı şeklinde bütünden ayrı tatlar bıraktı.
800 sayfa olmasına rağmen hikaye bittikten sonra epilog kısmı var.
Farklı bir dünyadan farklı bir dünyaya geçiş yaparak saçma bir şekilde bitiyor. Hele ki Mikael ve Lizbet’in tekrar karşılaşması şeklinde biten final kısmı (hani küs kalmasınlar diye) David Fincher’in filminin sonunda Lizbet’in Mikael ile Erika’yı birlikte görmesi ve onları derfterden silmesi oldukça etkileyici ve Lizbet’in kişiliği iken; ikinci kitapta Miriam Wu ile olan ilişkisi, toprağa gömülmesi ve Mikael’in ona yardım etmesini, üçüncü kitap yine Mikael’in servis ve Zelaçenko’ya hakkında yazması ve Lizbet’e hastanede yardım etmesini, en sonunda zoraki bir barışma ile bitirmiş yazar. “Bu da ne şimdi?” deyip, kalıyorsunuz.
Okurken çok sıkmadı ama üçüncü kitap zoraki olmuş. Yeni bir şey olmadığı gibi, olanları da oldukça uzatıp öyle kapatıyor.
Buraya yazımı, 16 Nisan 2017.
18 Şubat 2017 Cumartesi
2017 Oscar üzerine...
En beğendiğim film: Moonlight
En beğendiğim oyuncu: Casey Affleck (Manchester by the Sea), Isabelle Huppert (Elle)
En iyi görüntü: Moonlight
Senaryo: Moonlight, Lion, Nocturnal Animals (uyarlama senaryo); Zootopia*, La La Land, Lobster, Manchester by Sea, Hell or High Water (orijinal senaryo)
Yardımcı dalda oyuncu: Michell Williams (Mancester by the Sea), Nicole Kidman (Lion), Naomie Harris (Moonlight); M. Ali (Moonlight), Dev Patel (Lion), Lucas Hedges (Manchester by the Sea)
Kurgu: La La Land, Moonlight, Hell or High Water
Yönetmen: La La Land, Moonlight, Manchester by the Sea
Müzik: Lion, Moonlight, La la land
Şarkı: City of Stars
Ses kurgusu, ses miksi: La la land
Görsel efekt: Kubo w 2 strings, Dr Strange (sadece final kısmını, terse akan görüntüde ileri gitme)
Çizgi film: İlk önce Zootopia izlemiştim. Onu geçen başka animasyon çıkmadı. Alternatif Kubo. Moana biraz karışık. Diğer 2 adayı izlemedim henüz. Miss Hokusai de iyiydi.
La La Land'ın popüleritesi ve finaldeki epilog kısmı ile,
en iyi film
yönetmen
görüntü
kurgu
müzik
şarkı
ses kurgusu
ses miksi
orijinal senaryo
ödüllerini alacağını düşünüyorum.
epilog kısmı olmasa, (benim için dönüm noktası siyah planda dans ettikleri yer oldu. o kısma kadar sıkılmaya ve sıradanlaşmaya başlamıştı film, bu kısımdan sonra etkilemeye ve kendini izlettirmeye devam ettirdi.)
en iyi film, yönetmen -- moonlight filmi derdim.
en, en beğendiğim Casey Affleck'in Manchester by the Sea filmindeki Lee Chandler oyunu oldu.
Çok, çok duygusal ve derin bir yorum. Bunu yönetmenin de ortaya çıkartması başka bir başarı. Lee'yi çok iyi anlayabildiğim için; bunu bu kadar çok beğendim. Birisini kaybetmenin ardından yaşanılanı, etkilerini kendi adıma sinemada %96 ve üzeri gördüm ve hissettim tekrar derim.
Çok kısa süre oynamasına rağmen, DOUBT filminde Viola Davis yorumuna hayran kaldığım gibi Michelle Williams oyununu da çok beğendim. Ki sonrasında Nicole Kidman'ı daha çok beğendim.
Moonlight için Boyhood benzetmesi yapmayacağım, yapmayı da doğru bulmuyorum.
3 bölümlük anlatımı böyle güzel bir araya getirip, oyuncuları bu kadar iyi yönetmesi ile Barry Jenkins'i de çok beğendim. Ayrıca Moonlight filmi daha bütün ve bu yüzden bir parça daha önde bence La la land'e göre. La la land'i popüleritesi ve finaldeki epilog kısmı kurtaracak.
Adaylıklar açıklanmadan görüşüm; La la land'ın GRAVITY filmi gibi çok ödül alacağı, Moonlight filminin de 12 YEARS a SLAVE filmi gibi az ödülle ama En iyi film seçileceği yönündeydi. 14 dalda adaylık beklemiyordum!
Adaylar belli olduktan sonra ve La La Land'e merak daha fazla olunca, ödülleri rahat 7-8-9 dalda; biraz zorlarsak, köstüm ve prodüksiyon tasarımı ile 10-11 dalda ödül kazanacağını düşünüyorum.
not: Zootopia filmi senaryo dalında aday değil. Manchester by the Sea filmini büyük ekranda izlerseniz, görüntüden daha çok keyif alacağınızı ve daha az sıkılacağınızı belirteyim. Deniz, vapur, martı ve kış mevsimini seven biriyim...
Sinema maalesef M. Scorsese'nin dediği gibi bitti. Bitti diye yazmak benim için çok zor oldu, ama doğru. Maalesef günümüzde sinema artık sanat, yaratıcılık, yenilik yapmak yerine; tutacak bir film konusu için para koyup, iş yapma işine döndü. Film sektörünü canlandırmak için Akademi komitesinin bile 5 yerine 10'a yakın En iyi film seçme anlayışı da biraz bundan.
