29 Nisan 2009 Çarşamba

Alien

Sen kalkıp gece 01:00 de ALIEN filmi izlersen, ödün kopar tabii…

1979 yılı yapımı, Sinemada yayınlanan halini DVD de izledim. İster müzikleri olsun, ister yakın çekim sahneleri ve alarm sesi olsun, flüoresan ışıklar da dahil karanlıkta izleyince; bazı sahnelerde yerinizden fırlıyorsunuz. Ya da kendinizi daha geriye çekip, "Aman!!! Bana gelmeee…" diyorsunuz.


Cidden daha açılışındaki asaleti ile ALIEN, bir devrim. Bilim Kurgu/Gerilim sinemasının baş yapıtı. Ben ilk kez 4. filmi sinemada izlemiştim. Beylikdüzü Migros AVM de. O zaman yıl 1998 idi sanırım. Sinemanın geniş açılı perdelerini ve perdenin altından salona girişini hala hatırlarım…


Sinema yazarı Atilla Dorsay'ın yazısını da hala hatırlarım. O sanırım Fransa'da izlemiş filmi o zamanlar. Ve salonda yaratığın insan vücudundan çıkışı sahnesinde müthiş bir çığlık ve korku olmuş. 1979 yılı yapımı olsa da, titiz tasarımı ve başarılı yönetimi ile enfes bir film. Ayrıca 2003 yılında Yönetmenin Kurgusu ile daha önce yayınlanmamış sahneler ile ALIEN yeniden yayınlanmış.


James Cameron 2. filmi ile durumu geliştirdi.

David Fischer 3. film ile biraz bakış açısını değiştirdi.

Jean Pierre Janet ise 4. film ile milenyuma uyum sağladı.

Beşinci film hala spekülasyonlara gebe. Bir türlü çekilmedi.


Cidden set tasarımına hayran kaldım.

Hele açılıştaki "title" tasarımı müthiş!

ALIEN tasarımı da oğlan üstü.


Bence ALIEN QUADRIOLOGY diye 9 diskli özel DVD Seti var (Blu-Ray hali çıkarsa onu almak lazım tabii de) izlemediyseniz bu seti bulup, mutlaka izleyin. 1980 yılı Akademi Ödüllerinde 2 dalda aday olmuş, "En iyi Görsel Efekt" ödülü kazanmış.


Son olarak bir komiklikte yapayım, ALIEN kedilere zarar vermiyor galiba :')

27 Nisan 2009 Pazartesi

Hande YENER - Hayrola?

TV'de Hande YENER'in "Hayrola" videosunun izledim. Beğendim. Sadece sonundaki erkek sesine dönüşen vokal kötü o kadar... Bana siyah saçı ile Apayrı halini anımsatıyor ve Aşkın Ateşi videosundaki gibi görüntü dağılmaları-toplanmalırını. Korse tarzı şeyi ile biraz şişman görünüyor. Ama şarkının ritmi güzel, insanı yakalıyor. Tek fark electro müzk tarzı sürekli dinlenince -en azından beni- sıkıyor. Ve biraz karamsar etki bırakıyor. Tekdini tekrarlıyor. Atlayıp, zıplayacaksın yani; üzerine fazla düşünmeyeceksin, o zaman yeri...

Eski albümü Hipnoz'un, eski MySpace sayfasındaki konser hali düzenlemelerini dinlemiştim Mart ayı gibi. Açıkçası kormuş ve iyice Hande YENER'e soğumuştum. Çok uçuk ve aynı sound'du hepsi. Nasıl Delirdim'i bu kadar çılgınca yapmalarını beğenmiştim... Zaten o şarkı atom bombası gibi bir şey... Mükemmlel!

Yeni albümü, satın alıp dinlemedim. Yeni MySpace sayfasından ön-dinledim. Ama basın bülteninden daha insana yakın duran vokalleri olan ve elekro-pop müzik tarzında, Teoman ile düet yapıldığı üstüne basa basa vurgulanan, 10 kayıttan oluşan, tüm müzik ve düzenlemelerin gene Erol Temizel tarafından yapıldığını biliyorum... Fotoğraf çekimleri ile biraz iç gıcıklayıcı ve aşktan yakan bir erotiklik düşünülmüş. Kışkırtmak için... "Biz böyle partiler yapıp, eğleniyoruz" der gibi... Ama bu da yokmuş. Dediğim gibi ben elektro tazrzını pek beğenmiyorum. Ha bir de bu albümde "Siz" şarkısı Aylin Aslım'a aitmiş. Bunu öğrendim bugün... Bir de hip hop deti ile Ali SEVAL var.

Erol Temizel kendi Candan ERÇETİN'in Umrumda Değil şarkısını mükemmelleştren remiksleri göstermiş, arada başarısız işler yapmış, sonra Günce'nin Volume II tekrar parlamış, Hande YENER'in Nasıl Delirdim albümü başarısını çok ileriye taşımıştı. William Orbit ve Madonna'nın Ray of Light'ı gibi, çok uyumlu prodüktör-şarkıcı uyumu yakalamışlardı. Sarkı sözlerindeki başarısı için Boaj Aldujeli'yi de es geçmemek lazım. Ama Hande YENER, ne yazık ki bir yanılgaya kendini kaptırıp, albümün tanıtımını ve klip çekimini boşverdi bir şekilde. Belki plak şirketi ile ilgili bir problem, belki kendi kararı, bilmem. "Yazdığım bir şarkı dillere dolandı, olay yarattı; ne mutluyum artık" anlayışı ile albümü yok saydı. Ki o albümde hala patlamaya hazır çok kaliteli şarkılar var. Ne Yaparsın, Paranoya, Seni Sevi... Yorumlar Yok, Naciye, Nasıl Delirdim, Sen Anla, Hepsine yazık oldu!

O zaman aldığı tepkilerden sonra İngiltere yerleşeceği ve yurtdışına açılacağı haberleri çıktı. Falan filan... Sonra Hipnoz albümü geldi. Evet müzkleri çok iyi, prodüksiyonu başarılı bir albümde ama... İşte o "ama" biraz kendini tekrar etmeye benziyordu. Sesler ve söylem çok robot gibiydi. Mesafeli, sıcak değil, sertti... Birde gayet güzel bir şarkı olan Hipnoz'a yok yere çok kötü bir klip çekip; "yasaklandı-yasaklanmadı" dedikodusu ile Madonna'nın Die Another Day çakması bir tanıtım neden di, hiç anlamadım. Aynı döneme rast geldi diye bu kez Ayşe Hatun ÖNAL ile kıyaslandı, vs... derken albümden başka hiç video çıkmadı... Ne İyi Günler, ne Burdayım, İp, ne de Yarasa kayıtları tanıtıldı... Gene bir şeyler oldu, Hipnoz bir şarkılık bir albüm olarak kaldı.En azında Elazığ'nda satışı vardı :')

Sonra gene Hande dedi ki, "Artık her yıl albüm yapmayacağım. Araya mesafe bırakacağım. Ben öyle kolay hazmedilen biri değilim. Her yıl albüm yapmama gerek yok. Uzun zamanlara yayıp, iyi işler yapacağım. Kalıcı işler..." Bu bir ropörtajdan aklımda kalan... Yıl 2008'di... Bakıyoruz, aaa Nisan 2009'da yeni albüm çıkmış. HA!??

Ben Nasıl Delirdim ile 2007'nin -ve kendinin de- En iyi Albüm kaydını yapan Hande YENER'den daha olgun ve kaliteli bir albüm/single bekliyorum. Umarım gene tavan yapar... Zira bu zıplamalar kalıcı değil. (90'lardan 2000'lere Pop müzik tarihi, buna çok iyi örnek)


--

Estelle feat. Kanye West - American Boy

Pazar günü içindi...


Artık yeni bir uygulama yapıp -müzik dinlediğim sürece tabii- dilime dolanan, beğendiim şarkıyı "Haftanın Şarkısı" olarak yazacağım.

Uzun bir süre LADY GAGA dan LoveGame (Robots to Mars Remix) kaydını dinliyordum.
Şimdi ESTELLE feat. KANYE WEST, American Boy şarkısını keşfettim. Nakarat kısmı ve bas rifleri dilime dolandı, söyleniyorum... ESTELLE, İngiltere'nin En iyi Hip Hop Kadın MC'lerinden biri olmasına rağmen, çok uzun süre plak firması anlaşmazlıkları yüzünden albümünü ancak 2008 yılında yayınlayabildi ve sonuç oldukça başarlı oldu... American Boy kaydı, 51. GRAMMY Ödüllerinde "En iyi Rap/Şarkı Birlikteliği" ödülünü aldı.