Yurtdışıda sinemalara film gelir. Zamanı olmasa da eski filmler konur gösterime, sinemaya gelen izleyici izler.
Bizde ise her hafta sinemaya yeni film geliyor. Eski filmler, ki ben 2000'lerde gördüm en son, artık 3 boyutlu olursa belki yeniden gösterime giriyor.
Bir çok alışveriş merkezi ve içinde sinema kompleksleri var. 5-10 salonlu sinemalar. Çoğu da Cinemaximum. Ama gel gör ki bu salonlara gelen izleyici artık film izlemek yerine WhatsApp'tan mesajlaşmaya, Facebook'tan yazışmaya, ki hadsizliğini zorlarsa bunu bir tablet ile yapmaya ve çok rahat gelen telefon çağrısını cevplayıp, ulu orta rahat rahat konuşmaya başlıyor, kahkaha atıyor, ayaklarını yayıp laubali konuşmasını uzatıp uzatıp devam ettirip; sizden rahatsız olup iyice laubali olamadığı için de salondan konuşarak çıkıyor.
Bu biraz da teknoloji ve yenilliklere karşı açlığımızdan, ezikliğimizden, sanal hayatta yarattığımı ego ve kişilikleri gündelik hayatalara tercih ettiğimizden ve çok, çok bencil olmamızdan kaynaklanıyor bana göre.
İnsanlar sanal hayat ile istedikleri hayatı yaşamaya, yaşar gibi yapmaya başladığından bu yana verilen önem, değer ve diğer naif özellikler maalesef yok oluyor, yok oldu.
Buna rağmen alışveriş merkezlerinde durum buysa, bağımsız sinema salonu ve film oynatan diğer sinemaları siz düşünün.
La La Land'i bir IMAX salonunda izleseniz, eminim daha çok beğeneceksiniz.
Ama Türkiye'de gösterime konmuyor. Çünkü yeterli izleyici yok. Gündüz gösterimleri boş, akşam ya da gece gösterimleri 3-5 kişi olacak. Ben bile orta salonda filmi 7 kişi izledim ilk gününde. 2 arkadaş telefon geldiği için filmin ortasına gelmeden çıktı. Hayal kurmayı anlatan bir film çok basit ve sığ geldi çoğuna. Beğenmediler. Manchester by the Sea orta salonda izlemeye başladık, filmin Türkçe altyazıları çıkmadı. Küçük salona geçtik. Bu esnada 9 kişi idik. Filmi 3-4 defa baştan başlatıp altyazı sorununu gidermeye çalışırken, 2 kişi sıkılıp çıktı. Küçük salona geçtik. Film başladı. Önemli kısma gelindi. Ne kadar dramatik deyip 4 kişi daha gitti. Kalan kısmı 2 kişinin "gitsek mi, bu ne ya" beğenmesizliği ile 2 kişi olarak bitirdik. Salon 50 kişilik gibiydi. Düşünün...
La la land'e bile dudak büken izleyici, nasıl olur da Moonlight filmine gider...
Eğer sinemacı olsam, 4K ya da Blu-ray kopyası olan eski filmleri (ki sanmıyorum artık eski usul negatif film kopyaları gösterilsin, çoğu yeni salon dijital makineler ile dijital gösterime geçti) bir iki salonda oynatır, dönem dönem, hafta hafta yeni filmler yanında bunları da görmeye gelen insaları beklerdim.
Beyoğlu Pera sinemasında Rüzgar Yükseliyor çizgi filmini izlemek için tahta koltukta 2 saat boynum yamuk film izlediğimi bilirim. Sonra blu-ray kopyasını da aldım. Ama o ilk sinemada izlediğim heyecan... bunun tatminini diğer şeyler vermiyor.
Tarantino bile Hateful Eight filmini 70mm geniş ekran çekip, buna uygun sinemalarda sınırlı vakitte de olsa oynatabilmeye çalıştı.
Sinema illa Avengers filmi izlemek değil. Bir Sunset Bulvarı filminin verdiği eleştiriyi bugün hangi film veriyor? Bir BEN-HUR filmini IMAX salonda izlemek ile 50 kişilik salonda izlemek aynı keyfi mi veriyor? Salya sümük TİTANİK filmini cümbür cemaat tüm sülale izlerken iyi de, bir Küçük Gün Işığım filmini, bir Kaplan ve Ejderha filmini, Kuzuların Sessizliği filmini, Alien filmini IMAX salonunda izlemek ve hayran kalmak daha güzel değil mi?
Güzel tabii. Ama o kadar çok üşeniyor ve saygı duymuyoruz ki sinemaya, oturup cep telefonundan bir vidyo paylaşımı sitesi bulup, filmleri oradan izliyoruz. Nasıl olsa internette var...
İşin başka bir ironisi de iPhone almaya 3.000 Lira veren kişi, sinemaya 20 Lira'yı çok görüyor.
@m.kivilcim olarak INSTAGRAM'dayım. Yazı yazmak zor gelirse...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Blade Runner 2049
yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...
-
Uzun bir aradan sonra özlediğim Şebnem Ferah geri dönmüş. Kısa ve öz anlatım, yerinde yorum. Her zamanki gibi titiz bir çalışma ve albüm o...
-
Belki de filmini yirminci kez izledikten sonra, artık Elio'yu oynayan Timothée'nin harika oyunculuğunu ilmik ilmik daha iyi fark edi...
-
Şafak Vakti kitabını okuyor...