Julia

Başrolde Tilda SWINTON var… Film onu oynadığı JULIA karakteri üzerine kurulu. Tilda yı MICHAEL CLAYTON ile sevmiştim. Ondan önce NARNIA GÜNLÜKLERİ'nde izlediğimi sonra anladım ki; ben bu kadını bir yerden tanıyorum diyordum…

Film, alkolik bir kadını ve hayatını zamanla mahvetmesini anlatıyor. Oysa JULIA, hep bir umudu olan ve diğerleri gibi kendini o alkolik sınıfına konduramayan; bugün değil de yarın başlarım artık "normal hayata" diyen biri. Su gibi içki içmesi, LEAVING LAS VEGAS filmindeki Nicolas CAGE kadar başarılı... Zaman zaman halini GARBAGE vokali Shirley MANSON a da benzettim... Derken araya çocuk kaçırmak giriyor. Tipik rehabitilasyon topluluklarından başlarken, "ekşın" devreye giriyor. Ha bir de erkeklere zaafı var JULIA nın. O yüzden gece kimle geçirdiği önemli değil.

Senaryo ikinci yarıdan itibaren yön değiştirip, çocuk kaçırma olayına ve LA'den Meksika'ya kayıyor. Bu kısımı biraz bana Angelina JOLIE filmi, CHANCELING'i anımsattı. Neyse fazla konuyu açmayayım. Tilda herhalde bu rol için kilo aldı. Ki poposu gayet büyük. (bir sahnede açıkça görünüyor; özellikle dikkat etmedim.) OSCAR törenindeki o ince-uzun kadın yok. Çocuk oyuncu ve JULIA'yı normale çevirmeye gayret gösteren arkadaşı MITCH iyi. Çocuğun annesini oynayan kadın, (ilk başlarda) iyi. Bana ANGELS IN AMERICA mini dizisinden Mary-Loise PARKER'ı anımsattı. (En azından onun kadar depresif değil.) Zaten başka oyuncu yok. İkinci kısımda DIEGO var bi de...


JULIA başladığı kurtulma hikayesini, yalan üstüne yalanla devam ettiriyor ve sonu çıkmaza giderken, film bitiyor. Sonlara doğru filmin anlatımı değişiyor, 45 derecelik açı gibi. Sıkıcı gelecektir… Ama CHANGELING'i izleme sabrı olan beğenecektir. Ya da Tilda merakı olan... Yoksa bulaşmayın.


3 yıldız.

23 Nisan 2009 Perşembe

Monsters vs Aliens

Klişe… klişe… klişe…

Aslında film izlerken hiç bu klişe olmuş diye takılmam. Ama taa ki, film bunu gözünüze soka soka gösteriyorsa…

Monsters vs Aliens; aklıma Monsters, Inc. ve Alien filmlerini getiriyor. Ama yanından bile geçmiyor. Gerçi tasarım olarak Monsters, Inc. filmine benzerlikler var.

Onun dışında hala İnanılmaz Aile animasyonu gibi şeyler yapılırsa izlenir, para kazanılır fikrinden vazgeçemediler.

Bunu sinemada 3 boyutlu izlemek isterdim.

Ama merakıma yenik düşüp, DVD de 2 boyutlu izledim.

Hala sinemada oynuyor gerçi, izleme şansını kaçırmış değilim. Ama buna değecek bir çizgi film değil gibi. Gerçi BOB, oldukça şirin ve salak. Kertenkele, kullanılan müzikten gelen tanıdıklık ile AXEL F şarkısını söyleyen kurbağaya çok benziyor.

Aksiyon ve kovalamaca var. Daha çok küçük çocuklara yönelik bir şey.

8-14 yaş gibi.

Gerizekalı Başbakan karakteri Alec Baldwin'inin yazıf haline ve gaztedeki karikatürlere benzese de ben George W. Bush'u hayal ettim.


Hay, Galeksar deyip, 2 veriyorum.

Çok jeli…


2 yıldız.

20 Nisan 2009 Pazartesi

Candan Erçetin - Elbette

Candan Erçetin'in en çok satan albümü Elbette ile ilgili yazım, yakında.
Ama detaylara bakmak için candanercetin.com.tr ye baktığımda, web sitesinin başkaları tarafınadan ele geçirildiğini gördüm. Umarım kötü bir şakadır...

19 Nisan 2009 Pazar

Alacakaranlık Serisine dair

19 Nisan 2009 Pazar

01:59


Seri tamam. Dört kitabı da okudum.

Şafak Vakti'ni aralıksız okurum diye düşündümdü ama araya hep bir şey girip, ara vermek zorunda kaldım. Cuma günü kalan kısmıda okuyup, bitirdim.

Kitapları sıralarsam; en çok beğendiğim kitap 4-2-1-3.

Dördüncü kitap gerçekten de güzel ve umut dolu. Seriyi tamamlayıp, noktalıyor.

Böylece rahat bir nefes alıyorsunuz…

İkinci kitap, en şaşırdığım ve üzüldüğüm kitap oldu. En acılı kitap ayrıca…

Ama yoğunluğunu çok sevdim.

Birinci kitap, hikayenin başlangıcı ve olayların ateşleyicisi.

Kahramanları tanıyıp seviyorsunuz. Güzel bir aşk ve vampir hikayesi başlamış oluyor. Devamı olacak diye beklenti içine giriyor, seviniyorsunuz. Vs…

Üçüncü kitap, beğenilmeyen hediye gibi... TV kutusu kadar büyük hediye paketinden, kibrit kutusu kadar hediye çıkması gibi...

Beklentinizi biraz oyalıyor; başta komik, sonlara doğru sıkıcı buldum.


(devam edecek)

16 Nisan 2009 Perşembe

Bella... Bella... Where are you?

Evet kitabın son 100 sayfasına geldik... Kısaca en beğendiğim kitap Şavak Vakti oldu. Bella, zümrütü anka kuşu gibi acılarından bir çelik gibi güç abidesi olarak yeniden doğdu. Tam kapaktaki gibi; Satrançta Piyon ilerleyip, çıkar; yerine en güçlüsü, Vezir gelir. Tamamlayayım, tüm bir değerlendirme yapacağım.


13 Nisan 2009 Pazartesi

Şafak Vakti'ne dair 2

13 Nisan 2009 Pazartesi

00:53


Kitabın 300. sayfasında durdum. Bugünlük bu kadar yeter herhalde…

Biraz oyalanma ile 230. sayfada bırakıp, akşam yemeğinden sonra tekrar devam ettim.

Yarın için işim olmasa sabahlayacağım…

Neden mi; bu nasıl demeli, ihtiyaç gibi. Alıyorsun ve hep eksik kalıyor…

Bella, doğum yaptı; artık bir kızı var, ismi Renesmee!

Kendisi de vampir olmaya başladı. Tanrım okusam mı… Hayır! Bugünlük, yeter!

Zaten bu kitap diğerlerine nazaran daha korkutucu. Aklıma hep THE EXORCIST filmindeki içine şeytan girmiş kız geldi, ürktüm. Filmde zaten muhteşemdir. Bella'ın o acı çekmeleri, tam Regan gibi.


Neyse ipucu veriyorum da, çoğu hayran zaten bunları biliyordu.

Kitapları okumak lazım. Baştan başlasam mı?

Hayır..!

12 Nisan 2009 Pazar

Şafak Vakti'ne dair 1

12 Nisan 2009 Pazar

15:42


Şu anda 186. sayfadayım… 12. bölümün ortalarında. Tanrım ne çok şey oldu; sanki Yüzüklerin Efendisi - Kralın Dönüşü filmi gibi. Savaş gene başlıyor… Bella hamile… En çokta hangi vampir gücü olacak onu merak ediyorum. Rüyalarında gördüğü gibi olayların ne olacağını önceden görecek mi? Ah… Ne macera…

Bu kez müzik yok. Saat 13'ten 15:45 arası 83. ten 186 sayfaya geçmek; fena değil.

Ama devam, devam...

11 Nisan 2009 Cumartesi

Şafak Vakti (Alacakaranlık Serisi 4. kitap)

Şafak Vakti kitabını okuyor...

Michael Clayton

Türkçe çevirisi ile AVUKAT filminin tekrar DVD halini izlediğimde, kurgusu itibari ile bana daha önce izlediğim Türk filmi VİCDAN'ın kurgusunu anımsattı. Yani demek istediğim; orta yerden bir sahne ile meraklandıran film, biterken bir deja vu yaratıp, gerilimi iyice devam ettiriyor. Ve hala bitmeyip filmin devam etmesini izlemeniz, daha önce bir çok filmin ezber sahnesi olan "sonu başta yer alıyordu", alt benliğinizde sizi sıkıntıya sokuyor. Bir gizli sırrınızı, elinizde olmadan paylaşırmışçasına sizi tedirgin ediyor… Benim izlenimim öyle, sizi bilemem.

George CLOONEY'i en yakıştırdığım ve beğendiğim rolü, bu filmdeki oyunculuğu. Film "ilk kez" için gayet iyi. Evet detaylara odaklanmazsanız ve aksiyon tarzında bir şey bekliyorsanız; bu film sizi sıkar ve beğenmezsiniz. Zira siyaset gibi bir film MICHAEL CLAYTON. Senaryosu ince zeka işi, oyunculuklar arka plandaki renkleri fark etmek gibi. Yönetmenliği güzel. Kamera ile gördükleriniz, sizi filmin içine çekiyor… Tony GILROY'un Akademi ödüllerinde aday olduğu ilk sinema yönetmenliği ve ilk senaryo yazarlığı. Alternatif bir film olduğu için, En iyi Film adayı da oldu. Tim WILKINSON, oldukça akıllı ama kendini anlatabilene kadar deli muamelesi yapılan şirket ortağı rolü ile iyi. Bir Akademi adaylığı da ona. İkinci izleyişimde çok yavan gelen Tilda SWINTON, ilk izlediğim da ağzımı açık bırakmıştı. Şirketin yönetici asistanı, olayı örtbas etmeye çalışan kadın rolü ile bir Oscar heykelciği kaptı. Filmin tek ödülü de bu. Sydney POLLACK, Michael CLAYTON'un şefi gibi bir rolde, oyunculuğu yeterli. George CLOONEY'e değinmeyeceğim. Yukarıda bahsettim. Bu rolü ile En iyi Erkek Oyuncu adayı oldu.

Film biraz da bizim anlamakta zorluk çektiğimiz; Amerika'lıların anlayışına paralel, bir tıkanma hikayesi. Esas kahraman işini yapar, mutludur. Kafasına bir şeyler dank eder, işler berbat gider, hayatı ölüm ile kalım arasına girer... Ben yağmur yağdığında mazgallara doğru giden suyu şiddetlendiren, mazgala birkaç adım kala birikmiş tortu birikimi, bir naylon torba gibi gidiş yolunu tıkayan bir şey diyorum; mutlaka o aşamayı geçmesi gerekir. Olgunlaşmak gibi. Kalk krizi gibi. Baktığı şeyi, görmek gibi... Çok ahım şahım bir senaryo değil elbette ama ince düşünülmesi güzel… Bunu film ile vermesi güzel...

Bir de uzun zamandır dikkatimi çeken, lobi olayı diyorum ben; toplu bir şekilde hareket, destek yani. George CLOONEY, Steven SODERBERGH ile çalışmaya başladığından beri, akıllı işler yapıyor. Ve kendi aralarında bir fikir, film, iş kotarıp, buna destek olup, işi tamamlıyorlar. Sonuç hep olumlu; hem kariyer yapıyorlar hem para kazanıyorlar.

Örneğin, bu filmde George CLOONEY hem baş rol oyuncusu hem de uygulayıcı yapımcı.

BENJAMIN BUTTON'da film yapımcısı olan Anthony MINGHELLA, burada da var.

Sydey POLLACK film de oynuyor olsa da, filmin yapımcısı olarak, En iyi Film kategorisinde Oscar adayı oldu.

Projeye inandıktan sonra, "İyi, güzelmiş demekle kalmıyor, arka çıkıyorlar"…

Biz de böyle bir şeyi görmek, milyonda bir desem yeterli olur galiba.

Başka aklıma takılan ADJUSTED kelimesi. Filmin tanıtım cümlesi "THE TRUTH CAN BE ADJUSTED". Kendi çevirim ile "GERÇEK, YANILTILABİLİR". Diğer afişlerinde bu daha öne çıkıp, manşet gibi kullanıldı. Ayrıca telaşlı bir George CLOONEY, siyah beyaz takım ve beyazlamış saçlar (arka ense kısmı hala siyah ama) ile karizmanın tavanını yaparken, insanı merakta bırakıyor… Romantik-komedi diye alıyorsanız; almayın. Bu öyle bir film değil...

Bir de bu kez DVD'yi Türkçe seslendirme ile izledim. DVD'nin sonuna iki kere baktım ama Türkçe seslendirme sanatçılarını vermemiş. Michael CLAYTON'u seslendireni, ilk üç kelimden sonra rahatlıkla anladım; oynadığı rolle iticiliğin tavanını yapmış Tamer KARADAĞLI'ydı. Her konuştuğunda nefretle yutkunduğumdan, bir zaman sonra sesini umursamayıp, George'un yüzüne odaklandım. Tamer KARADAĞLI'ndan, artistik davranışları ve ukala kompleksli hallerinden dolayı hiç hazzetmem. Bahsettiğim karakteri de ses vurgusu ve tonu ile beğenildiğinden, sormayın gerisini… Ama filmin Türkçe seslendirmesi başarıldı.


Unuttuğum bir şey ise filmin kendisini adam eden başka güzelliği; müzikleri... James Newton Howard'ın filmin gerilimini arttıran ve sizi merakta bırakan şahane müzikleri. O da Oscar adayıydı çünkü...

9 Nisan 2009 Perşembe

Forget About the World

diye çok sevdiği Daft Punk grubunun remix çalışmasını re-edit ladı, keyfine diyecek yok...

6 Nisan 2009 Pazartesi

Duplicity

Hım, nerden ve nasıl başlamalı?

Clive OWEN i severim; fakat bu filmde sadece korkmuş gibi bakan yüzüne ve süper yapma dişlerine odaklandım. Bunda başka bir şey vermedi bana… Julia ROBERTS, oldukça normal. Normalden kastım; düz çizgi gibi. Şaşırtacak bir gram oyunculuğu yok. "Ya çocuklar benim evde çocuklarım var, işim var; beni neden oynatıyorsunuz?" der gibi bir hali var. Film bitse de eve gitsem gibi… CLOSER dan sonra beraber oynadıkları ikinci film.

Filmin konusu da garip; ya da ben bir şey anla-ya-madım. Bunlar eski iki ajan, bir şeyler yapıp; beraber buluşuyorlar. Tekrar bir şeyler yapıp, gene buluşuyorlar. İş gereği kendilerine de kazık atıyorlar. Ama olsun, gene buluşuyorlar… En sonunda kazığın büyüğünü yiyiyorlar -galiba- ama olsun gene aşkları var, buluşuyorlar.


Dikkatimi Denis O'HARE çekti. Bir yerden hatılıyordum, mutlaka ama çıkartamadım... Araştırınca, CHANGELING te Angelina'yı akıl hastanesinde tutan doktor olduğunu hatırladım. Flash back!

Film başlarken Paul GIAMATTI ve Tom WILKINSON ın kavga etmeleri ve müzik güzel, o kadar.

Sonrası hayal kırıklığı… Dubai'ye gidip tatil yapmak istiyorum. Ya da Roma da olabilir...


1 yıldız.

Twilight

Twilight / Alacakaranlık'ı 2 kere DVD de izledi yetmedi, fırsat yarattı 2 kere de sinemada izledi... Şimdi merakla serinin 4. kitabının çıkmasını bekliyor. Sanki iPhone 4G çıkıyor da, kitapçının önünde yatıp kalkıcak nerdeyse. O kadar heyecanlı...

Film hala Beylikdüzü Markacity Cinemarka sinemasına gösterimdeymiş...

5 Nisan 2009 Pazar

Danny Howells - September

Benim için kesinlikle ilk 10'da yer alacak bir DJ, prodüktör, remixer... Tarzını çok seviyorum.
"September" kaydı, uzun zamandır dinlediğim ve dinlemekten vazgeçemediğim bir güzellik. MySpace sayfasına baka durun, bir ara yazıya devam edeceğim. Şu aralar çok yarım yazım oldu farkındayım ama söz toparlıyorum :')

The Matrix (10. Yıl Dönümü)

Kısaca Matrix filmi için, tam on yıl geçmiş ve son on yıla bakıp, değişen ne oldu dersek eğer cevabı çok basit. Matrix sinemaya, L harfi gibi keskin bir şekilde yön verdi. DVD satışlarının patlamasına, The Matrix Trilogy'nin başlangıcına, 1999 yılının padoksluğunu çözmeye, Nokia 8110 cep telefonların deli gibi satılmasına, uzun siyah deri montlara, kenarları oval siyah gözlüklere, yanılsama felsefesine, vb. bir çok şeye neden oldu.

En önemlisi sinema tekniğinde "Kurşun Zamanı" denilen bir sahnenin o anlık yavaş çekimi ve hızlı çekimi ile bir arada, kendisini ve etrafını görebilmekti... Bu hali ile Star Wars Episode I bile egale etmiş, tüm teknik dallarda ödülü almış, 4 Oscar ödülü kazanmıştı. 2000 yılında da herkes, "hey, what's up men, what is the matrix bro?" diye takılır olmuştu...

On yıl önce Beyoğlu sinemasında, yaz vakti izlemiştim sanırım filmi. Şimdi ise DVD'de izlemek garip geldi. İlk izlediğimde, The Dark Knight'ı izledikten sonra ki gibi The Joker'a nasıl ağzınız açık hayran kalıyorsanız, o dönemde de bu böyle bir şeydi... Ama şimdi o kadar heyecanlanmıyorsunuz. Yine de gayet keyifli, orijinal ve bol aksiyonlu bir film.

Maalesef ki bende devam niteliğindeki son iki filmi beğenmeyenlerdenim. Güzel yanları olsa da, daha çok pazarlama harikası bir iş olarak görüyorum. Daha ciddi bir hazırlık ile daha sağlam bir üçleme olabilirdi. Mesela Yüzüklerin Efendisi gibi...

31 Mart 2009'da ABD'de, The Matrix filmi Blu-Ray disk olarak (filmin ABD'de sinemada gösterime girmesinden tam on yıl sonra) yeniden yayınlanmış. Eminim DVD'de 704 x 576 piksel izlemek yerine, Blu-Ray'de 1920 x 1080 piksel izlemek daha keyifli ve nettir...

Hala unutamadığım bir şey ise 2000 yılı Oscar Ödüllerinde, Amerkan Güzel'ini de egale edip, En iyi Kurgu dalında da ödülü almış olması... Ve benim için Terminatör 2: Kıyamet Günü filminden bu yana en iyi Bilim Kurgu/Aksiyon filmi olmuş olması...

Red Kit: Batıya Hücüm

Red Kit'i, asıl adı ile Lucky Luck ilk kez uzun metraj filmde ve DVD izlemek, keyifli oldu benim için. Küçükken TV'de çıksa da izlesek diye beklerdik... Bulunca çizgi romalarını okurduk... Batıya Hücüm çok iyi olmasa da, TV'deki kısa hallerine göre, daha net renkli, akıcıve eskisi gibi eğlenceli bir Red Kit macerası.

3 yıldız.

Madagaskar: Afrika'ya Kaçış

Sinema'da izlediğimde de bol bol gülmüştüm, DVD hali ile yeniden izleyince de bol bol güldüm. Çok iyi olmasa da, çok eğlenceli bir seri. Penguenlere hayranım... i like to move it, move it...

3 yıldız.

Hair High

Bu da kapağında merak edip, heyecanlandığım ama izlerken yer yer sıkıldığım, neden aldım ki diye pişman olduğum; gotik, MTV tarzı terbiyesiz ve kuş beyinli gençlerin yer aldığı, kesinlikle 18 yaş üstü için bir çizgi film... Türkçe çevirisi Mezuniyet Gecesi... Çizimleri ve hikayesi biraz ilginç. Onun dışında bilindik şeyler...

2 yıldız.

3 Nisan 2009 Cuma

Kung Fu Panda

Kung Fu Panda, izlediğim eğlenceli ve komik; yemek düşkünü, beklediğimden farklı bir yapımdı. Bununla birlikte 81. Oscar Ödüllerinde aday olan üç animasyon filmi de görmüş oldum. Sıralamam, Wall-E, Bolt, Kung Fu Panda şeklinde. 3 yıldız.

2 Nisan 2009 Perşembe

Muzlu Pasta

Mürver şuruplu, muzlu pudingli, kakao soslu muzlu pasta... Merak edenler, yakında yapılışını yazacağım...

1 Nisan 2009 Çarşamba

Kararlar

Nisan ayından itibaren;

  1. İngilizce çalışmak
  2. Alacakaranlık Serisi 4. kitabı, Şafak Vakti'ni okumak
  3. TOEFL için kursa yazılmak
  4. iPod Nano 4. nesil, beyaz renginden satın almak
  5. Yurtdışına çıkmak (Annem bu fikrimi sevmiyor ama...)

Blade Runner 2049

yazıyı buraya yazma: 14 Mayıs 2018. / son düzeltme: 29 Mayıs 2018. Uyarı: -- Yazı sonunda küfür var. -- Sürpriz bozucu detay, sanırım yo...